Başbakan Ahmet Davutoğlu, TRT ortak yayınında soruları yanıtladı.
G-20 Zirvesiyle ilgili değerlendirmesi sorulan Davutoğlu, zirvenin, uluslararası ekonomik politiğin son derece kritik kavşağında yapıldığını söyledi.
G-20'nin, özellikle 2008 krizinden sonra zirve düzeyinde toplanmaya başlanmasıyla sadece maliye ve ekonomi bakanları düzeyinde değil, dünya gündeminin bütün küresel ekonomi konularının değerlendirildiği, 1 yıllık perspektifle yeni hedeflerin ortaya konduğu bir platform oluğunu dile getiren Davutoğlu, birkaç açıdan bu toplantının önem taşıdığını vurguladı.
Bu oluşumun, BM Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesi ve daha sonra G-8 adını alan yapıdaki üyeler gibi, dar ve temsil kabiliyeti zayıf bir topluluk olmadığına dikkati çeken Davutoğlu, temsil kabiliyetinin geniş olduğunu, hem gelişmiş ve gelişmekte olan hem de dinamik ekonomileri barındırdığını anımsattı.
G-20'nin "hiçbir ekonominin ihmal edilmemesi gerektiği varsayımı" üzerine kurulduğunu, 2008 krizi sonrası önemli rol oynadığını, farklı ülkelerin bir araya gelerek dünya ekonomisinin nasıl canlandırılması gerektiği konusunda fikir alışverişinde bulunduğunu ve yapısal reformların önünü açtığını anlatan Davutoğlu, söz konusu krizin küresel ekonomileri etkisi altına aldığını, Avrupa'da arka arkaya 3 resesyon sarkacının gündeme geldiğini belirtti.
Japonya'da negatif büyümelere gidildiği bir dönemde 20 ülkenin bir araya gelerek bir perspektif çizmesinin önemli olduğunu kaydeden Davutoğlu, daha önce ortaya konulan 2017'ye kadar dünya ekonomisinin ortalama yüzde 2 büyümesi hedefinin hala gerçekleşemediğini, böyle bir ortamda G-20'nin toplandığını anımsattı.
Rusya ile yaşanan kriz ve bu ülkenin karşı karşıya kaldığı yaptırımların etkisi bulunduğunu, diğer taraftan petrol fiyatlarındaki düşmenin Türkiye gibi bazı ekonomiler için iyi işaretler verdiğini, Rusya gibi bazı ekonomiler için ise alarm sinyalleri anlamına geldiğini kaydeden Davutoğlu, çıkarları farklı alanlarda çelişen ülkelerin, ortak küresel ekonomik politika geliştirme noktasında aralarındaki tutum farklılıklarını gidermeye çalıştıklarını söyledi.
Durgunluktan çıkılması
Liberal ekonomiler arasında da görüş ayrılığı bulunduğunu, 20 ülke liderinin katıldığı ilk oturumda en fazla üzerinde durulan konunun hangi yapısal reformlarla durgunluktan çıkılabileceği üzerine olduğunu belirten Davutoğlu, petrol alıcı ve satıcıları, üreticileri ve tüketicileri ayrımı dışında, Batı bloku içindeki bir başka ayrımın başını ABD'nin çektiği, "dünya piyasasının talep artışı yönünde gelişmesini" öngörenler ile başını Almanya'nın çektiği "antienflasyonist politikalarla talebi değil enflasyonu kontrol alında tutalım" diyenler arasında yaşandığını ifade etti.
Bunların 20 liderin katıldığı kapalı oturumda tartışıldığını anlatan Davutoğlu, "Bizim açımızdan bu görüş ayrılıklarının giderilmesi önemli çünkü biz, AB pazarının daralmasını istemeyiz. Dış talebin artması Türkiye için olumlu bir haberdir, talep düşmesi bizim ihracatımızı da olumsuz etkileyecek. Sıkı politikalar, Avrupa içinde özellikle Avrupa piyasasının daralmasına yol açacak politikalar da negatif etki yapacak unsurlar içeriyor" diye konuştu.
Zirvede çok canlı, açık sözlü tartışmalar yaşandığını bildiren Davutoğlu, "Bizim oradaki yaklaşımımız bu iki tutumun uzlaştırılabileceği yönünde. Yani antienflasyonist politikaların mutlaka talep daralmasına yol açmaması gerektiği ve yapısal reformlarla talebin artırılması ve reel sektörün önünün açılması ve aynı zamanda enflasyonun da kontrol altında tutulabilmesi dengesinin nasıl bulunabileceği yönündeydi" dedi.
"Türkiye, başarı hikayesi"
"Türkiye'nin kendi özgün deneyimlerinden yola çıkarak alternatif politika önerisi olup olmadığı, Türkiye'nin bundan sonraki rolünün değerlendirilip değerlendirilmediği" sorulan Davutoğlu, ilk oturumda Meksika ve Türkiye'nin takdimlerinin dikkati çektiğini, her iki ülkenin de zirve öncesi belirli konularda yapısal dönüşüm programları ilan ettiğini anımsattı.
"Dolayısıyla o oturumda Türkiye, bir başarı hikayesi şeklinde aslında ele alındı. Ben yaptığım sunuşta da daha önce zaten bu iki kanat tartışmışlardı, benim söz almamla birlikte bu iki kanadın aslında uzlaşması gerektiği tezini ben işledim" diyen Davutoğlu, Almanya'nın durağan ekonomilerin maliyetini ödememek için Avrupa içinde antienflasyonist sıkı para politikasına yöneldiğini, ABD'nin de öteki taraftan dünyayı resesyondan çıkarmak için öncülük ettiğini, ABD ve İngiltere ekonomilerinin performanslarının iyi olduğunu dile getirdi.
Böyle bir kutuplaşmaya gidilmemesi gerektiği üzerinde durduğunu bildiren Davutoğlu , "Bütün dünyada antienflasyonist politikalar ve sıkı para politikaları takip edilirse dünya ekonomisinin büyüme şansı kalmaz çünkü o andan itibaren talep daralması icap eder. Talep daraldığı yerde de arza yansır ve bunun doğurduğu bir sarkaçla zaten Avrupa son 6-7 yıl içinde üç kere resesyon kıskacı içine girdi bir daha girmesi durumunda çok sıkıntı yaşar" şeklinde konuştu.
