‘Çocuk İstismarını Önlemede Hepimize Sorumluluklar Düşüyor'

Adli Tıp Uzmanı ve çocuk hakları savunucusu Prof. Oğuz Polat'a göre, çocuğa yönelik cinsel taciz sorununda herkesin yapması gerekenler var.

RÖP: AYŞE KARABAT / AL JAZEERA

 

Adli Tıp Uzmanı, çocuk hakları savunucusu ve çocuk istismarı konusundaki çalışmalarıyla bilinen Prof. Oğuz Polat’a göre, dünyada da Türkiye’de de, çocuğa yönelik cinsel istismarda bir artış var. Bu, farkındalık arttığı için olan bir artış değil üstelik, olay sayısında artış var.

Polat’a göre, çocuğa yönelik cinsel tacizde artış varken, hepimizin, anne babaların, eğitmenlerin, toplumun, siyasetin yapması gereken bir çok şey var. Mesela çocukları dokunarak sevme yaklaşımımızı biraz azaltmak zorundayız. Polat, "Doğru dokunuşla yanlış dokunuşu çocuğa bırakma sorumluluğu çok kabul edilebilir bir durum değil" diyor. 

"Çocuğu koruyamıyorsak, paranoyak olacağız" diyen Polat’a göre, çok basit önemlerle bile, örneğin, daha iyi ışıklandırma yaparak, tehlikede olduğunu hisseden çocuğun kapısını çalabileceği güvenli noktalar kurarak, çocukları eğiterek, önleyici yöntemlere başvurabilir.

Ancak, Türkiye’de bu konuyla ilgili birimler arasında işbirliği yok, kurumları birey haklarının önünde gören bir tutum var, mağdur çocukla nasıl iletişim kuracağını bilen uzman sayısı sınırlı.

Fakat Polat’a göre her şeyden önce, çocuğu hakları olan bir birey olarak kabul ederek, yalnızca kendi çocuklarımıza değil, bütün çocuklara sahip çıkarak ve çocukların haklarını onlara öğreterek bu sorunu çözme konusunda adım atabiliriz.

"Pedofillerin gizli kalma oranı çok yüksek"

Çocuğun cinsel istismarı nedir, ille de dokunarak mı olması gerekir?

Çocuğa cinsel obje olarak yaklaşmanın her türlüsü cinsel istismardır. Büyüğe ses çıkartılmaz gibi kavramların daha ön planda olduğu ya da kurumların bireylerden daha önemli olduğu toplumlarda daha çok görülüyor çünkü ortaya çıkma ihtimalinin daha az olduğunu düşünen saldırgan daha cesur olabiliyor.

Toplumlara ve kültürlere göre çocuğa yönelik cinsel tacizin tanımı değişir mi? 

Değişmez. Çünkü buradaki temel tanım çocuğa cinsel obje gibi bakmaktan geçiyor. Bu bakışla olur, laf atmayla olur, dokunuşla olur, ırza geçmeye kadar gider. Tabii fiziksel zararlarından daha çok yarattığı ruhsal travmaların tedavi edilebilirlik oranı çok düşük olduğu için bu büyük sıkıntı. Çocuk bunu yıllarca yanında taşır. Özellikle pedofili olgularında. Pedofili çocuğa karşı dürtü boyutunda önüne geçilemeyen bir biçimde birlikte olma isteği taşıyan kişilerin yarattığı istismarlar. Neden daha tehlikeli? Pedofiller toplumda saygın yeri olan kariyerli insanlar arasından çıktığı için çok fazla saptayabilmek mümkün olmuyor. Çocuğu tehdit ettiği için suskunluk ortamı oluyor. Gizli kalma oranları çok yüksek oluyor.

Bizim kültürümüzde çocuğu mıncıklayarak sevmek var. Yolda gördüğümüz çocuktan makas alırız, dokunuruz. Böyle bir kültürde taciz nerede başlar? 

