Geçen Cuma günü Arjantin’de tarihi Condor Planı (Plan Cóndor) davasına bakan 1 numaralı Federal Ceza Mahkemesi’nin kararı açıklandı. Buna göre, aralarında eski diktatörlerden Reynaldo Bignone (1982-83) ile 2013’te vefat eden Jorge Rafael Videla’nın (1976-81) da bulunduğu 22 sanıklı davada, halen hayatta olan 17 sanık 25 yıla kadar ağır hapis cezasına mahkûm oldu.
16 yıl önce devlet terörü uygulayan tüm bölge ülkeleri devlet başkanlarına karşı açılmış olan bu davanın sonuçlanabilmiş olması bile başlı başına bir başarı. Hükümet dışı kuruluş (NGO) Mayıs Meydanı Anneleri’nin (Madres de Plaza de Mayo Línea Fundadora) kurucu Başkanı Nora Cortiñas’ın mahkeme kararının açıklanmasından sonra söylediği gibi, burada “sebatın” ve “kollarını hiçbir zaman indirmemiş olmanın” zaferi söz konusu. Cortiñas, bu vesileyle ölen sanıkların mahkûmiyetlerini çekmeyecek olmalarından duyduğu üzüntüyü dile getirmeyi de ihmal etmiyor.
Kabul etmek gerekir ki 22 sanıklı bu davada asıl yargılanan ve mahkûm olan ABD destekli Condor Planı ya da Operasyonu. İnsan Hakları savunucusu Legal ve Sosyal Etütler Merkezi (CELS) avukatlarından Luz Palmas’ın altını çizdiği gibi, “Bu, uzun yıllardır bildiklerimizi resmen ilan eden ilk karar: Condor Planı gibi bir suç planının var olduğunu ortaya koyuyor.”.
Aslında sadece Arjantin’i değil tüm bölge ülkelerini kapsayan ABD destekli bir plandan söz ediyoruz. O bakımdan bu planı hatırlamakta yarar var.
Condor Planı
Washinghton’un “Latin Amerika ABD’nindir” olarak uyguladığı Monroe doktrininin Soğuk Savaş ve ertesindeki “doğrudan müdahale” yönteminin bölge ülkelerinin 70-80’lerde askeri diktatörlüklerle yönetilmesini “kolaylaştırdığı” sır değil. 1964’te askeri darbesini yapan bölge devi Brezilya ile Stroessner’in 1954’den beri yönettiği küçük ülke Paraguay’a ilave olarak, 70’lerin başında, artık nasıl bir tesadüfse, Bolivya, Uruguay, Arjantin ve Şili’de de darbelerle askeri yönetimler işbaşına geliyor.
Condor Planı, özetle belirtmek gerekirse, Şili’de darbeyle iktidara gelen General Pinochet’nin girişimiyle, askeri rejimlerle yönetilen bu ülkelerin istihbarat örgütleri arasında 1975 yılında “komünist” ya da “sosyalist” damgalı tüm muhalif hareketlere ve mensuplarına karşı, CIA ile eşgüdüm içinde oluşturulan bir işbirliği platformu. İşbirliği denilince, masumane bir işbirliği anlaşılmamalı. Saydığım askeri diktatörlükler arasında, ajanlarının gerektiğinde birbirlerinin topraklarına da girerek kendi düşmanlarını avlayabileceği ortak bir devlet terörü uygulama alanı oluşturulmasıyla ilgili bir anlaşmadan söz etmek çok daha doğru olur.
Çünkü 1992’de Paraguay’lı muhalif avukat Martín Almada’nın başkent Asunción’un dış mahallelerinden birinde bulduğu 5 ton ağırlığındaki gizli belgelerden anlaşıldığı kadarıyla, Condor operasyonu bölge ülkelerinde toplam 50 bin kişinin ölümüne, 30 bininin kaybolmasına yol açmış. Ayrıca 400 bin muhalif de tutuklanmış. İçerdiği bilgilerden ötürü Terör Arşivi olarak da adlandırılan bu gizli belgelere göre, Condor Planı denince çok kan dökmüş bir plandan söz ediyoruz.
2011’de yaşamını kaybeden Amerikalı sosyalist araştırmacı gazeteci Cristopher Hitchens’e göre Condor Planı’nın fikir babası Herry Kissinger. Hitchens, o dönem Başkan Nixon’un savunma danışmanı olan Kissinger’ın CİA’in, Şili İstihbarat Örgütü DINA’ya bu konuda talimatlar göndermesine izin veren yetkili olduğunu söylüyor. Hitchens, ABD’nin Condor operasyonunun organizasyonu üstlendiğini öne süren tek araştırmacı da değil. Amerikan yönetiminin o dönem, yumuşama dönemine girmiş olsa da, iki kutuplu dünyayı bahane ederek bu tür gayri meşru terör örgütlenmeleri içinde yer almış olduğu biliniyor doğal olarak.
Plandan Çıkarılabilecek Sonuçlar
Kabul etmek gerekir ki ABD’nin, bir tür Latin Amerika diktatörlükleri terör örgütleri birliği kurmuş olan Condor Planı’ndaki etkin rolü dikkate alındığında, bugün Obama’nın hareketsiz kaldığı için eleştirilen Suriye politikasının altından da istihbarat örgütlerinin oluşturduğu ve siyasilere onaylattığı bir planın çıkması çok şaşırtıcı olmaz.
Obama’nın Suriye politikasına, Esat rejiminin bunca insanı katletmesi ve sürgüne yollamasına cevaz verdiği için tepki var. Ama ana hatlarını aktardığım Condor Planı, Washington’un insan hak ve özgürlüklerine uyulması bir yana, yaşam hakkının ihlal edilmesine cevaz veren planlar bile yapabildiğini ortaya koyuyor. Dolayısıyla bugün Suriye’deki can kayıplarına sessiz kalan bir politika izlemesi çok da şaşırtıcı değil. Sadece Condor Planı’nda olduğu gibi, çıkarları için her şeyi mübah sayan eski politikalarını hâlâ sürdürdüğünü ortaya koyuyor.
Washington’un PKK Türkiye’de terör eylemlerini tırmandırırken IŞİD ile mücadele bahanesi ile Suriye kolu PYD/YPG ile işbirliğini sürdürmesini bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Öncekiler Türkiye’nin çıkarlarıyla ne kadar bağdaşıyordu, 2003’te Irak’a birlikte müdahale önerisinde olduğu gibi tartışılır belki ama bu kez çıkarlarımızla, dolayısıyla stratejik ortaklıkla hiç uyuşmayan ve bu bağlamda güncellenmesi gereken bir durum var gibi görünüyor.
Condor Planı’nın mahkûmiyet kararına dönecek olursak, Arjantin mahkemesinin kararı, çok geç gelmiş olsa da bu konuda bir ilk oluşturuyor. Bu açıdan son derece önem taşıyor. Ama bu tür müdahaleci zihniyetlerle, başta Amerikan siyasetçileri olmak üzere, mücadele edilmediği sürece yerküremizin sürekli barış ve iktidara kavuşmasının kolay olmadığı da ortada ne yazık ki.
Serbestiyet