Davutoğlu, öte yandan dünya ekonomilerinin enflasyon olgusunu gözardı etmesi durumunda ise enflasyon yönünde tırmanma olacağını, Türkiye'nin kontrol altında tutmaya çalıştığı enflasyon oranlarını zorlayabileceğini dile getirerek, "Benim orada üzerinde durduğum, Türkiye'nin tezi olarak üzerinde durduğum husus şuydu, bunun ikisini uzlaştırması gereken yer reel sektör reformları, yani yapısal reformlarla arzın da aynı oranda artabileceği, dolayısıyla enflasyon baskısının olmadığı, talep ile arzın daha üst bir dengede buluşması gerektiği" şeklinde konuştu.
Talep ve arzın bir dengede buluştuğunu, onu daha üst bir dengeye çıkarmak gerektiğini ifade eden Davutoğlu, Türkiye'nin 2014 yılı için üzerinde durduğu üç saç ayağından bahsettiğini söyledi.
Bunlardan birinin demokrasiye dayalı siyasi istikrar olduğunu, Türkiye'de bunun uzun yıllardır başarılabildiğini vurgulayan Davutoğlu, bu sayede kriz karşısında süratle tepki verilebildiğini, krizin yönetilebildiğini, kısa dönemli iktidarların bunu yapamadığını, Avrupa'da bir dönemi tamamlayabilen hükümet sayısının az olduğunu söyledi.
Makroekonomik istikrarın da önemine işaret eden Davutoğlu, üçüncü unsurun ise yapısal reformların kararlılıkla sürdürülmesi olduğunu söyledi.
Bunun üçü 12 yıldır devam ettiği için Türk ekonomisinin küresel daralmaya rağmen ortalama yüzde 5-5,5 oranında büyüme sağlayabildiğini vurgulayan Davutoğlu, "Daha önce de Türkiye böyle büyüyordu diyenler için söylüyorum, 90'lı yıllarda dünya ekonomisinin büyüme hızına baksınlar, Türkiye'nin büyüme hızına baksınlar. Yani dünya ekonomisi büyürken 90'lı yıllarda Türkiye çok az büyüdü. Dünya ekonomisi daralırken bizim iktidarımız döneminde büyümeye istikralı büyümeye devam etti" diye konuştu.
"Karşı karşıya kaldığımız şey saf finansal bir problem değil"
Ekonomik modelin değişmesi ve Merkez Bankasına siyasetin müdahale etmesine ilişkin tartışmaların sorulması üzerine Davutoğlu, küresel ekonomik krizin ülkeleri nasıl etkilediğiyle ilgili bilgiler verdi.
Küresel ekonomik krizin ardından 2009'da Dışişleri Bakanı olduğunu anımsatan Davutoğlu, 4-5 yıl içinde 7 Yunanistan, 8 Romen, 4-5 Fransız dışişleri bakanı gördüğünü belirtti.
Bu durumu siyasal istikrarsızlığın da tetiklediğine işaret eden Davutoğlu, artık ekonominin herhangi bir sektörünü diğerinden ayırmanın mümkün olmadığını anlattı.
Soğuk savaş sonrası krizleri anlattığı konuşmalarına değinen Davutoğlu, "1991 jeopolitik deprem, 2001'de güvenlik depremi, 2008'de ise ekonomik-politik deprem yaşadık. Ekonomik deprem değil bu, ekonomik politik deprem çünkü siyasal alanda yanlış alınan kararlar, bir müddet sonra bir ekonomik depreme yol açtı. Dolayısıyla karşı karşıya kaldığımız şey saf finansal bir problem değil. Sadece bankacılık sistemiyle ilgili alınabilecek tedbirlerle aşılabilecek bir durum değil" değerlendirmesinde bulundu.
Davutoğlu, ekonominin bütünlüğü ve siyaset alanının hemen hemen tamamını etkileyen bir tablo varsa çözümlerin de ekonomik-politik bütünlük içinde ortaya çıkması gerektiğini vurguladı.
"Bana kimse şunu diyemez 'Avrupa Merkez Bankası, Avrupa siyasi otoritelerinden hatta Almanya'nın siyasi tercihlerinden bağımsızdır' diyemez" ifadesini kullanan Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Makalelerimde, 1990'lı yıllarda da yazmıştım. 90'lı yıllarda Doğu Avrupa'daki demokratikleşme dönüşümünün en önemli motor güçlerinden biri Alman Merkez Bankasıydı. O zaman daha avroya geçilmediği için... Birçok Doğu Avrupa ülkesinde paralar çökünce Alman markı kullanılmaya başlandı. Bosna Hersek'te ve birçok yerde de. Bunu şunu için zikrediyorum; siyasi alan ile ekonomik alanı ekonomik alanda da finansal alanları reel sektör alanını birbirinden mutlak anlamda koparmak mümkün değil. Bu Merkez Bankasının bağımsızlığı karşısında söylenmiş bir çerçeve de değil. Merkez Bankası kendi parasal politikalarını ortaya koyarken rasyonel bir karar mekanizması içinde koyar. Bu ancak ve ancakhükümetlerin bütüncül politikaları içinde anlam taşır."
Faiz indirimi
Başbakan Davutoğlu, "Merkez Bankasının faizleri indirmesini bekliyor musunuz?" sorusu şöyle yanıtladı:
"Mayıs ayındaki beklenti bu aylara doğru yüzde 6'ya doğru gerilemesi. Olmadı. 'Niye olmadı' diye sorduğumuzda, tarım fiyatlarının beklenilenin üzerinde çıkması... Normalde yaz aylarda düşmesi beklenen tarım ürünleri fiyatları biraz da kuraklık sebebiyle yüksek çıktı. Peki bu neyi gösteriyor? Tarım politikalarıyla ilgili bir husus, Merkez Bankasının beklentilerini etkileyebiliyor. Dolayısıyla tarım politikalarından faiz politikalarını ya da enflasyon politikalarını ayırt etmek mümkün değil. Herhangi bir sektörden ayırt etmek mümkün değil."
