Çözüm Sürecine Destek Yürüyüşü

ZEHRA TÜRKMEN

“Aynı daldaydık aynı daldaydık

Aynı daldan düştük, ayrıldık

Aramızda yüzyıllık zaman, yol yüzyıllık.”

Modernizmin en önemli projesi olan ve 19. yy’da kendi şartları içinde oluşan ulusçuluk, ulus devletlerin kurulmasıyla beraber büyük bir hız kazandı. Mustafa Kemal’in “bir ümmetten bir ‘millet’/(ulus) yarattık” sözleriyle gerçekleştirilen devrimlerin ardından Türkçülük toplumun her kesimine adeta bir din olarak dayatıldı ve bir üst kimlik haline getirildi. Şark ıslahat Planı’yla da Kürt halkını asimile ve sürgün politikalarıyla Türkleştirmek doğrultusunda önemli adımlar atıldı.  Birçok doğu ilinde Türk Ocakları ve okulları açıldı. Mardin’de köylere kadar bütün yerleşim bölgesinin isimleri değiştirildi. Kürtçe konuşmak yasaktı. Halk zaman zaman el kol işaretleriyle derdini anlatmaya çalıştı. 1930 yılında Adalet Bakanı olan Mahmut Esat Bozkurt’a göre memlekette Türk olmayanların tek bir hakkı vardı. Oda Türklere hizmetçi olmak, Türklere köle olmaktı.

Süreç içinde dini değerlerinden uzaklaştırılan, çeşitli baskı ve dayatmalarla karşı karşıya bırakılan Kürt halkının bir kısmı Türkiye’de Kürt Uluslaşması Hareketi olarak PKK’nın liderliğinde kitlesel bir desteğe ulaştı. Ve Abdullah Öcalan başkanlığında Kürt sorunu farklı bir boyuta taşındı. Birçok genç hayatının en delikanlı çağında eline silah alarak dağa çıktı. Ve böylece 30 yıldan fazla bir zamandırTürkiye’de Kürt sorunu adı altında bir savaşın içinden geçerek büyük acılar, kayıplar, kıyımlar yaşandı.  Bu süreçte zulüm, baskı, şiddet, kardeşkanı dökmek meşruu görülür oldu. Ve her geçen gün Kürt-Türk çatışması adı altında toplum kirletilerek, ölen insanların kanları üzerinden bile ırkçılık,  milliyetçilik yapıldı. Emine Uçak Erdoğan KEJE isimli kitabında farklı etnik kimliğe sahip insanların dağılma sürecini yaşanılmış öykülerden kalkarak şu cümlelerle özetliyor. “Askerin sesi giderek sertleşiyordu, anlamadığımız kelimeler çarpıyordu kulaklarımıza: ‘Kime diyorum, çocuk musunuz, terörist mi? Dağılın gidin, yoksa cop geliyor!’ Bir anda dağıldık hepimiz.  Aşağı mahallenin çocukları aşağıya, yukarı mahalleninkiler yukarıya doğru… Daha büyük dağılmalara giden ilk dağılmamızdı bu.”

Evet, bütün bu acılara, dağılmalara, ellerimizin, yüreklerimizin birbirinden kopartılmış olasına rağmen ancak geldiğimiz süreçte artık kimsenin tahammül gücü kalmadı. İnsanlar kan, ölüm, şiddet ve zulüm görmekten, dünyalarını kirletmekten adeta yoruldu. Ve bu günlerde bu kirli savaşın bitmesi, kanayan yaraların sarılması için önemli adımlar atılmaya başlandı. Özellikle Abdullah Öcalan’ın 21 Mart’ta Diyarbakır’daki Nevruz kutlamalarında okunan mesajı süreç için önemli bir başlangıç oldu. Öcalan’ın mesajında özellikle iki husus dikkat çekiciydi. Birincisi: Şiddetin çözüm aracı olmayacağını belirterek silahların susturulmasına ilişkin çağrısı. İkincisi ise: Türk ve Kürtlerin kardeş olduğu vurgusuydu. Özellikle BDP’nin 2011 yılında yaptığı 2. Olağan Kongresinde tüzük değişikliğine gidilerek“kardeşlik” vurgusunun tüzükten çıkartılmasının ardından yapılan ve neredeyse İslam kardeşliğiyle eş değer kılınan bu kardeşlik çağrısı daha bir önem kazandı. Bu gelişmede hem AK Parti’nin MİT üzerinden öne çıkan yaklaşımlarının, hem Kürt Ulusal Hareketi”nin lideri Öcalan’ın yaklaşımlarının önemli rolü var. Belirginleşen bu rol, karşılıklı olarak ulusçuluğun fıtrat dışı boyutunun kavranmaya başlanmasıyla doğru orantılıdır.