Tek bir kriter var. Kötü model oluşturma davranışlarını biraz daha dışlayarak, her türlü davranışta kasıt önemli. Kucağınıza alabilirsiniz, bu çocuğu sevme yaklaşımı ise sorun yoktur ama biz anne babalara diyoruz ki "Ne olursa olsun çocuğunuz tanımadığı birisine, hatta tanıdığı biri bile olsa, belli şeylerin yapılmasına izin vermesin. Bunu öğretin" diyoruz. Özellikle diyoruz ki "Mayo ile kapattığın yerleri ellemesine izin verme". Sizin kast ettiğiniz günlük yaşam içinde fiziksel temas. Fiziksel temas bugünün koşullarda potansiyel tehlike gibi öğretilmesi gereken bir şey haline gelmek zorunda. O kültürel yaklaşımımızı, dokunarak sevme yaklaşımımızı biraz azaltmamız gerekiyor. Çünkü doğru dokunuşla yanlış dokunuşu çocuğa bırakma sorumluluğu çok kabul edilebilir bir durum değil. 

"Olaylarda artış var"

Tam da bunu soracaktım. Çocuk, doğru dokunuşu, yanlış dokunuşu nasıl bilecek?

Ayırt edemeyeceği için bir kere bunlardan vazgeçmek gerek biraz. Kültürel Akdenizli tavrımızın biraz daha farklılaşma mecburiyeti doğuyor. Çünkü dünyada da var, bizde de öyle olaylarda artış var. Bu artış farkındalık ortaya çıktığı için artıştan kaynaklanan artış değil, gerçekten artış var. Olaylarda artış, her yerde var. Türkiye'de daha fazla vak'a yaşanmaya başladı.

Neden?

Bunu çok fazla boyutta herkes tartışıyor. Sosyolojik boyutta acaba normal olarak kabul edilen şeyler artık anlam ifade etmiyor mu, hep uçları mı arıyorlar, hep "daha, daha, daha" şeklinde bir yere gitme amacı mı, bu da tartışılıyor. Net bir şey söylemek mümkün değil. Şiddetin neden yaşandığı yıllarca tartışıldı. "Şiddet davranışta da vardır" dendi, dünya bunu kabul etti, tamam. Ama "Niye olaylarda artış var?" sorusunun cevabı net olarak yok ortada. Kollektif şiddeti çok yaşıyoruz. Savaşlar mesela. Kollektif şiddet olunca bireysel şiddet de artıyor. Bireysel şiddetin arttığı yerde, cinsel şiddet de, duygusal şiddet de artıyor. Bunların hepsi de birbirini tetikliyor.

Adalet Bakanlığı verilerine göre 2014’te Türkiye’de 40 bin "çocuğa taciz davası" açılmış. Bu dünya verileriyle karşılaştırıldığında çok mu?

Yaklaşık 30 milyon çocuk var. Bunun içinde 40 bin vak'a buzdağının görünen yüzüdür yalnızca. Türkiye’deki sistem halen şunu getirmiyor: "Ben mağdurum nereye başvuracağım? Çocuğum bilmiyorum. Yurttaşım, böyle bir şey gördüm kime bildireyim? Bunu bilmiyorum."

Diğer ülkeler dediğinizde, eğer İskandinav ülkelerini konuşuyorsak, yani birey haklarının kurumların önüne geçmediği, çok değerli olduğu ülkeleri konuşuyorsak, Türkiye’deki vak'a sayısı daha fazla. Ama işte Afrika’ya doğru gidiyorsak, orada görülen vak'a sayısı çok daha fazla. Bireylerin haklarının önemsendiği ülkelerde bu sayı her zaman düşük.

Çocuklara yönelik cinsel istismar ile baş edebilmek için etkili yöntemler geliştirmiş ülkelerde ne var, ve bizde ne yok?