Tarım politikalarıyla ilgili komite
Davutoğlu, konuyla ilgili yapısal bir karar aldıklarına dikkati çekerek, tarım politikalarıyla ilgili Merkez Bankası, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile ilgili sektörlerin içinde bulunduğu bir komite oluşturduklarını söyledi.
Merkez Bankası politikalarının, ülkenin genel ekonomik dengelerinin dışında ele alınamayacağını vurgulayan Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Koordinasyon etkinliği dışında bu politikaları nihai kertede etkileyecek şey hükümetin siyasi tercihleri, ekonomik tercihleri ve ne yönde ekonomi politikalarını şekillendirdiğidir. Şöyle düşününüz; G20 liderlerine açıkça yüreklilikle ifade ettim. Biraz da Türkiye'ye olan güvenin hissedilmesi için... 30 Mart ve 10 Ağustos seçimlerinden sonra, 62. Hükümet'in oluşumu esnasında da bir siyasi istikrarsızlık söz konusu olmuş olsaydı, bunların herhangi bir aşamasında, acaba Merkez Bankası enflasyon ve faiz oranlarını burada tutabilir miydi? Siyasi istikrarı gözardı eden bir ekonomik politika başarılı olabilir mi?"
Davutoğlu, Merkez Bankasının nihayetinde bir ekonomik bütünlük içinde hareket ettiğini belirterek, politikalarını da buna göre belirlediğini aktardı. Davutoğlu, şunları kaydetti:
"Hükümete belli konularda tavsiyelerde bulunur ama nihai ekonomik politika belirleme yetkisi de hesap sorulabilme yetkisi de hükümettedir. Hükümetin bu konuda söyleyeceği husus Merkez Bankasının irrasyonel bir politika yöneltilmesi de değildir. Aksine sağlıklı koordinasyon en doğru zamanda doğru politikaların belirlenmesini sağlar. Tabii ki dünyada faiz oranları aşağıya doğru çekilirken Türkiye'nin de bu faiz oranlarında reel sektörü teşvik edecek şekilde bir düşüş içine girmesi beklentisi reel sektörde olur. Enflasyon oranları ile faiz oranları arasındaki ilişkinin bu anlamda rasyonel bir şekilde tanımlanması ve dünya ekonomi politiğindeki gelişmelerle ülke ekonomisi arasındaki irtibatın doğru gözlenerek, önemli olan öngörülebilir bir ekonomik istikrarın sağlanması. Esas itibarıyla nedir? Parasal endikasyonlar ya da finansal ve mali endikasyonlar ülkedeki reel üretimin bir yansımasıdır. Nihayet reel olarak ne ürettiğiniz ve ne tükettiğinizle ilgili."
"Niteliksel bir sıçrama yapmak"
"Bu refahı sürdürebilmek ve ortaya koyduğunuz tezleri gerçekleştirebilmek için ne tür ekonomik araçlar öngörüyorsunuz?" sorusu üzerine Davutoğlu, Türkiye'nin 12 yıllık kalkınmasına bakıldığında atıl kapasitenin ciddi şekilde kullanıldığının görüldüğünü bildirdi.
Ahmet Davutoğlu, 2001 krizinden sonraki atıl kapasiteyi maksimum düzeyde kullandıklarını dile getirerek, "Türkiye'de 90'lı yıllarda ekonomi ve siyaset arasındaki ilişki o kadar yanlış yapılanmıştı ki çok ciddi bir kaynak kaybı vardı... Çok ciddi bir altyapı üzerinden kalkınma yatırımları ortaya çıktı. Duble yollardan hastanelere kadar ülkenin kalkınmasıyla zaruri olan her şey... Şimdi bugüne kadar yaptıklarımızın hepsi bizim için var olan yapı içinde bir sıçramaydı. Şimdi yapmamız gereken sadece niceliksel ve atıl kapasite kullanımının ötesine geçerek niteliksel bir sıçrama yapmak. O da nasıl olur. Teknoloji yoğun alanlara yönelmek gibi" şeklindeki görüşlerini paylaştı.
"Hiçbir ülkede son bir yıl içinde 1,2 milyon iş üretilmedi"
"Sektörel bir teşvik olup olmayacağına" ilişkin soruyu Davutoğlu, "Kesinlikle" diye yanıtladı. Davutoğlu, "Sadece 6 bölgeye dayalı bölgesel teşviklerin ötesine geçecek şekilde, bizim belli alanlara, yani teknoloji yoğun sektörlere ayrıca teşvik vermek suretiyle bu sektörler eğer birinci ve ikinci bölgenin dışındaysa daha da fazla teşvik vermek suretiyle Türkiye'nin geneline bunu yaymak..." ifadesini kullandı.
"Buradaki ikilem şu; hem istihdamı düşünmeyeceksiniz teknoloji yoğuna geçerken çünkü Türkiye nüfusu hızlı büyüyen bir ülke, bundan da şikayetçi değiliz" değerlendirmesinde bulunan Davutoğlu, şöyle devam etti:
"G20'de bir başarı hikayesi olarak herkes tarafından kabul edildi, 1,2 milyon istihdam bir yıl içinde, krizden bu yana Türkiye'de 5,6 milyon iş, istihdam oluştu. Şimdi son işsizlik rakamlarının biraz yüksek çıkması, tabii gerekli tedbirleri alacağız ama nihayetinde dünya ölçeğine bakıldığında başka hiçbir ülkede son bir yıl içinde 1,2 milyon iş üretilmedi ekonomik krizden sonra. Yani burada bizim niteliksel sıçramamız, teknoloji yoğun ve insan kaynağını güçlendirmemiz."
Türkiye'nin elindeki kaynakların insan ve coğrafyası olduğuna işaret eden Davutoğlu, coğrafyayı etkin kullanacaklarını, insanın niteliğini artıracaklarını vurguladı.
