Zeynep Ülkü Akpınar / Gerçek Hayat
Çocuk terbiyesinde ne ekersen onu biçersin
İslâm geleneğinde öğretimin karşılığı olarak tâlim, eğitimin karşılığı olarak terbiye kullanılmaktadır. Öğretim yani tâlim, bilgi öğretmek demektir. Öğretme işini yapana ilm kökünden muallim, öğrenme işini yapana yine aynı kökten müteallim denir. Eğitim yani terbiye ise korumak, geliştirmek, gözetmek demektir.
Tâlim için hazırlanmış bir mekâna, mekânı maddeden mânâya yöneltecek muallimlere ve muallimlerden istifade etmek isteyen müteallimlere ihtiyaç vardır. Lâkin terbiye için tahsis edilmiş bir mekâna ihtiyaç olmadığı gibi belirli bir zaman dilimine ihtiyacı da yoktur. İnsanın, dünyada varlık bulması ve ilk nefesi almasından önce ebeveynleri ile terbiye süreci başlar. “Dedesi erik çalmış, torununun dişi kamaşmış” sözü de bu terbiyeye yöneliktir.
Ebeveynin mesaisine göre dadılık
Ülkemizde tâlim, ilköğretimden orta öğretime (ortaokul-lise), oradan üniversiteye kadar devam eden bir hikâye. Sürekli değişen imtihan isimleri haricinde tâlim–terbiye kurumlarının müfredatında bir değişme olmamıştır. İlköğretim boyutunda tam gün okul uygulaması takdirle karşılandı ama takdir gerektirecek bir fiil değildi.
Aslında sistem, çocuğun ebeveyni sabah saat 8:00, akşam saat 17:00 mesaiyle çalıştığı için okul saatini de mesai saatlerine göre ayarlamıştı. Hepsi buydu. Yani ortada çocuğun menfaati dikkate alınarak tâlim zamanı falan yoktu. Ebeveynin işte olduğu zamanda çocuğun sahipsiz kalmaması için güvenli mekân ihtiyacı bu vesile ile karşılanmış oldu.
4 yılda dört işlem hepsi bu
İlkokul müfredatı dört yıl boyunca çocuğun okuma-yazma ve matematik boyutta dört işlemi (toplama, çıkarma, çarpma ve bölme) yapabilmesini sağlamayı hedefler. Oysa bu kadarcık basit bir şey için çocuğu yarı dönem veya bir yıl okulda tutmanız yeterlidir. Sonrası yapacağı tekrarlardan ibaret. Tekrarlarsa geliştirir öğrendiklerini, tekrarlamazsa unutur.
Nitekim ilkokul birinci sınıfta okumayı öğrenen çocukların çoğu yaz tatilinde okumayı geriletir yâhut unutur tekrar etmediği için.
Terbiyeye ve âdâb-ı muâşerete dâir hiç
Bu mesai içinde çocuk terbiyeye, âdâb-ı muâşerete dair hiçbir şey öğrenmez. Çünkü müfredat buna müsait değildir. Böyle gayeleri olan muallimler de zâten parmakla gösterilecek kadar azdır.
“Öğretmenler Günü” için kendisine hediye almaya maddî imkanları el vermeyen talebelerini rencide edebilen terbiye, sanırım çocuğa da fayda sağlayamaz.
Eğitim kurumlarımızın ismi “eğitim kurumu” olmakla birlikte aslında sadece tâlim cephesinde kalmışlardır. Kurumlar tâlim boyutunda kaldı ve ebeveynler de akademik başarılarına ehemmiyet verdi kurumların.
Ahlâk ağır mı geldi?
Ebeveynlerin mesaileri yüzünden çocuklarına ayıracakları zamanları kalmayınca, terbiyeye dâir ortaya çıkan boşluk başka bir ihtiyacı doğurdu. Kurumların bu ihtiyacı karşılaması istendi. Ve müfredatın nur topu gibi “değerler eğitimi” adında bir dersi oldu. Fakat adı neden değerler eğitimi idi de “ahlâk eğitimi” değildi. Çünkü “ahlâk” çok değerli bir mefhumdur. Siz birisine “ne kadar ahlâksızsın” dediğiniz zaman size vereceği karşılık ile “bu davranışınız değerlerimize uymuyor” dediğiniz zaman size vereceği karşılık aynı olmaz.
‘Tuvalet terbiyesi’ adı rezalet
Terbiyenin kurumlara devri ile ortaya çıkan başka bir mesele; ebeveyn, okul öncesi bir eğitim kurumunda yani anaokulunda çocuğa tuvalet terbiyesinin verilip verilmediğini sorup, bu terbiye veriliyorsa çocuğunu okula kaydettireceğini beyan eder oldu. Okul ortamında çocuğa bu terbiyenin verilmesi demek; bazen öğretmenin, bazen yardımcı öğretmenin, bazen kurumun istihdam ettiği temizlik işleriyle hemhâl olan kişinin, çocuğun mahrem bölgelerine teması ya da görmesi demektir.
Böyle bir ortamda verilen terbiye sonrasında siz çocuktan mahremiyetle ilgili hassasiyet bekleyebilir misiniz? Çocuğun mahremiyet hassasiyeti için onu muhafaza etmelisiniz ki çocuk bu terbiyeyi edinsin. Dolayısıyla terbiye, kurum kültürlerine bırakılabilecek bir iş değildir. Siz gereken terbiyeyi ebeveyn olarak verirsiniz, kurumu aksi bir davranışa sebebiyet vermeyecek şekilde seçersiniz. Ama yapmanız gereken terbiye işini ebeveyn olarak yapmayarak, sorumluluktan kaçarak, bunu tâlim gibi değerlendirerek kurumlara havâle edemezsiniz. Terbiye aktarılan ahlâkî duruştur.
Bu zamanda yer sofrası mı olurmuşmuş
Başka bir misal, 21.yüzyılda Çin, Japonya gibi Asya ülkelerinde yemeğin yer sofrasında ve yemek çubuğu ile yenmesi kültürel kabul edilirken, Müslümanın yer sofrasında yemek yemesi kültürel kabul edilmemektedir. Bu zamanda yer sofrasında yemek yemenin geri kafalılık olduğu vurgulanmaktadır. Özellikle okul öncesi eğitim veren kurumların yemek saatlerinde hiç yer sofrasında çocuklara yemek verdiği bilgisini duymadım, görmedim. Dolayısıyla terbiye, aktarılan medeniyettir.
Tâlim ve terbiye mefhumlarının neleri ihtiva ettiği belirlenmeli, çocuğa ahlâkî duruşu ve medeniyeti ile ilgili bilginin, ebeveyni tarafından verilmesi gerektiği belirtilmelidir. Çocuğun terbiyesini kurumlara bırakırsak, çocuk kurum sahibinin ahlâkî duruşu ve medeniyet anlayışına sahip olacaktır. Sonra kimsenin, çocuklar deist oluyor, ateist oluyor diye ağlamaya hakkı yoktur. Ne ekersek onu biçeriz!