Paketin şüphesiz en önemli getirilerinden birisi, kamuda başörtüsü serbestisinin sağlanmasıdır.
Üniversite kapılarında genç kızların yaka paça dışarı atıldığı günlerden, en demokrat olanların bile "hizmet alan-hizmet veren" ayrımına saplanıp kaldığı dönemlerden "kamuda başörtüsü serbestisi" noktasına gelmek hem sistem açısından hem zihniyetler açısından büyük aşamadır.
Paketin açıklandığı gün BUGÜN TV'de katıldığımız bir değerlendirme programında Ufuk Uras "Burada bir itirafta bulunmak istiyorum. Biz de uzun süre hizmet alan-hizmet veren ayrımının arkasında durduk" dedi, ben de bu itirafından dolayı kendisini kutladım ama biliyoruz ki o zamanlar birçok liberalimizin bile ufku hizmet alan-hizmet veren çerçevesinin ötesine geçmiyordu.
Türkiye zihinsel bir dönüşüm de geçiriyor ve hükümetin hazırladığı paket, bu zihinsel dönüşüm içinde kabul edilebilirleri devreye sokmuş oluyor.
Kamuda başörtüsü olumlu bir gelişme...
Ama başlığa bir "ama" kelimesi ilave ettim. O ne peki?
O, bana göre hâlâ aşamadığımız bir zihni bariyerin işaretlenmesi.
Bence onu görmemek de olmaz.
O, "kamuda başörtüsünün istisnaları ile" ilgili. Özeti şu:
Kendine özgü üniforması bulunan yerlerde, TSK'da, poliste, hakim ve savcılıkta başörtüsü yasağı sürecek.
Gerekçe tutarlı mı?
Gerekçe?
Gerekçe Sayın Başbakan'ın konuşmasında yok.
Ben adım gibi biliyorum ki, Başbakan da, bu yasağın gerekçesine inanmaz. Bu istisnayı koyarken, rahatsızlık duymuştur ama bir anlamda eli mahkûm bir psikoloji içinde hareket etmiştir. Tıpkı "bir yönetmelik iptali ile kaldırılması mümkün olan bir yasağı neden 11 yıldır kaldıramamış olmak"la ilgili sancı gibi.
Şu soruyu soralım:
-Bu istisnalar liyakatle mi ilgili yoksa tabularla, önyargılarla, sorgulanmamış kabullerle mi?
Soruyu devam ettirelim:
-Bir bayan, sadece başı açık olduğu zaman subaylık, polislik yapabilir denebilir mi? Polis veya subay eğitimi aldığı takdirde başı açık veya örtülü bayan arasında hangi fark bulunur?
Hakim ve savcılıkla ilgili konuda, biliyorum, başka bir gerekçe var.
-Yargıçlıkta kimliğin öne çıkması yargının tarafsızlığı ile bağdaşmaz denir. Başörtüsünün bir kimlik ifade ettiği, bunun da adaleti gölgelediği kabul edilir.
Aslında bu, hizmet alan-hizmet veren ayrımındaki mantığın yargı alanına taşınmasından ibarettir.
"Kamuda başörtüsü" serbestliği, bu gerekçeyi bir noktadan anlamsız bulmak anlamına gelir ama demek ki, yargıçlık söz konusu olduğunda o hassasiyet yeniden devreye girmiş, böylece hükümet de zihinlerdeki tabunun aşılamaması gerçeğini kabul etmiş oluyor.
Aşılamayan zihniyetteki yanlışlıklar
Bu yaklaşım daha önce de ciddi biçimde eleştirilmiştir.
-Bir kere, başı açık olmak gibi evrensel bir kadın giysi normu yoktur. Dolayısıyla başı açık olmak herhangi bir kimliği ifade etmezken, başı örtülü olmak mutlak anlamda bir kimlik bildirimi anlamına gelir denemez.
-Başı açık olan bir hakimenin ideolojik ve siyasi düşünceleri de, başka hesapları da kararlarına yansıyabilir. Hukuk sürecinde bu tür durumlar öngörülmüş ve üst yargı organları devreye girmiştir. Aynı şey, erkek yargıçlar için de söz konusudur.
-Yargı kararlarını o kararı verenlerin cinsiyetine veya kimlik değerlerine göre değil, adalete uygun olup olmamalarına göre değerlendirmek gerekir. Bu da liyakatin değerlendirmesini öne almaktır.
Bugün yargıda bir tek başörtülü yargıç olmamasına rağmen, binlerce karar üst yargı kurumlarından dönüyor. Yargı alanında sayısız yolsuzluk dosyaları görülüyor.
Özet olarak: Bu istisnalar bugünkü zihin kodlarına paralel olsa da yanlıştır. Yarınlarda mutlaka değişecektir. Herkes kafasının içindeki ve dışındaki kimlik değerlerine göre değil liyakate göre muamele görecektir.
BUGÜN