Bunun da inovasyonla teknoloji kullanımı, eğitimle insan kaynağını geliştirmeyle olacağını dile getiren Davutoğlu, "12 yıllık eğitime geçişten üniversiteleri teşvike kadar. Şu an Türkiye'nin ortalamasına bakarsanız, orta iki terk bir ülkeyiz. Bizim bunu liseye, üniversiteye çıkarmamız lazım. Zaten yapısal projeye baktığınızda, 25 sektöre, hep bu yönde atılan adımlar. Coğrafyamızı da enerji transiti olarak da ulaştırma hatlarının geçişi olarak da etkin bir şekilde kullanacağız" diye konuştu.
"Irak piyasasını kesinlikle terk etmemiz lazım"
Başbakan Davutoğlu, başka bir soru üzerine, 9 sektör programının kritik maddelerinin birinin "taşımacılıktan lojistiğe geçiş" olduğunu söyledi.
Bunun niteliksel değişme olduğunu anlatan Davutoğlu, şunları kaydetti:
"Taşımacılık sadece bir malı alıp, bir yerden bir yere taşımak suretiyle tamamıyla niceliksel bir şeydir. Lojistiğe geçtiğinizde artık taşımacılık bir derinlik kazanıyor. Lojistik limanlar oluştuğunda, yani bir bütün olarak bakıp 'şu taşımacılık, şuralarda mallar birleşecek, şu limandan aktarılacak ve dünya ekonomisiyle entegre olacak', bu lojistik bakışıdır. Tipik bir yapısal değişim şeyidir bu taşımacılıktan lojistiğe geçiş. Mesela sağlık reformundan sağlık turizmine geçiş, yapısal bir değişikliktir. Sağlıkta büyük reformlar yaptık. Kendi ülkemiz, kendi insanımız için başarılı da olduk. Şimdi bunu bir sektör haline dönüştürmemiz lazım sağlık turizmi üzerinden."
"Şu andaki yaptığımız, bu reel sektör açılımlarının çoğunda bu yapısal değişim var, ithalata olan bağımlılığın azaltılması" ifadesini kullanan Davutoğlu, "Ara malı ithalatı mesela, Türkiye bir kilogram mal şey yaptığında 1,5 dolar kazanıyor. 1,5doların karşılığı Almanya 4,5 dolar kazanıyor" dedi.
Başbakan Davutoğlu, "Yani hacim ile nicelik ile niteliksel kar arasında bir fark olmuşsa bizim süratle yapmamız gereken makro ekonomik istikrarı koruma tedbirleri ki önümüzdeki hafta muhtemelen ya da daha sonraki hafta makro ekonomiksektörel değişimleri de ilan edeceğiz. Orada istikrarı korurken reel sektörü bizim ciddi, yeni bir yapısal çerçeveye oturtmamız, geliştirmemiz lazım" değerlendirmesinde bulundu.
Hala üzerinde düşünmeleri gereken alanların olduğunu belirten Davutoğlu, şu görüşleri bildirdi:
"Geçen Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu'nda, DEİK'te konuşurken iş adamlarımıza seslendim. Hiçbir kriz sadece risk değildir. Kriz sonrasına hazırlanabilirseniz her krizden bir fırsat çıkar. Avrupa Birliği'ndeki resesyon sonrası döneme şimdiden hazırlanıp Avrupa Birliği'nde hangi sektörlerde, sadece beyaz eşya alanında değil hangi sektörlerde Avrupa piyasasında boşalan alanları doldurabiliriz planlamamız lazım. Komşu ülkelerdeki siyasal krizlerin sonrasına yönelmemiz, Irak piyasasını kesinlikle terk etmemiz lazım. Afrika'da, niye açıyoruz bu kadar çok büyükelçilik? Afrika'da ticareti artırma yanında şirketlerimizin yapısallarının değişmesi için Afrika'daki piyasaları kullanmamız lazım."
"Türkiye olarak şunu bilmemiz lazım, yine yapısal bir unsur olarak, hem demokrasisi Avrupa standartlarında olacak, üretimi ve verimliliği Çin standartlarında" diyen Davutoğlu, "Buradaki temel çelişki alanı ne? Emek ücretleri çok yüksek bizde. Avrupa standartlarında sendikal yapılanma olduğu için. Çin'de olmayan bir şey. Çin ile o yüzden rekabet gücümüz zayıflıyor. O zaman yapılması gereken, Afrika'daki birçok firma Etiyopya'da tekstil fabrikaları kuruyor, ucuz işgücü olan yerlerde de yatırım yapmak. Hem oradaki insanlara istihdam oluşturmak ama şirketlerimizin yapısal olarak da kendini yenileyebilecekleri ve katma değerlerini artıracakları dış yatırıma yönelmesi bizim kazancımızdır" ifadelerini kullandı.
"Gerektiğinde tabii her türlü tedbir alınır"
Bütün bunlarla birlikte artık daha büyük ölçekli düşünülen, sadece Türkiye sınırları içinde değil küresel alandaki her türlü mal ve para akışını gözeterek tepki verebilen bir yapıya kavuşulması gerektiğini vurgulayan Davutoğlu, "Aslında takdir etmek ve burada bir kez daha teşekkür etmek istiyorum, ihracatçılarımız ve girişimcilerimiz böylesi bir dinamik yapıya da sahipler. Son ihracat rakamlarındaki artış bunun çarpıcı bir göstergesi" dedi.
Davutoğlu, dolayısıyla gerek Merkez Bankasının finansal istikrar faaliyetleri gerek bütçe disiplini gerekse reel sektörde bütün bunları bir entegre politikanın parçası olarak gören bir yaklaşımı egemen kılacaklarını dile getirdi.
