Çölaşan, ‘vahşet’i; ‘toplumsal coşku’ ile meşrulaştırıyor!

Ali İhsan Karahasanoğlu

Danıştay Başsavcısı Tansel Çölaşan’ın, Ankara Barosu tarafından 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla ''Kadın Olmak'' konulu sempozyumda sarfettiği sözler, bir günlük eleştiri ile sınırlı kalacak kadar basit ifadeler değil.

27 Mayıs Darbesi’ni “devrim” olarak nitelemesini dün eleştirmiştik. Bugün de sayın Çölaşan’ın diğer sözlerine bir bakalım.
“Kadınlara yönelik en ağır baskı din adına yapılan baskıdır.” Bu cümle, Danıştay Başsavcısı’na ait!
Türkiye’de binlerce kızımız, üniversite kapılarından geri çevrilirken, Çölaşan’ın söylediğine bakın..
Din adına, kadınlara ne baskısı yapılıyormuş?
Söylesin, din adına hangi özgürlüğü kısıtlanıyor kadının? Murat efendinin, Hüsam ağanın fiillerini değil, İslâm’ın kitabî bilgilerinden örnek versin bize.. Kadının hangi hakkı kısıtlanıyor?
Ama kendisine somut olarak örnek veriyoruz işte.. Binlerce, onbinlerce kızımız, üniversite kapısından geri çevriliyor. Memur olanlar, peruk gibi absürd bir kıyafete zorlanıyorlar..
Sonra da Çölaşan hanımefendi kalkıyor, “en ağır baskı, din adına yapılandır” diyor.Diyebiliyor!
Devam ediyor Çölaşan hanımefendi: ''Hem özgürlük diyorsunuz, hem de kapanmak istiyorsunuz. Kapanmanın özgürlüğü olur mu?''
İdeolojinin gözleri nasıl kararttığını görüyor musunuz?.. Özgürlüğün manasını; “İsteyen açar, isteyen örtünür” şeklinde anlamıyor da, “herkesin açılması” şeklinde anlıyor sayın Çölaşan!
Herkes açılacaksa, bu özgürlük mü olur, sayın Çölaşan?
Sen “açıl” diyorsun, isteyen-istemeyen herkes açılıyor.. Bunun adı da özgürlük oluyor öyle mi?
Tek tip kıyafetin olduğu yerde, siz nasıl özgürlük olduğunu söylebilirsiniz ki?
Devamında da fetva vermeye kalkışmış Çölaşan hanım: “Kapanma, Kur’an-ı Kerim'de yer almamaktadır. Kur’an-ı Kerim'de kadın ve erkeğe iffetli olma öğütlenmekte, avret yerlerinin kapatılması gerektiği emredilmektedir.”
Bu işleri Tansel hanım herkesten iyi bildiğine göre, Diyanetİşleri Başkanlığı’nı da feshedelim o zaman!
Hangi bilgi ile, hangi kitabı hıfzetmesiyle, hangi Arapça bilgisi ile, hangi fıkıh bilgisi ile bu fetvayı veriyor sayın Çölaşan?
Tabii ki; dini bir eğitim aldığını kendisi de iddia etmiyor sayın Çölaşan.. Onun dini bilgisi, çocukluğunda, Türkçe ezan okunmasının çok hoşuna gitmesi ile sınırlı.. Bunu da şöyle ifade ediyor: “O dönem çocuk kafamla Türkçe ezanın güzelliğini gördüm, ailemden namaz kılmayı öğrenmek istedim. O kadar çok sevdim. Neden sevdim? Çünkü çok güzel ve inadına temiz bir sesle Türkçe ezanı dinliyordum. O ses bana dini sevdirdi. Sonra birden bizden olmayan o dille, Arapça ile ezan başladı. Ben o etkiyi kaybettim. Ondan sonra da hiç düşünmedim namaz kılmayı.”
Ne kadar boş bir ifade. İşi yokuşa süren, bir bahane bulsam da kaçsam zihniyetini ele veren ne kadar kötüniyetli bir yaklaşım!
Siz Türkçe ezan istiyorsanız, buyrun kendiniz Türkçe okuyun. Kimse size zorla arapça ezan okutturmuyor ki! Türkçe kılın namazınızı.
Hiç kılmıyorsunuz, kimse bir şey demiyor da, Türkçe kıldığınız zaman mı size bir şey denilecek!
Ama bahane arıyorsunuz kendinize, sakat mantığınıza göre buluyorsunuz da!
Tansel hanım, ilginç bir kıstasla olayları yorumlamaktan da geri kalmıyor: “Toplumsal coşku!”
Bir olay sonrasında toplumsal coşku varsa, o olay doğru imiş.Toplumsal coşku yok ise, olay yanlış imiş!
Verdiği örnek de, Adnan Menderes’in idam edilmesi ile ilgili: “Kimse idam cezasını istemez ama, o dönemde bunlar idam edildiğinde toplumsal bir coşku vardı.'' diyor Tansel hanım!
Demek ki; Hitler, katliamlara başladığında, toplumsal coşku içinde hareket edildiğine göre, yapılanlar doğru idi! Öyle mi sayın Çölaşan?
Tehditle, sindirme ile, korkutma ile insanları coşkuya yönelt. Veya toplumun küçük bir bölümünün gösterdiği sevgi nümayişlerini tüm toplum gösteriyormuş gibi kabul et, sonra da kalk bir “vahşet”i “doğru bir davranış” olarak göster!
Hayret ki ne hayret!
İşte Türkiye’de ideolojik yaklaşımın geldiği nokta burasıdır.
Objektif yargı dediğimiz makamlara getirilen kişilerin, olaylara tarafgir yaklaşımı işte budur!

Vakit