Çocuk ve Televizyon

ZEHRA TÜRKMEN

20. yüzyılın en önemli teknik buluşlarından biri olan televizyon günümüz toplumunda ne yazık ki insanların en fazla vakit ayırdığı, en çok yüz yüze geldiği tüketici medya araçlarının başında gelmekte ve evlerde başköşeye oturtularak ailenin baş tacı edilmektedir.

1990’lı yıllara kadar sadece TRT’nin tekelinde bulunan televizyon yayıncılığı 1990’ların başında özel televizyonların yayıncılığa başlaması ve özel kanalların çoğalmasıyla beraber insanların yaşantıları da televizyona, televizyondaki dizi, eğlence, yarışmalara gibi programlara göre biçim almaya başladı. Böylece televizyon her türlü alternatif programı hazırlayarak çocuk, genç, kadın, erkek, yaşlı demeden her kesimden kendisine bağımlı izleyici bulmakta çok fazla zorlanmadı. Ve sonuç alarakda yaşadığımız toplumda gerek büyük şehirde gerek kırsal kesimlerde televizyonun olmadığı ve izlenmediği ev hemen hemen hiç yoktur diyebiliriz.

Peki hiç düşündük mü acaba televizyonumuz evde kaç saat açık kalıyor ve biz ve özellikle çocuklarımız günde ortalama en az kaç saat televizyonun karşısında kalıyoruz? Yapılan araştırmalara göre internet vb. ortamlarda geçirdiği zaman hariç bir çocuk yılda en az 900 saat televizyon seyrediyor. Ayrıca bu süreye en az 10 bin reklam filminin sığdırıldığı belirtiliyor.

Yine yapılan araştırmalarda insanların evde geçen zamanlarının büyük bir bölümünü televizyon karşısında geçirdikleri söyleniyor. Amerika’da bir öğrenci 18 yaşına gelinceye kadar 12 bin saatini okulda, 15 bin saatini ise Televizyon karşısında geçirmektedir. Türkiye toplumunda da bu tablo çok farklı gözükmüyor. Birçok eve temel ihtiyaçlardan olan buzdolabı ve çamaşır makinesinden önce televizyonun girdiği gerçeği bunun en önemli kanıtıdır. Ki geldiğimiz süreçte artık her evde en az iki veya üç televizyon bulunmakta ve aile bireylerinin her biri istediği programı rahatlıkla izleyebilmektedir.

Televizyonun tartışılmayan gücü ve etkisi sayesinde ne yazıkki çocukların yetiştirilmesi ve eğitilmesi noktasında da televizyonun ayrıcalıklı bir yeri oldu. “Çocuk ve Televizyon” kitabının yazarı Hüseyin E. Öztürk  kitabında modern ve geleneksel çocuğun ayrımını yaparak 20. yy’ın ortalarına gelindiği andan itibaren geleneksel çocuktan kopuşla birlikte oluşmaya başlayan modern çocukluğun medya enformasyonu ile biçim aldığını ifade etmekte ve ne yazık ki çocukluk tarihinde de en büyük değişimin bu yüzyılda gerçekleştiğine dikkat çekmektedir. Ve böyle bir dönemde sözlü kültür yerini yazılı kültüre, yazılı kültür de artık yerini elektroniğe devretmiş ve bu ortamda da hedef ne yazık ki yine çocuklar olduğunun altını çizmiştir.

Televizyon okuma-yazma gibi bir zorunluluk içermediği içinde özellikle çocuklarımız tarafından çok kolay tüketilen bir meyve halini almıştır. Bunda annelerin katkısı da göz ardı edilmeyecek kadar büyüktür diyebiliriz. Çünkü yapılan araştırmalar sonucunda Türkiye’de yaşayan annelerin önemli bir çoğunluğunun çocuklarının karnını televizyon karşısında doyurduğuy ve yine televizyondaki reklamlarda sunulan yiyecek ve içecekleri almakta olduğu belirtilmektedir. Ve sonuç olarak da çocuklar televizyonu kendilerine kalkan ederek çeşitli yollarla istediklerini elde etmektedirler.

Televizyon çocuğumuzun kimlik edinmesinde de önemli bir rol oynuyor. Çocuğun temyiz yaşına adım atıp özdeşimler kurmaya başladığı bir dönemde televizyon ekranlarından yansıyan görüntüler ciddi anlamda çocuğun kişiliğinin biçimlenmesinde etki etmekte ve çocuk ekranlarda gördüğü modeli çekici bulduğu an kendini o kimlik içine sokma çabasına girmektedir. Ayrıca televizyon insanımızı, özellikle de gelişim ve kimlik oluşturma çağında olan çocuklarımızı sadece izleyici konumuna düşürmekte; bu nedenle de pasif, tepkisiz, edilgen bir hale getirmektedir. Dayanışmayı, üretmeyi,  birlikte ortak bir eylem gerçekleştirmeyi ve aile içi sohbeti yok etmektedir.

Televizyonun çocuk üzerinde şiddet ve seks gibi önemli iki önemli etkisinin de altını çizmek gerekiyor. Televizyondaki şiddetin çocuklar üzerindeki saldırganlığı artırdığı gerçeğini ve cinsel teşhirin çocuk psikolojisi üzerindeki olumsuz etkisini görmemezlikten gelemeyiz. 1990’lı yıllarda Türkiye’nin gündemine düşen ve çocuklarımızın-gençlerimizin de merakını celbeden 900’lü Alo Bilgi hatlarının günümüze yansıyan birçok farklı boyutunun olduğunu unutmayalım.

Bütün bunlardan kalkarak elbette televizyonun olumlu yönleri de olmakla beraber ancak azının uyarıcı, çoğunun uyuşturucu etkisi yaptığının altını çizmek gerekiyor.  Bu nedenle de “Uzaktan Kumandalı Çocuklar” adlı kitaptan okuduğum ve edindiğim birkaç tavsiyeyi sizlerle de paylaşmak istiyorum.

1-Öncelikli olarak televizyonu evin en göze çarpan bölümüne yerleştirmeyin. Ulaşması zor olan her şey daha az dikkat çeker.

2-Yemek yerken lütfen televizyonumuzu kapatalım. Eminim ki yediğimiz yemeğin tadını o zaman daha iyi anlayacağız.

3-Televizyon izleme konusunda tavrımızı net bir şekilde oraya koyalım. Hatta haftanın bazı günlerini televizyonsuz gün ilan edelim.

4-Televizyonu çocuk bakıcısı olmaktan çıkartalım.

5-Çocuğumuzu televizyonla cezalandırıp, yine televizyonla ödüllendirmeyelim. 

Bütün bunlara rağmen çocuğumuz bizlere canının sıkıldığını sıkça söyleyecektir. Lütfen kaygılanmayalım. Sadece biraz daha sabır. Eminim ki çocuğumuz bizim kararlığımızı görünce televizyona alternatif daha yaratıcı oyunlar bulacak ve zihin dünyası daha aktif hale gelecektir.

Sonuç olarak sabah namazına zor kaldırdığımız bir çocuğumuz sabahın erken saatinde kendi isteğiyle kalkıp televizyon başına geçiyorsa yeniden yeniden düşünmemiz gerekmektedir.

Ve bu nedenlede ne çocuğumuzu ne de bizi yönetenin televizyon olmasına izin vermeyelim. Yönetim ve kontrolü kendi elimizde tutalım. Bu çok zor değil. Yeter ki buna talip olalım. Vesselam…