Ali Osman Aydın / Yeni Akit
Çocuklar ve köpekler!
Bir şampuan firmasının rutin olarak düzenlediği ödül töreni yapıldı geçen akşam. Türkiye ünlüler camiası nerdeyse tam tekmil oradaydı.
Bunun ne önemi var peki?
Şöyle…
Normalde bu tip ödül törenlerinde, ödül alanların konuşmaları çok konuşulurdu. Çünkü illa iktidar eleştirilir, hayvan hakları, kadına şiddet konularına değinilir, çağdaş Türkiye vurgusu yapılırdı! Tabii muhatap sadece hükümet olduğunda…
Politik, çevreci, hayvan sever, hümanist göndermeleri ile meşhur ödül töreni Gazze’ye düşen bombaların gölgesi altında yapıldı önceki gün.
Buna rağmen o bombalara pek değinilmedi gecede.
Programın sunucusu Cem Davran İsrail demeden, soykırım demeden, sadece “çocukları” vurgulayarak Gazze katliamına değindi. Olsun. Bu da önemli bir şeydir. Bunun o ortamda ifade edilmesi de iyi niyeti ve samimiyeti gösterir.
Tören’de Madrigal adlı grubun bateristi de; “Ölen çocuklar var, çok yakın bir yerde. Lütfen buna da duyarlı olalım. Buradan Gazze’deki tüm çocukların yanında olduğumu söylemek istiyorum” dedi.
Tam bu esnada Türk ünlü camiasının kimliğini gözler önüne seren o şey tekrar oldu. Bu konuşmalar salonu dolduran ünlülerden cılız, ürkek ve çekinceli bir alkış alabildi ancak.
Alkışın miktarı neden önemli?
Alkışın miktarı önemli çünkü, bu sizin en azından nerede durduğunuzu gösteren bir işaret fişeği. Hani elinizden bir şey gelmiyor ama nerede olduğunuzu ilan ediyorsunuz. Kültür endüstrisine “konum atıyorsunuz” tabiri caizse. “Ben buradayım. Yapılanlara itiraz ediyorum…” diyorsunuz.
Fakat böyle olmadı. Salon biraz buz kesti konuşma esnasında. Alkış tereddütle, korka korka, usul usul çıktı.
Ancak…
O akşam bir konuşma daha yapıldı…
Bir kadın oyuncu evdeki köpeği üzerinden köpeklerin kısırlaştırılması ile ilgili konuştu. Büyük, avuç dolusu, coşkulu bir alkış aldı topluluktan.
Bu da bir işaret fişeğidir mesela.
Eğer köpeklerle ilgili konuşma, Gazze’de çocuklar öldürülürken yapılıyor da büyük alkış alıyorsa, bu sizin, Gazzeli çocukların değil köpeklerin safında olduğunuzu gösterir.
Bu benim için sürpriz değil tabii. Burada yıllarca ünlülerle, onların bu ülkedeki misyonlarıyla ilgili yazılar yazdım. Yıkıcı etkileri üzerine örnekler verdim. Zararlarını anlattım. Azı hariç, kendi yaşam tarzlarından başka kutsal hiçbir şey tanımayan hedonist bir kitle olduklarından şüphem yok.
Benzeri ödül törenlerinde eğer iktidarı eleştiriyorlarsa bu yaşam tarzlarını, zevklerini garanti altına alma endişesiyledir. Yaşam tarzlarını olduğu gibi sürdürebilecekleri idare İngilizlere ait olsa, sesleri çıkmaz muhtemelen.
Onları var eden sistemin sınırlarını, uçurumlarını iyi bilirler.
O sınırlar içinde dolaşır, bazen haylazlıklar da yapar ama sistemin öfkesini çekecek biçimde uçurumlarına yaklaşmaktan özenle uzak dururlar. Atatürk filmiyle ilgili gördük bunu! Dün o salonda Atatürk adını duyar duymaz alkış tufanı koparıp marşı ayakta okuyanlar, birkaç ay önce Disney’in vetosuna ses dahi çıkaramadılar.
Sistemin Disney gibi patronlarının açıktan İsrail’i desteklediğini biliyorlar. Gazze’deki katliamdan söz etmenin onları kızdıracağını da...
Gazze’deki yetkililer sokaklardaki köpekleri öldürseydi, emin olun o gece, onlara koro halinde söverlerdi. Yetkililer üzerinden, onların dinlerine, inançlarına hakaret eder, “bunlar hayvanlara bile düşmanlar” diye meseleyi köpürtürlerdi.
Fakat Gazze’de köpekler değil de çocuklar öldürüldüğü, çocuklar “orta doğu bataklığının çocukları” olduğu ve öldüren de İsrail destekleyen Batı yönetimleri olduğu için susuyorlar.
İnsani hiçbir tasa taşımıyorlar besbelli. Köpekler için tasalanıyor ama çocuklar için tasalanmıyorlarsa buradan başka sonuç çıkmaz maalesef.
İnsan şunu düşünüyor. Bu memleketin her meselesinde Fransız gibi muhalefet yapan, bu topluma zararlı her akımın gönüllü öncülüğünü yapan, toplumla gerçekler arasındaki duvarı yükseltmeyi gaye edinmiş bu topluluğun, bu ülke insanı ile ne kadar ortak noktası var acaba?
Çocukların paramparça edildiği bir dünyada köpekler için tasalanan duygusuz bir topluluğu takip etmek, onların filmlerini, dizilerini izleyerek, şarkılarını dinleyerek destek olmak; çocuklar ölürken “köpekler için tasalanmaktan” farksız değil mi?
Hep şunu söyledim. En büyük silah seyircinin elinde. Seyirci sadece Starbucks’ı değil bu vicdansızları da boykot etse başka türlü davranmak zorunda kalırlar. Ama seyirci düşmanı hep dışarıda arıyor ve bunları kendinden biliyor. Ama değiller. Yarın sizin çocuğunuz paramparça edilse, Cem Davran gibi çok azı hariç, onlar yine köpeklerinin derdiyle dertlenecekler… Küfreder gibi! “Oh olsun” der gibi… “Bana ne” der gibi…