Çocuk Hakları Sözleşmesi diye bir şey var. İlk imzalayan ülkelerden biri de biziz ama bu sözleşmenin yerine getirme konusunda ne yapmışız bunu tartışmak lâzım. Diyor ki sözleşme, "Çocuk bir bireydir, çocuğun yüksek yararı en önemli konudur." En basitinden, istismara uğramış çocuk geldiğinde kişisel haklarını ne kadar koruyabiliyoruz? "Ben mağdurum, zaten saldırıya uğramışım. Üstüne hakkımı arama aşamasına geldiğinde bir daha saldırıya uğrayacağım bu sefer damgalanmış olacağım." Bununla ilgili hiç bir şey yapmıyoruz. Çok çabuk yayın yasağı koyuyoruz bir çok konuda. Ama bu konuda yayın yasağı koyduğumuzda iş işten geçmiş oluyor. Bunu kamuoyu ile paylaşmak lâzım mı, evet lâzım ki insanlar bilsinler, yoksa Karaman’ı kimse duymazdı. Ama bunu yaparken o çocukların kim olduğunu herkesin bilmesi gerekmiyor. Bir kere bunu çözmek gerek her şeyden önce. Çocuğun yüksek yararı adına davranmak gerek.

İkincisi, bu multi-disipliner bir iş. Tek başına sağlıkçı, tek başına polis, tek başına mahkeme çözemez. Ama birlikte çalışma kültürümüz olmadığı için onu yapamıyoruz. Bu birinci boyut. Hız da önemli. Ne kadar hızlıysanız o kadar az travma ortaya çıkıyor ama biz hiç hızlı değiliz. 183 var ama onu duyurmayı bilmiyoruz. 911 herkes bilir. ABD, başınıza bela gelince nereyi ararsınız? 911. Türkiye’de nereyi ararsınız? Bilinmiyor. 183’ü aradınız, ne kadar cevap veriyor? Performansını mutlaka daha farklı yönlendirmek gerek. Eskiden mesai saatleri içinde çalışan çağrı alan bir yerdi. Şimdi 7-24 çalışıyor ama vak'aya ulaşmakta hız önemli. Şiddet mağduru ilk anda haber veriyor ama sonra şiddet devam edecek, "Dur bakalım gidelim, yazışmalar olsun" derseniz, vak'ayı kaybedersiniz.

Öyle mi çalışıyor?

Evet. Aradınız 10 dakika sonra bir polis gelmiyor. Gelişmiş ülkelerde 8 dakika. Bizimki yaklaşık ertesi gün. O da sosyal hizmetlerle yazışıyor, onlar emniyetle aralarında karar veriyorlar, "Sen git, ben gideyim." Burada polisi suçlamıyorum ama öncelik meselesi bu. Kimse bunları tartışmıyor ama polisin o vak'aya giderken aracının benzin için ödeneği var mı? Bunları da tartışmak gerek. Herkes, "Ben yapmadıysam masumum" diyor. Ama hiç birimiz masum değiliz. Yani bence bizim toplum olarak ilk aşmamız gereken şey bu. Çocuğun söylemesini teşvik edeceğiz. Çocuğa dedik ki söyle. Sonra ne olacak? Bilmem... Polise giderim. Herkesin bilmesi gerek. Bu da kamu spotuyla olacak şey değil. Çağdaş yöntemlerin hepsini kullanmak gerek. Çağdaş pazarlama yöntemlerini seçim zamanı öğreniyoruz. Ama bu siyaset üstü bir konu. Hepimizin derdi. Sadece benim çocuğumun başına geldiğinde derdim olacaksa, yarın öbür gün bildiğimiz birinin de başına gelmiş olur bu. Bunun farkında olmak gerek.

"Böyle bir şey yaşıyorsa çocuk doğru söyler" 

Bir de, "Çocuğun hayal dünyası, fazla mı geniş acaba?" benzeri yaklaşımları nasıl aşacağız?

