Çocukluğumun ilkokullarında müdür yerine “Başöğretmen” vardı.
Benim Başöğretmenim Köy Enstitüsü mezunuydu. Bu yüzden mi bilmiyorum, dini bayramlara pek aldırmazdı, ama milli bayramları abartmayı severdi. Mutlaka da bizimle birlikte halkı okul bahçesinde sıraya sokar, birbirine benzeyen basmakalıp nutuklar atardı.
Sesim gür olduğu ve kolay ezberlediğim için bana da mutlaka her bayram şiir okuturdu. Lâstik ayakkabılarımı kaldırım taşlarına vura vura bağırırdım:
“Güzel yurdum ellere, bir mal gibi satıldı,
Ata’nın gür kaşları birden bire çatıldı...
Binerek kendi gibi şahlanan kıratına,
Haykırdı alçak diye, Sultan’ın suratına!
Eğer damarlarında olsa halis Türk kanı,
Satar mıydı Padişah, keyfî için vatanı?”
Yıllarca, padişahları, “öz vatanını satan hain”ler olarak düşündüm. Bir gün babam dayanamadı sanırım, “Satacaklardı madem, neden ölümü göze alıp İstanbul’u fethettiler, Sina Çölü’nü geçip Mısır’a girdiler, onca zahmete katlanıp Viyana’ya dayandılar?” diye soruverdi.
Duygularım karıştı. Mantığım tepetakla oldu!
“Sahi neden?” diye kekeledim.
“Düşün bakalım” deyip gitti.
Öyle bir soru ekti ki kafama, günlerce düşündüm. İşin içinden çıkamayınca da her şeyi bildiğini sandığım Başöğretmenime sordum.
“Kitaplarında ne yazıyorsa ona inan” dedi, kesti.
Kaldım mı iki arada bir derede? Çelişkiler yumağına dolandım o yaşta. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık! Yutkundum çaresiz.
Derken, 19 Mayıs Bayramı geldi çattı. Ben yine okulun giriş kapısının önündeki basamakta şiir okuyorum:
“Samsun’da o gün doğdu Türk’ün eşsiz güneşi,
Arasalar bulunmaz dünyada onun eşi...
Bütün yurt inliyordu vatan gidiyor diye,
O sanki Türk yurduna gökten geldi hediye.”
Sonra Cumhuriyet Bayramı...
“Coşkunuz, sevinçliyiz/ Ayrı, gayrı değiliz,
Bütün Türkler hep biriz/ Yaşasın Cumhuriyet!
Atatürk kalbimizde/ Yürürüz her gün biz de,
Onun çizdiği izde/ Yaşasın Cumhuriyet!”
Nihayet 10 Kasım... Bendeniz yine şiirlerdeyim:
“Doktor doktor kalksana/ Lâmbaları yaksana,
Atam elden gidiyor/ Çaresine baksana!”
Uzun uzun kavaklar/ Dökülüyor yapraklar,
Ben Ata’ma doymadım/ Doysun kara topraklar.”
Atatürk ölürken, rahatını bozup kalkmayan, lambaları yakmayan doktorlara kızarak, bir taraftan da “Yaşasın”-“Kahrolsun” çığlıkları atarak büyüdük. Ne analiz yapmamıza izin vardı, ne yorum yapmamıza... Sadece ezberlememizi ve ezberlediklerimize inanmamızı isterlerdi.
Ama insan ilkokulda cebren ezberletilenleri tekrarlayarak ömrünü geçiremez... Papağan olamadığı ve sürekli çocuk da kalamadığı için, bir yaştan sonra ister istemez sorgulamaya başlar: “Öğretilenler doğru mu?”
Dünyaya bakar ve sorar: “Çağ nerede, biz neredeyiz?”
Görür ki, Faşist İtalya’dan, Almanya’dan, İspanya’dan ve komünist “Demirperde Ülkeleri”nden kalma böbürlenmelerin, abartılı övünmelerin, içeriksiz gösterilerin devri çoktan kapanmıştır.
Milli bayramlarda öğrencileri askeri nizamda dizip yürütmenin, kendi halkına gözdağı anlamına da gelebilen silahlı araçlarla, uçaklarla gösteri yapmanın devri demokratik ülkelerde çoktan bitmiş, kala kala dünyanın en acımasız komünist rejimini inatla devam ettiren Kuzey Kore’de kalmıştır.
19 Mayıs gösterilerinin kısmen iptal edilmesine içerleyenlerin, “Liderimiz öldü” diye kendilerini yerden yere atarak ağlayan Kuzey Korelilerden ne farkları var?
NOT: 15 Ocak 2012 Pazar günü (bugün) Adana’da Tüyap Kitap Fuarı Nesil Yayınları’nda saat 12.00’de kitaplarımı imzalayıp gelen dostlarımla sohbet edeceğim. Ayrıca Akdeniz Salonu’nda saat 18.30’da “Kayıtdışı Tarihimiz” konulu bir konferans vereceğim. Hepinizi bekliyorum.
YENİ AKİT