Sonunda Abdullah Öcalan’ın ne dediği de belli oldu. Evet Öcalan onca kan ve acıya neden olmuş bir terör örgütünün kurucusu ve lideridir. Bu suçları nedeniyle halen ömürboyu hapis cezasını çekmektedir.
Onun bu hali, Kürt sorunu konusunda konuşacak ve sözleri özel önem taşıyacak önemli bir figür olmasına engel değil. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, onun gerçekte bir suç işlemediğini, tam tersine bir ‘ulusal uyanış lideri’ olduğunu düşünen yeterince geniş bir kalabalık da var.
Zaten biz Öcalan için ne düşünecek olursak olalım, onu ‘lider’ gören bu kalabalık nedeniyle, Öcalan’dan hiç hoşlanmasak dahi ona kulak vermek zorundayız. Özellikle de çatışmasız bir ortam peşindeysek...
***
Belki Cumhuriyet’in kurulduğu 1923 yılında da soru buydu, bugün de aynı soruyla karşı karşıyayız ve ortada bir ‘sorun’ oldukça orada durmaya devam edeceğiz.
Bana göre mesele, ‘Kürt sorunu’ dediğimiz şeyi nasıl tanımladığımız meselesi.
Bir tanım şu: Kürt sorunu, bir ulusun içindeki diğer bir ulusun kendi ulusal egemenliğine sahip olabilmesi ve bu egemenliği diğer ulusla nasıl paylaşacağı meselesidir.
Görüyoruz ki Abdullah Öcalan sorunu böyle tanımlıyor. Yani ona göre ‘Türk ulusu’ içinde bir ‘Kürt ulusu’ var ve bu ‘Kürt ulusu’nun bir ulusal egemenliğinin olması gerek, sorunun çözümü içinde Kürtlerin ulusal egemenliği ile Türk ulusundan geri kalanın ulusal egemenliği arasında bir denge kurulması gerekiyor.
‘Tek bayrağı ve tek devleti kabul ederim ama...’ diyor Öcalan, ‘Kürtlerin de kendi egemenlikleri olmalı, hatta kendi güvenlik örgütleri, kendi dini örgütleri vs. de olmalı.’ İkinci bir tanım ise şu olabilir: Kürt sorunu, bir ulusun içinde, o ulusu oluşturan hayli kalabalık bir etnik grubun kendisini aşağılanıyor, ikinci sınıf görüyor, eşit görmüyor, olanaklardan eşit yararlandığını düşünmüyor olması sorunudur. Bunlar, ki hepsi ‘eşitlik’ kavramıyla yakından ilişkili şikâyetler, giderilirse, giderilme yoluna girildiği artık geri dönüşü olmaz biçimde gösterilirse, Kürt sorunu çözüm yoluna girer.
İkinci tanım ise Adalet ve Kalkınma Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi dahil siyasi sistemin önemli bir bölümüyle Türk medyasının büyük çoğunluğunun kabul ettiği veya etme yoluna girdiği tanım.
Bana soracak olursanız, iktidardaki Ak Parti’nin bu benim ikinci tanımım çerçevesinden taşıp da birinci tanımın çerçevesine girmesi, imkânsız gibi bir şey.
Yani, bir nevi federasyona veya federatif haklara gidilmesinin kapısını ne Ak Parti açabilir ne de başka bir siyasi güç.
O halde Abdullah Öcalan’ın ‘açılım’ı karşılanması imkânsız talepler içermektedir.
Burada tek tek taleplere girmeye gerek yok. Öcalan’ın bazı talepleri var ki bunları kendisine ‘demokrasi’ adını veren her devletin zaten yerine getirmesi gerekir. Sorun Öcalan’ın taleplerinin felsefi anafikrinden kaynaklanıyor; çünkü bu taleplerin samimi biçimde karşılanmak istenmesi halinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin gerçek manada değişmesi gerekir.
O felsefe modernizmdir. Modernist felsefe, yurttaşların etnik veya dini kökenlerine, felsefi inançlarına vs. bakılmaksızın kanun önünde eşit olmasını, gündelik hayatta da eşitliğin sağlanması için gereken aktif önlemlerin alınmasını emreder.
Oysa Öcalan’ın önerisinin ruhu, Türkiye Cumhuriyeti’nin etnik esaslı bir cumhuriyete dönüşmesini öngörüyor.
Buna, açık söyleyeyim, ben de karşıyım.
Belki Kürt dostlar romantik bulacaklar ama ben sorunlarımızın çözümünün ‘özgürlük-eşitlik-kardeşlik’ prensiplerinin hayata geçmesinde yattığını ve Kürtler açısından da orta-uzun vadede bu çözümün eğer becerilebilinirse çok daha iyi bir çözüm olduğunu düşünüyorum.
Yarın neden böyle düşündüğümü anlatmaya çalışayım.
RADİKAL