7 Haziran seçimlerinin ardından başlayan çatışmalı dönem kalıcı mı, geçici mi? Sürece bir süreliğine mi ara verildi? Çözüm kaldığı yerden devam eder mi? Çözüm sürecine kafa yoran herkesin aklından aşağı yukarı bu sorular geçiyor. Sürecin yeniden rayına girip girmeyeceği merak ediliyor.
Seçimlerin hemen ardından ateşkesi bozarak asker, polis, sivil ayrımı yapmadan saldırılar başlatan Kandil ve HDP'nin sürecin kaldığı yerden devam etmesini arzuladıkları sır değil. PKK'nın ateşkes sağlanması için Barzani'den Avrupa örgütüne, HDP ve sivil toplum kuruluşlarına kadar her çevreyi harekete geçirmeye çalışması da bunu gösteriyor. Hatta ABD ve AB üyesi ülkeleri bile tekrar müzakerelere dönülmesi için Türkiye'ye baskı yapmaya çağırıyorlar. 7 Haziran seçimlerinden sonra İmralı'da unuttukları Öcalan'ı yeniden hatırlamaları da bu yüzden; çatışma çıkarıp sıkıştıklarında nedense akıllarına hep İmralı geliyor. Apo'nun devreye girerek örgüte yeniden soluk aldırması bekleniyor.
Aslında Kandil'in savaşla barış arasında gidip gelen bu ruh hali çözüm süreci başladığı günden beri tekrarlanıyor. Kandil/HDP, ne savaşa ne barışa karar verebildi. Bu değişen ruh halinin örgütü etkileyen dış faktörlerle de bağlantılı olduğu muhakkak. Şam ve Tahran PKK'yı istediği zaman Türkiye ile çatışmaya sokabiliyor maalesef. Abdullah Öcalan, çözüm sürecini başlatırken PKK'yı bölgedeki Şii ittifakının taşeronu olmaktan çıkarmayı umuyordu. Ancak Öcalan'ın Kandil üzerindeki ağırlığı bunu başarmasına yetmedi. PKK, kendisinin bile cevabını veremediği bir şekilde Türkiye ile çatışmaya başladı.
PKK, "Demokratik açılım" sürecinin başladığı 2009'dan beri aslında aynı kanlı döngünün içinde deviniyor. Örgütün hapsolduğu bu kısır döngüyü Oslo görüşmelerine kadar götürebiliriz. Ankara son 10 yıldır bu meselede siyasetin meşru araçlarıyla yol almaya çalıştı; fakat PKK, her seferinde sudan bir bahane üretip silaha başvurdu ve siyasetin meşru araçlarıyla yol almayı reddetti. Suruç katliamının ardından asker, polis ve sivil vatandaşlara yönelik haince kastedilmesi Ankara'da bardağı taşıran son damla oldu. Bu saldırılar, devleti köklü bir değerlendirme yapmaya itti. Varılan sonuç; PKK, silahı bırakmadığı süreci Türkiye Cumhuriyeti devletinin "düşmanı" ve başlıca hedefi olarak görülecek. Çözüm süreci derin dondurucuda bırakılacak. PKK, Türkiye'ye karşı silahlı mücadeleyi bitirdiğini resmen ilan etmez ve silahlı unsurlarını Türkiye'den çekmezse "ulusal güvenliğe tehdit" olarak görülecek.
Gelinen aşamada Ankara'nın artık eskiye dönmesi bana zor görünüyor. Devlet beklentileri karşılanmadığı takdirde masaya oturmayacak. Bu tablonun kısa sürede değişmesi de zor. Çözüm sürecinin buzdolabından çıkarılması için PKK'nın 2013 çizgisine gelmesi şart. Ankara'ya terörle gözdağı vermek artık imkânsız. PKK'yla mücadelede ciddi bir uluslararası destek alan Ankara'nın, bu aşamadan sonra "Çözüm süreci kaldığı yerden devam etsin" demesi mümkün değil.
AKŞAM GAZETESİ