Çok hukuklu sistem, çözüm olamaz mı?

Serdar Demirel

İnsanlık, bugünün bazı kompleks kronik toplumsal sorunlarına çözüm bulmakta zorlanıyor.

Bunlardan bir tanesi de; çok dinli, çok kültürlü ve çok etnikli toplumsal yapıların aynı çatı altında barış içerisinde birbirinin hak ve hukukuna riayet ederek beraberce nasıl yaşayacağı sorunsalıdır.
Çözüm bulmakta zorlanmanın kuşkusuz birçok sebebi vardır. Bu handikapların en önemlilerinden bir tanesi, özelde karar mekanizmalarının, genelde de toplumların modern paradigmanın sınırlarını zorlama ve gerekirse dışına çıkmaya pek istekli olmamalarıdır.
Bu meyanda İngiltere önemli bir açılıma imza atmıştı, 2008 yılında. Önce aynı yılın Şubat ayı başlarında İngiltere Anglikan Kilisesi Başpiskoposu Dr. Rowan Williams, Müslümanlara, isteklerine bağlı olarak medenî hukuka taalluk eden Şeriat hükümlerinin tatbik hakkının verilmesi gerektiğini söylemişti. O günlerde bu açıklama medyada çok hukuklu sisteme dair bir tartışmayı da tetiklemişti.
Müslümanların, toplumsal hayatta ve aile iç meselelerinde; evlenme ve boşanmayı, miras dağılımını ve bazı finans meselelerini inandıkları dinin hükümlerine göre tanzim etmelerinin hukukî bir hak olduğunu, bunun onların İngiltere devletine bağlılığını da artıracağını dillendirmişti.
Kamusal alanda devletin tek hukuk sistemi de bu uygulamadan zarar görmeyecekti. Zira her şey, tek hukuk çatısı altında cereyan edecekti.
Müslümanları, İngiliz devletine sadâkatle kendi inançlarına sadâkat arasında bir tercihe zorlamanın haksız bir uygulama olduğunu, Müslümanların kendi kültürlerini koruyan devlete ise saygı ve bağlılık besleyeceğini, çıktığı programlarda, basına verdiği demeçlerde anlatmıştı. İngiltere’de azınlık olan Ortodoks Yahudilerine tanınan bu hakkın Müslümanlara da tanınması gerektiğini söylüyordu. O günlerde biz de iki yazıyla konuya eğilmiş ve Dr. Rowan Williams’ın cesur çıkışlarını takdir etmiştik.
Yine aynı yılın Eylül aylarında, Londra başta olmak üzere, Müslümanların yoğun olarak yaşadığı Birmingham, Bradford, Manchester, Warwickshire’da yerel mahkemelerin bünyesinde hizmet verecek olan Şeriat mahkemeleri, boşanma, aile içi şiddet, mali anlaşmazlıklar gibi medenî hukuka taalluk eden konularda İslâm hukuk sistemini uygulamak üzere işe koyulmuştu. Alınan kararlar, bölge mahkemesi ve Yüksek Mahkeme’nin onayıyla geçerli sayılacaktı.
Daha sonra maalesef olayın takipçisi olamadım. Aslında bu gelişme emsal teşkil etmesi açısından hem Almanya gibi ülkelerde yaşayan Türk vatandaşlarımız hem de Batı’da yaşayan tüm Müslümanlar için çok önemliydi. Müslüman toplumların ait oldukları dinden ruhen kopmamaları ve gelecek yeni nesillerin dinî ve kültürel farklılıklarının farkında olmaları da, olayın ehemmiyetini artırmaktadır.
Keşke, özellikle de karşılaştırmalı hukuk uzmanları konunun peşine düşse ve son iki senede bu hususta neler yaşandığını bize anlatsalar, diyorum!
Aslında çok hukuklu sistem Müslümanların medeniyet tecrübesine yabancı değil. Zira Müslümanlar İslâm Dini’nin öğretileri ışığında Hıristiyan ve Yahudilere kendi dinlerinin hukuk sistemine tabi olarak yaşama hakkını tâ başından beri vermiş ve bunu devlet garantisi altına almışlardır. Osmanlı Devleti döneminde uygulanan “Millet Sistemi” o tarihsel uygulamanın bir devamıydı.
O dönemlerde teşekkül etmiş fıkıh kitaplarında ve devlet uygulamalarında İslâm devletinin korumasında yaşayan gayrimüslimlerin İslâm’ı seçmedikçe Müslüman gibi giyinip kuşanmasına dahi müsaade edilmemiştir. Bundan da kasıt, onların dinî ve kültürel kimliklerini korumalarıdır. Bunu sağlamak devletin tebasına karşı hukuksal bir sorumluluğu olarak görülmüştür.
Burada yapılan, farklı dinî ve kültürel kimlikleri ötekileşmeye zorlamadan, kendi kalarak barış ve huzur içinde birarada yaşamalarını sağlamaktır. Bugün, Müslümanların yaşadıkları gayrimüslim ülkelerde de aynı hakkı talep etmeleri çok mudur?
Bugünün dünyasında, Batı’da İngiltere’de, Doğu’da da Mısır ve Malezya gibi ülkelerde uygulanan bu çok hukuklu sistemi bir çözüm yolu olarak ortaya koymalıyız. Bu yazdıklarımın birçok okura garip geleceğini sanıyorum. Türkiye’de bile “laikliği korumak” gibi gerekçelerle verilmeyen bu hakkın Batı’dan talep edilmesi anlamsız gelecek.
Başta da dedim ya, modern paradigmanın sınırlarını zorlamadan önemli sorunlara çözüm bulmak kolay değildir. Kaldı ki, İngiltere’deki laiklik, çok hukuklu sistemle bir problem yaşamamıştır.

VAKİT