Resmi İmralı görüşmelerinden sonra gündeme gelen barış ve kardeşlik vurgularının yapıldığı ve zorlu bir dönemeçten geçtiğimiz bu değişim süreci içinde kafaların karışık olduğu da bir gerçek. Öncelikle şunu hatırlatmakta fayda var. Çözüm süreci öncesinde neredeyse her ay, bazen haftada bir en az 10’dan fazla cenaze haberi ile karşılaşıyorduk. Ancak bu son üç ay içerisinde meseleyle ilgili tek bir cenaze gelmiş değil.

Çözüm sürecinde rol alan Akil Adamlar arasında yer alan Abdurrahman Dilipak’ın da belirttiği gibi Türk-Kürt savaşında ölenlerin üzerinden “çakma şehitlik” edebiyatı ile Türk ve Kürt asabiyesinin güçlenmesi hayır getirmiyor; daha fazla ölüm, öldürme ve kin besliyor. Ama bu iki taraflı barış ve kardeşlik çağrısı ümidi bile ölümleri durdurdu. Bu da sürece dair kaygıları gidermesi açısından önemli bir nokta.

Ancak bütün bunlara rağmen süreç boyunca yapılan İslam vurgusunun doğru olup olmadığı, akil insanların bir işe yarayıp yaramadığı ve hükümetten para aldıkları, sürecin emperyalist bir oyun olup olmadığı gibi birtakım korku ve kuşkular dile getirilmektedir. Dolayısıyla süreç dikkatlice gözetilmeli, kışkırtıcı ve provokatörlere karşı kollanmalı ve kalıcılığı güçlendirilmelidir.

Çözüm sürecinin devam ettiği bu günlerde Müslümanlar olarak bizlerin yapması gereken İslam ümmetinin iki parçası haline getirilen Türk ve Kürt denilen taraflar arasında adalet temelinde barışa ve kardeşliğe teşvik etmenin ortakları olunmalıdır. Bu nedenle de ulus devlet yapısından dolayı ortaya çıkan zulümlerin kaynağının yine ulus devletler olduğunun ve bu anlayışın halklara özgürlük, huzur ve mutluluk vermeyeceğinin altı çizilmelidir. Kardeşliğin lafla değil, ancak İslami ilkelerle sağlanabileceği gündemleştirilmelidir. Renk ve dillerdeki farklılığın Allah’ın ayetlerinden olduğu ve anadille eğitimin her insanın ve Müslüman’ın hakkı olduğu, anadillerden seküler ulusçuluklar üretmenin de en büyük şirk ve zulüm olduğu  ortaya konulmalıdır.

Fıtratımızı yaratan ve onun yasalarını en iyi bilen Rabbimizdir. Her türlü şirki, zulmü, tuğyanı ve sömürüyü reddedip temiz fıtratla ve vahiyle buluşmak adalet ve özgürlük için asıldır. Rabbimiz bu istikamette olanlara şöyle buyuruyor: “Hep birlikte Allah’ın ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin. Allah’ın size olan nimetini anın. Hani siz birbirinize düşmandınız. Allah gönüllerinizi birbirine yaklaştırdı da O’nun nimetiyle kardeşler oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarındaydınız. Allah sizi oradan kurtardı. Doğru yola erişmeniz için Allah size ayetlerini böyle açıklıyor.” (Ali-İmran 103)

Artık ulusal bilinçaltlarının ürettiği ulusal kutsalları ve “Ya Sev, Ya Terk et” gibi kalıpları belleklerimizden temizlemek; fıtratla ve vahiyle kucaklaşmak ve yapay barikatları aşmak gerekiyor. Unuttuğumuz veya ihmal ettiğimiz sahih ölçülerimizi yeniden yeşertmeliyiz. Ortak değerlerimizi öncelemek, birlikte iş yapmak, diyalog yollarını oluşturmak, fıtri haklarımıza saygı göstermek görevi Türk ve Kürt Sorunları’na karşı son “çözüm süreci”nin bir kez daha gündeme getirdiği fıtri ve insani bir çağrıdır. Kur’an’ın çağrısı da nas’a yani insana idi. Kin, nefret, silah bırakıldıkça insanlık öne çıkar. İnsanlık öne çıktıkça diyalog, yardımlaşma ve tebliğ imkânları özgürlük kazanır.

Türk ve Kürt Sorunları’nda nefes alacağımız çözümler için özgürlük alanlarına yönelmeli, tavsiyeleşmek için hep birlikte yeni ve olumlu süreçlere bizler de adım atmalıyız. 27 Nisan Cumartesi günü Özgür-Der saat 13.30’da Fatih PTT’sinin önünden “Çözüm Sürecini Destekleme Yürüyüşü”ne katılıp bu adımların sahiplerinden olmaya ne dersiniz?