"Hele hele son dönemde dünyanın her yerinde siyasi iktidarlarla merkez bankaları arasında çok daha fazla iletişimin olduğu bir döneme giriyoruz çünkü her birini etkiliyor" diyen Davutoğlu, şunları kaydetti:
"Şu anki yapı içinde dahi bir takım kısıtlayıcı yaklaşımlar yerine daha açık bir şekilde konular iletişim içinde konuşulduğunda birçok problemin aşılacağı kanaatindeyim ama gerektiğinde tabii her türlü tedbir alınır. Şu anda Türkiye'nin siyasi istikrarı ile ekonomik istikrarımızın bu derece önemli olduğu ve aslında işleyişte de bu anlamda bir sıkıntının olmadığı bir dönemde hepimizin yoğunlaşması gereken bu istikrarın nasıl korunacağı. Bizim hükümet olarak 2015 seçimlerine giderken hiçbir zaman popülizme düşmeden ama bir taraftan da bu ülkenin kalkınma ve büyüme hedefleri gerçekleşmeden bu ülkede siyasi istikrar da olmaz. Siyasi istikrarın olmadığı yerlere bakınız, kalkınma ve büyüme rakamlarının düştüğü yerlerdir çünkü istihdam da düşüyor, sosyal problem çıkıyor.
Onun için temelde Merkez Bankasının politikalarının mutlaka büyümeye ve reel sektöre ön açacak şekilde olması lazım. Enflasyonla büyüme arasında bir kaçınılmaz çelişki varmış gibi bir yaklaşımla faiz politikalarını buna göre belirlediğinizde aslında bir kısır döngüye girmeye başlıyorsunuz. Halbuki ülkenin kaynaklarıyla arz talep dengesine dayalı bir büyümeyi öngördüğünüzde ortaya çıkacak olan yeni denge daha yukarıda ve enflasyonla faizin yeniden belirlendiği daha bir üst düzeyde ortaya çıkar."
"Anlaşmalara sadık kalınmasını istedim"
Son çeyrekte yüzde 2.2 sanayi üretim artışı olduğunu ifade eden Davutoğlu, ihracat yüzde 4.6 arttığını söyledi. Davutoğlu, 2014'ün kendileri için sınama olduğunu iki seçim yaptıklarını, 2015 seçimleri bulunduğunu hatırlattı.
İki seçime rağmen Türkiye'nin siyasi istikrarını koruduğunu dile getiren Davutoğlu, "Siyasi istikrarı korumakla birlikte 62. Hükümeti kurar kurmaz ilk yaptığımız şey orta vadeli programı açıklamak. Dolayısıyla makro ekonomik istikrar konusunda da bir perspektif öngörü ortaya koyduk. Şimdi üçüncü ayak olan sektörel reformlar yani yapısal reformları tamamıyla reel sektörden alıp kalkınmanın altyapısını oluşturacak 25 yapısal reform programı uyguladık" diye konuştu.
Başbakan Davutoğlu, orada böyle bir yapısal reform sunuşu yapan 25 sektörde bir tek Türkiye ve Meksika olduğunu anımsattı.
"Çin doğu kalkınmasında küreselleşmeye doğru gidiyor, bu G20'ye yansıdı mı? Türkiye'nin burada kesin bir bakış açısı var mı, bunu uluslararası platformlarda belli ediyor mu?" sorusu üzerine Davutoğlu, "Aslında var. Bir oturumda ticaret, bir oturumda enerji konuşuldu, bir oturumda finansal yapı konuşuldu. Her birinde söz alarak Türkiye'nin görüşlerini ifade ettim. Mesela ticaret konusuna çok ciddi bir tartışma yaşandı, çok verimli bir tartışmaydı" yanıtını verdi.
Dünya Ticaret Örgütünün etkin çalışması gerektiğinin tartışıldığını dile getiren Davutoğlu, dünya ticaretinin senede yüzde 6-7 artarken son yıllarda yüzde 3'lük arttığını, bu daralmanın dünya ekonomisinin büyüme yönünde ne kadar yavaşladığının göstergesi olduğunu söyledi.
Davutoğlu, ikili, çoklu, bölgesel, çok taraflı anlaşmaların birbirleriyle tutarlı olmasının en önemli hususlardan birisi olduğunu kaydetti.
Avrupa Birliği'nin tek taraflı olarak serbest ticaret anlaşmaları yaptığını belirten Davutoğlu, bunun giderilmesi gerektiğini, giderilmemesi halinde Türkiye'nin tek taraflı tedbir almak durumunda kalacağını belirtti.
Başbakan Davutoğlu, 20 lidere Avrupa Birliği üyelerine çağrıda bulunduğunu, anlaşmalara sadık kalınmasını istediğini dile getirdi. Bunun yolunun da Türkiye'nin onayı olmadan başka hiçbir üçüncü ülkeyle serbest ticaret anlaşması yapmamaktan geçtiğini ifade eden Davutoğlu, şunları kaydetti:
"Dünya Ticaret Örgütü ve OECD Genel Sekreteri de hak verdi. IMF Başkanı da 'biz bu perspektiften bakmamıştık, üzerinde duralım' dedi. Önemli olan şu; Türkiye'nin kendi çıkarları var, bunu gözetmek durumundayız uluslararası bütün platformlarda. Dünya ekonomi politikasının nereye gitmesi gerektiği gibi Türkiye'nin özgün görüşlerinin olması lazım çünkü Türkiye seyirci olamaz. Türkiye burada gelişmiş ülkeler konuşurken, biz de 'ne olup bittiğini anlayalım' diye orada bulunamaz. Aksine dünya ekonomi politiği ne yönde gitmesi gerekiyorsa o yöne işaret etmesi gerekiyor."
Davutoğlu, "Bizim artık dünya ekonomisinde edilgen, o ekonomik kararlarından etkilenen bir taraf olmaktan çıkmamız, kendi çıkarlarını korumakla birlikte dünya ekonomisine yön veren bir ülke konumu kazanmamız lazım ki bu zirvede hemen hemen her oturumda bu konularda görüş beyan ettik, çok verimli çok güzel tartışmalar oldu" dedi.
Çözüm süreci
Çözüm süreciyle ilgili değerlendirmelerde bulunan Davutoğlu, siyasi istikrarın ülkelerin iç bünyesindeki istikrarla doğrudan irtibatlı olduğu belirtti.
