Çözüm Arayışlarında ‘Pusu’nun Değeri

KENAN ALPAY

Silvan’da 13 askerin ölümü ile sonuçlanan PKK saldırısı Kürt sorununda Hükümeti istenen istikamete sokabilir mi? Kürt sorununu öne alarak sorulan bu soru çok daha geniş bir alanı işaret ediyor aslında. Türkiye toplumu bir asırdır iktidar sınıflarının belirlediği çatışmaların ülkesi olmaya devam mı edecek yoksa bu çatışma potansiyelini sürekli büyüterek kendi bekalarını sağlama alan devlet sınıflarının oyununu bozacak mı?

Siyasi iktidar, Ergenekon ve Balyoz davaları çerçevesinde meydana çıkarılan cunta örgütlenmelerinin üzerine giderek Kürt sorununda daha fazla ağırlığını koyuyor. Problemin teşhisinde olduğu gibi tedavisinde de alternatif ve kalıcı çözümler üretmekten başka çareler olmadığı artık daha net olarak görülüyor. Başbakan Erdoğan’ın sürekli tekrarladığı “ret ve inkar politikalarını yok ettik, asimilasyon politikalarını da yok ediyoruz” sözleri Cumhuriyet dönemi gözönüne alındığında devlet söyleminde ciddi bir kırılmadır.

Zaman zaman klasik milliyetçi-devletçi söylem ile bu söylemi arasında git-geller yaşasa da Kürt sorununun çözümü noktasında Başbakan Erdoğan’ın oldukça önemli mesafeler katettiği ortada. Çözüm isteyenlerin Hükümetin bu yöndeki adımlarına çelme takması değil, doğal olarak eksiklik ve çelişkilerin giderilmesi noktasında gayret sarf etmesi beklenir.

Kürt toplumu ve kimliğine yönelik resmi ideolojik söylem ve eylemleri büyük oranda reddetmeyi başarabilmiş siyasi iktidara karşı nasıl bir siyaset izlenirse çözüm yolunda sonuç alınır?  Sistematik olarak olumlu adımları inkar eden, daima ayrılık noktaları üretip şantaj ve çatışmaya odaklanan bir siyaset, adaletin tesisi noktasında nasıl olur da maksadın hasıl olmasına hizmet eder!?

Hakkaniyetle şu hayati sorunun cevabı aranmadan sağlıklı bir yol tutulamaz: Sadece Kürt toplumunun değil bütün bir toplumun kişilik ve kimliğine yönelik inkar ve asimilasyon politikalarının merkez üssü neresidir, bu merkez üssünde kimler vardır? Herkes tarafından gayet net olarak biliniyor ki ret ve inkar politikaları Türk ulus kurgusuna hayatiyet kazandırmak için asker-sivil bürokratik unsurlar tarafından icra edildi. Türk ulus kurgusuna anayasa ve yasalarla, kurumlarla hayatiyet kazandırıldı. Zulmün asıl kaynağı askeri mantığa endekslenmiş laik-Türkçü devlet siyasetiyle hesaplaşmadan bir arpa boyu dahi yol alınamaz.

Kürt sorununun bir ürünü olan fakat gelinen aşamada Kürt sorununu ve toplumunu elinde rehin tutan PKK ve BDP-DTK çizgisinin gelip dayandığı yer şurasıdır: Basit ve ilkesiz bir bölgesel-hizipsel iktidar saplantısı ile AK Parti’yi önce bölgede ardından bütün ülkede zayıflatacak her girişime gönüllü yazılmak. Hükümeti zaafa düşürecek her türlü girişim bu zihniyete göre meşru hatta makbul addediliyor. Öyle ki PKK-BDP çizgisi MGK literatüründen yakinen tanıdığımız “öncelikli düşman konsepti”ni muhafazakar-dindar AK Parti iktidarına karşı her türlü gayri nizami harp aracını kullanarak icra ediyor.

Ateşkes meselesinden ‘Demokratik Özerklik’ meselesine kadar hemen her mesele tutarlılıklarına veya gerçekleşme ihtimaline bakılmaksızın boca edercesine kamuoyuna deklare ediliyor. PKK-BDP temsilcilerinin söylemlerinde maruz kalınan soykırım mı ararsın, talep edilen barış ve demokrasi mi arasın, hepsi bıktıracak kadar mevcut olmasına mevcut da inandırıcılıktan son derece uzaklaştırılmış halleriyle. Kaçırılan siyasi yakınları, askerler, işçiler veya operasyonlara misilleme adına gerçekleştirilen çatışmalar gibi daha bir dizi sebeple Kürt ulusal siyaseti çözümsüzlüğü kangrene dönüştürmenin mücadelesini veriyor.

Silvan’daki çatışma sonrasında BDP’ye yönelik eleştirilere karşı Grup Başkanı Selahattin Demirtaş’ın “neredeyse çatışmaya BDP girmiş gibi bir hava estiriliyor” sözü doğruysa eğer bunun müsebbipleri kimlerdir acaba? Eskiden beri Türkçü-militarist çevreler Kürt ulusal siyasetçilerini hedef gösteriyorlardı. Fakat daha yakın bir zamanda Leyla Zana seçim meydanlarında “Oylarınızı Kürdistan’a, barışa ve gerillaya verin” çağrısı yaparken BDP’liler bu havanın oluşmasında az bir paya mı sahiptir?

Öcalan’a, silahlı eylemliliğe taparcasına sahip çıkan Kürt ulusal siyaseti Atatürk’e, askeri darbe siyasetine taparcasına sahip çıkan Türk ulusal siyasetinin kötü bir kopyasıdır. Pusu kurarak, pusuya düşürerek çözüm üretmek mümkün olsaydı Ergenekon ve Balyoz’un kurmay kadroları Silivri ve Hasdal’da mecburi ikamete tabi tutulamazlardı.