Davutoğlu, 1990'lı yıllarda bunların konuşulamayacağını anlatarak, "90'lı yıllarda bir Türk Başbakanı gidip de 20 büyük ekonomi arasında iddialı bir şekilde şu konuları gündeme getirme cesareti bulamaz ya da 'G20 dönem başkanlığını aldıktan sonra şu hedeflere ulaşmak istiyoruz' demesi çok zor olurdu. Neden? 90'lı yıllarda ekonomik büyüme olmadığı gibi siyasi istikrar da yoktu ve iç barış yoktu, en önemli şey bu. Terörle ve siyasi istikrarsızlıklarla malul olduğunuzda ekonomik politika geliştirmeniz kolay olmaz" diye konuştu. 12 yıllık dönemde, iç barış tahkim edildikçe gelişme sağlandığını bildiren Davutoğlu, bu anlamda çözüm sürecinin sadece siyasal ya da sosyal barışı öngörmediğini, aynı zamanda Türkiye'nin ekonomik kalkınmasının da en önemli araçlarından olduğunu kaydetti.
6-7 Ekim olayları
Davutoğlu, hükümetin kurulmasının ardından 3 Eylül'de güvenoyu almadan çözüm süreciyle ilgili yeni bir mekanizma ilan ettiklerini ve süratle bunun üzerine gidileceğinin işaretini verdiklerini hatırlattı.
Bir an önce nihai bir hedefe ulaşma arzusunda olduklarını belirten Başbakan Davutoğlu, şöyle devam etti:
"6-7 Ekim olayları maalesef bu konudaki kırılganlığı ortaya çıkardı. Aslında bir anlamda da çözüm sürecinin nasıl provoke edilebileceğini bir kere daha gösterdi. Aslında geçen sene mayıs ayında çekilmesi gereken silahlı unsurların çekilmemesinin sebeplerinden biri de Gezi olayları, arkasından da 17 Aralık'tı. Bu planlamada, 1 yıl 4 aylık gecikme söz konusuydu. Bunun bir an önce giderilmesi için süratle adım atmak gerekiyordu."
Davutoğlu, çözüm süreciyle ilgili haziran ayında çıkarılan yasanın yasal zemin oluşturduğuna da değinerek, 6-7 Ekim'den sonra iki kanatlı bir politikayı devreye soktuklarını anımsattı.
Siyasi özgürlükler için de ekonomik faaliyetler için de kamu düzeninin esas olduğunu vurgulayan Davutoğlu, kamu düzeninin sarsıldığı yerde çözüm sürecinin başarılı olamayacağını ifade etti.
"Çözüm sürecini başarıya ulaştırma yönünde kararlıyız"
Davutoğlu, 6-7 Ekim olaylarında Türkiye'de bazı çevrelerin kamu düzenini sarsmak ve kamu düzeni üzerinden ekonomiye darbe vurmak istediklerinin altını çizerek, birçok girişimle hükümetin kararlı tutumunun ortaya konduğunu bildirdi.
Başbakan Davutoğlu, şunları söyledi:
"Ne olursa olsun biz çözüm sürecini başarıya ulaştırma yönünde kararlıyız. Bu konuda herhangi bir ispat durumunda değiliz çünkü attığımız her adım kararlı tutumumun göstergesi. Ama karşımızda da tek taraf yok. Çözüm sürecinin tarafı nihayette halkımızdır. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki Kürt vatandaşlarımızdır, oradaki bütün sivil toplum kuruluşlarıdır, bütün partilerdir. Şu ana kadar da çok ciddi mesafeler alınmıştır. 6-7 Ekim olayları, evet, ekonomimize zarar vermiştir. Türkiye'de bir anlamda ciddi bir tepki de görmüştür ama nihai kertede 6-7 Ekim olayları Güneydoğu'da yaşayan vatandaşlarımızın da tepkisini görmüştür aynı zamanda. Bu da çözüm sürecinin toplum olarak bütünüyle sahiplenildiğini ortaya koydu."
Avusturalya'ya gitmeden önce bazı taşların yerine oturması gereği ve çözüm süreciyle ilgili bir toplantı yaptıklarını belirten Davutoğlu, "Eğer HDP kanadından ve değişik taraflardan 6-7 Ekim olayları hala doğru yapılmış gibi ısrar olsaydı, açık söylüyorum, bazı kanalların açılması mümkün olmazdı" görüşünü bildirdi.
"Bizim irademiz her zaman açık"
Davutoğlu, hem bazı öz eleştiriler hem verilen mesajlarla çözüm sürecinin bir an önce başarıyla sonuçlanması yönünde bir irade beyanının söz konusu olduğuna işaret etti.
"Bizim irademiz her zaman açık" ifadesini kullanan Davutoğlu, bunu da "Eşit vatandaşlık ilkeleri etrafında demokratik bir cumhuriyetin inşasıyla herkesin her türlü hakkı kullanabildiği ama kesinlikle ülkenin kamu düzeninin tehdit edilmediği ve başkalarının haklarına müdahil olunmadığı, başka ülkelerde, Irak'ta, Suriye'de görüldüğü gibi Türkiye'de etnik ve mezhep temelli bir çatışma ortamının yaratılmasını imkansız kılacak yeni bir Türkiye'nin inşası" sözleriyle açıkladı.
Davutoğlu, 6-7 Ekim olaylarında bazı taraflar için "bu irade var mı" sorusunun zihninde yer ettiğini dile getirerek, son gelinen noktada, Türkiye'nin daha olumlu bir yerde olduğunu kaydetti.
Çözüm sürecinde nehrin yarısının çoktan geçildiğini anlatan Davutoğlu, "Bir an önce karşı tarafa ulaşmak istiyorsak özgürlükler ve temel insan hakları çerçevesinde meseleleri ele almalıyız. Silahla, şiddetle artık Türkiye'de bunların elde edilemeyeceği konusunda herkesin mutabık kalması ve silahların en kısa sürede terk edilmesi icap eder" diye konuştu.
"Bunları ülkeyi bütünleştireceğine inandığımız için yaptık"
Davutoğlu, PKK ile görüşülmesine ilişkin ise şunları ifade etti:
"Aslında bu talep ve beklenti açısından bakıldığında, nihayet bir sorun varsa, sorunun çözülmesi için bir çerçeve oluşturulacaksa, bu sorunun tarafı olan veya bu sorundan bir çözüm bekleyenlerin talepleri ve beklentileri ne olurdu? Bu günlerde, 1990'lı yıllarda yazılan bazı raporlar, 1996'da mesela CHP'nin hazırladığı Kürt raporu var. O yıllarda dile getirilen talepleri arka arkaya koyduğumuzda, ne denmiş mesela? 'OHAL kalksın', kalktı. 'Kürtçe rahatlıkla konuşulabilsin, yayın yapılsın', olmuş. 'Hapishanelerde Kürtçe yasağı kalksın', yapılmış. 'Kürtçe konusunda enstitü açılsın', açılmış. 'Kürtçe özel okullarda okutulma imkanı bulunsun', yapılmış. Biz bunları yaparken bir müzakere ederek, 'Şunu yaparsanız biz karşılığında şunu yaparız' diye yapmadık. İnsanların en doğal hakları olan hususlarda zaten siyasal bakışımız evrensel bakış olduğu için AK Parti olarak geldiğimiz andan itibaren hep bu perspektiften baktığımız için, bunları bir müzakere sonucunda yapmadık, doğru olduğuna inandığımız için yaptık. Bu ülkeyi bütünleştireceğine inandığımız için yaptık."
AK Parti'den önce, Türkiye'de iki uç nokta olduğuna işaret eden Davutoğlu, "Bunlardan biri, Kürtlere Kürtçe konuşma hakkı, müzik yapma, propaganda hakkı verilirse ülkenin bölüneceği, diğeri de bunlar verilmezse savaşıp ayrı devlet olacakları savunuldu" dedi.
Davutoğlu, "Öyle bir noktaya geldik ki demokratikleşme süreci içinde bunların hepsi gerçekleşti, ülke bölünmedi. Aslında aidiyet bilinci kuvvetlendi" değerlendirmesinde bulundu.
"Haklar demokrasiyle elde edildi, silahla değil"
Güneydoğu'daki pek çok yerde 1994'te belli miktar üzerindeki gıdaya terör örgütünün eline geçmemesi için izin verilmediğini hatırlatan Davutoğlu, "eski Türkiye" derken en temel ekonomik aktivitelerin bile sınırlandığı, köylerin boşaldığı karanlık dönemden bahsedildiğini ifade etti.
Başbakan Davutoğlu, AK Parti döneminde her yerin şenlendiğini, boşaltılan yerlerin ihyası, tazminatların gerçekleştiğine de dikkati çekerek, "Bunlar demokrasi içinde yapıldı. Birileri bunları silahla elde etmiş değil. Demokrasi olmasaydı silahın karşısına daha büyük silah çıkardı. Devletin daha büyük silah çıkarma gücü her zaman daha fazladır" diye konuştu.
Davutoğlu, "Şu anda çözüm sürecinin gelmesi gereken yer, 'her türlü talebin rahatlıkla ifade edildiği özgürlük ortamının sağlanması', sağlandı. O zaman talepler barışçıl biçimde ifade edilebiliyorsa kimsenin tekrar şiddet ve silah dili kullanmaması lazım" ifadelerini kullandı.
"Nihayette olması gereken silahların terkidir"
Davutoğlu, "700 küsur milyar liranın 166 milyarı Güneydoğu'ya yatırım olarak gitti. Bütün bunlara rağmen bu sorun çözülemiyorsa demokrasi enjeksiyonları acaba yeterli olmuyor mu, acaba müzakere, görüşme, karşı tarafta muhatap alma gibi bir mesele yok mu" sorusu üzerine, "Biz bunları yapmamış, bu demokrasiyi yaşamamış olsaydık, ülke 12 Eylül ya da 28 Şubat şartlarını yaşıyor olsaydı, bölge bir de böyle bir türbülansa girdiği dönemde acaba Türkiye iç bütünlüğünü, barışını koruyabilir miydi?" ifadesini kullandı.
Çözüm sürecinin şu anda kendi doğasıyla işlediğini dile getiren Davutoğlu, bu nedenle 6-7 Ekim olaylarının Kürt vatandaşlarda örgüte ve örgütün alandaki destekçilerine karşı bir tepki doğurduğunu söyledi.
Yeni bir anketin sonuçlarını açıklayan Davutoğlu, "(6-7 Ekim olaylarını doğru buluyor musunuz) diye sorulduğunda Kürt kökenli vatandaşlarımızın yüzde 70-75'i yanlış bulduğunu ifade ediyor, sadece Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da. Diğeri de 'doğru buluyorum' demiyor, fikir beyan etmiyor. Çok küçük bir marjinal kesim yüzde 15-20 gibi bir kesim 'evet doğrudur' gibi bir noktaya geliyor ki bu kadar büyük bir oranın buna karşı çıkması ve devlete dönüp 'benim kamu düzenimi koru' diye seslenmesi çözüm sürecinin en önemli başarısıdır bence" diye konuştu.
Davutoğlu, bir türbülans yaratılmak istendiğinde yöre halkının bunu istemediğini açık bir şekilde gösterdiğini kaydederek, "Nihayette olması gereken silahların terkidir" değerlendirmesinde bulundu.
Suriye'de Kürtlerin kimliğinin dahi Türkiye'nin baskı ve çabalarıyla verildiğini dile getiren Davutoğlu, bundan sonraki aşamada olacaklarla ilgili de şöyle konuştu:
"1 Ekim'de de her ne kadar 'bize bir yol haritası verilmedi' gibi birtakım geriye dönük şeyler yapılmış olsa da kendileri de çok iyi biliyorlar ki bizimle yaptıkları görüşmede 'şu konularda mutabıkız değil mi' diye kendilerine belli aşamalar ifade edilmiştir ve bu konularda mutabık olunduğu, özellikle de kamu düzeni konusunda, bakın bunu tekrar söylüyorum, kamu düzeni üzerinde herhangi bir ipotek kabul etmeyiz. Çözüm süreci bahane edilerek, kimsenin böyle bir ipoteği Türkiye üzerine bir Demokles'in kılıcı gibi tutturmasına izin vermeyiz. Ha bunda anlaşmışsak, ondan sonra ne talep ediliyorsa hep beraber bu konuşulur."
Yerel yönetimler
Davutoğlu, "Yerel yönetimleri konuşacak mısınız" sorusu üzerine, "Büyükşehir Yasası, Türkiye'nin Tanzimat'tan bu yana yapılmış en büyük devrimsel yerinden yönetim hamlesidir. Bunun yeterli olup olmadığını sosyal dinamikler gösterir. Bunları yetersiz gördüğünüzde size sorarlar, 'ne istiyorsun sen'... Eğer bu ülkede bir ayrılıkçılık, Suriye, Irak gibi bir etnik temelli politika istiyorsan bu çözüm süreci değil bu başka bir şey" yorumunu yaptı.
"Yerel yönetimler üzerinden kendilerini yönetmek istiyorlarsa bunu biz tolere edebilir miyiz devlet olarak" sorusunu Davutoğlu, şöyle yanıtladı:
"Kendileri dediğiniz bir kere kim? Kendileri dediğiniz şey, Türkiye o kadar kozmopolit bir toplum ki 'Kürtlerin otonomisi' denirse peki İstanbul'da da mı, Kürtlerin yoğun olduğu yerlerde otonom alanlar tanıyacağız? Mesela Konya'nın kuzeyinde Kürt yoğunluklu ilçeler var. Yani böyle bir yapıya mı geçeceğiz? Türkiye Lübnanlaşacak mı yani? Böyle bir talep varsa bu olmaz. Onun için zaten son dönemde çözüm süreci bağlamında HDP'den, birçok yerden gelen 'biz üniter devlete karşı değiliz' ifadeleri bu anlamda bizim için çözüm sürecinin ayrılmaz parçasıydı. Ayrıca da kusura bakmasınlar ama Kürtleri temsil hakkını kimse HDP'ye veya PKK'ya vermiş değil. Biz AK Parti olarak iddialı bir şekilde söylüyoruz, biz Kürtleri daha çok temsil ediyoruz."
"Birisi 'şu bölge bana ait' derse 'kusura bakma' derim"
Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Onlar isyan ettiler ve 30 yıldır o isyanı bastırmaya çalışıyoruz, onlarla görüşüyoruz isyanı bastırmak için" değerlendirmesi üzerine de "Kürtleri temsil ederek 'biz yerinden yönetelim' dediğinizde o zaman Doğu Anadolu'daki ve Güneydoğu Anadolu'daki en büyük parti olan AK Parti gerçeğini yok saymış oluyorsunuz. Onların temsilinden daha fazla biz temsil ediyoruz. Birkaç ili çıkardığınızda il ortalaması itibarıyla da AK Parti'nin temsil gücü daha yüksek" ifadesini kullandı.
CHP'ye, MHP'ye "Siz de gidin alana" çağrısında bulunduğuna işaret eden Davutoğlu, bu hafta sonu Patnos'ta olacağını ve seçim kampanyalarına da Hakkari'den başlayacağını bildirdi.
Davutoğlu, önüne ne çıkarsa çıksın hem Başbakan hem de bu ülkenin taşına, toprağına aşık bir vatandaş olarak Türkiye'nin her yerine gideceğini vurguladı.
"Birisi şu bölge bana ait derse 'kusura bakma' derim. O bölge de bana ait ama şu bölge de sana ait, her bir bölge herkese ait" açıklamasında bulunan Davutoğlu, bunun yok edilmesi halinde çözüm süreci ne üretirse üretsin çözüm olmayacağını, sonunun da gelmeyeceğini belirtti.
Başbakan Davutoğlu, "Yani anladığımız, silahın susması, siyasi alanın açılması, çözümden bunu anlıyoruz" değerlendirmesiyle ilgili de şunları söyledi:
"Şunu da yapabilir; bir siyasi parti kurar, 'ben şu yönetim biçimini istiyorum' der. Kürt veya Kürt olmayan birisi 'federal yönetim iyidir' diye bir görüş beyan edebilir, bunun için bir parti teklif edebilir, bunun için bir siyasi hareket başlatabilir. Bu bir fikir özgürlüğüdür ama onu yapacağım diye silaha başvurursa bu suçtur. Dünyanın her yerinde suçtur, yalnız Türkiye'de değil ama herkes siyasi görüşünü ifade eder. Ben Meclis'te bazen oturduğumda hem mutlu oluyorum Türkiye'nin geleceği itibarıyla hem de bir anlamda, bazen tartışmanın dozu artınca tedirgin oluyorum ama mutlu da oluyorum, birbirine çok zıt iki parti HDP ile MHP yan yana oturuyor, hepsi de çıkıp kendi görüşünü ifade ediyor."
"Arkadaş sen ne istiyorsun' diye sorarım"
Başbakan Davutoğlu, herkesin fikrini ifade etme, siyasi örgütlenme özgürlüğü olduğunu vurgulayarak, daha önce, cumhurbaşkanı seçiminde Selahattin Demirtaş'ın aday olmasından ve kullandığı dilden çok mutlu olduğunu söylediğini de anımsattı.
Davutoğlu, "O Selahattin Demirtaş'tan 6-7 Ekim'de Türkiye'nin sadece bir kesimine, o bir kesimin de küçük bir kesimine hitap eden bir dil çıkarsa bu siyaset dili değildir. Bu dili başka biri, başka bir etnik grup için kullansa ona da aynı şeyi söylerim. Biz dilimizi Türkiye'nin her yerine hitap eden bir dil haline getirmek durumundayız" diye konuştu. Davutoğlu, 6-7 Ekim olaylarında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin tutumunun takdire şayan olduğunun da altını çizdi.
"Önemli olan ne istediğiniz konusunda zihninizin açık olması ve dilinizle zihniniz, dilinizle eyleminiz arasında da bir fark olmaması. 'Çözüm çözüm' deyip de Diyarbakırlı annelerin çocuklarını kaçırıyorsanız, 'arkadaş sen ne istiyorsun' diye sorarım ben" ifadesini kullanan Başbakan Davutoğlu, kaçırılan çocukların geri gelmesi için devletin bütün gücünü kullanacağını da sözlerine ekledi.
AA