Burada iki şey konuşmak lâzım. Bir tanesi bu konu uzmanlık gerektiren bir konu. Bir çocuğun böyle bir şeyi anlatabilmesini sağlamak bile bir uzmanlık gerektirir. O uzmanlık konusunda eğitim almış kaç kişi var? Sayıyla sayarsınız. İstismara uğramış çocukla iletişim yöntemlerini anlatan kurslar düzenliyoruz. Her kursta rakamları aşıyoruz, buna rağmen talep çok, ama yetişemiyorsunuz. Çünkü bu formal eğitimde verilen bir şey değil. Çocuk istismarı dersi bile Tıp Fakültelerine yeni girdi. Hukuk Fakültelerinde kısmen anlatılmakta. Halbuki, sosyolojide, psikolojide anlatılması mecburi bir derstir. Dünya Sağlık Örgütü tarafından şiddet bir hastalık olarak kabul edilmiştir artık. Yani demek ki, biz bunu sosyal bir olay görme durumunda değiliz. O yüzden bir kere bilgisizliğimiz çok yüksek. Bu konuda çalışacak hukukçular, sağlıkçılar, psikologlar, sosyal hizmet uzmanları gibi meslek gruplarında formal eğitimlerinde buna yer vermediğimiz için inanılmaz bir bilgi eksikliği ve ne yapacağını bilmeyen uzman kişiler var.

İkincisi de dünya bunu tartışmış, çocuk uydurur, doğru söylemez ama gelinen nokta şu ki, çocuk doğru söyler. Böyle bir şey yaşıyorsa çocuk doğru söyler. Sadece son dönemlerde yaşın da ilerlemesiyle daha adolesana (ergenliğe) yakın yaşlarda, karşısındakine kızdığında çarpıtma yapabilir ama uzman bir kişinin bunu atlama boyutu çok yok. Bunun bir sürü kriteri var. O kriterlere uygun yaklaşıldığında doğru mu, yalan mı anlarsınız.

"Çocuğa yönelik cinsel istismar, bütün kesimlerin sorunu"

Öğretmenlerin fail olduğu çocuğa yönelik cinsel istismar konusunda çok fazla haber okumaya başladık. Bu artık gizlenmiyor mu, yoksa artış mı var? Okul, diğer ülkelerde de istismarın olma mekânlarından biri mi?

Tabii. Kurumlar her zaman için bu tip vak'aların en çok görüldüğü mekanların başında geliyor. Öğretmenler, din kurumları, servis sürücüleri, oyun antrenörleri, koçlar, sporcu antrenörleri... Bunlar çocuklara daha kolay yaklaşabilen meslek grupları. Pedofil dediğimiz bir olay bu. Çocuğa cinsel dürtü arzusu yaşayan, taşıyan ve bunu önlemeyen kişiden söz ediyoruz. Parafilik bir durum.

O nedir?

Hastalık ama kullanmayı hiç sevmiyorum, "Hastalıksa suç değildir" yaklaşımı var çünkü. Ama yapılan araştırmalar gösteriyor ki polis varken hiç bir parafili suç işlemiyor. O yüzden bu bir suç. Pedofiller hedef seçiyorlar. Her çocukla birlikte olmak demek değil. Çocuk seçiyorlar, onunla ilişkiye girmek için adım adım çalışıyorlar. Tabii bu kişilerin de seçtikleri ilk şey çocuklarla birlikte olabilecekleri ve otoritelerini kullanabilecekleri ortamlar.

Çocuğa yönelik cinsel istismar belli bir sosyo-ekonomik sınıfın sorunu mu?

Bütün kesimlerin sorunu. Herkeste gözükebilir. Pedofil dediğimiz olayların saldırganlarının çoğunun sosyo-ekonomik düzeyi yüksek, kariyerli kişiler arasından çıktığını da unutmazsak, belli bir kesimde değil tüm toplumun bir problemi olduğunu görürüz. Cinsiyet ayrımcılığı, toplumsal statü, birey olabilme, kurumların ön planda olması gibi mikro faktörlerden söz edilebilir. Mahkemeye gidince "Gece 11'de sokakta olmasaydın o zaman" diyorsa mahkeme, burada yanlışlık var. "Yaşamını kısıtla ki tehlikeye girme" gibi bir çözüm olamaz. O yüzden bizim yaklaşımlarımızda cinsiyet ayrımcılığı, damgalama gibi şeylerin ortadan kalkması lazım. Uzun ince bir yol bu ama toplumun eğitilmesi gerek önleme için. Koruma için kanunlar lâzım ve çabuk davranmak lâzım. Önleme ve koruma iki farklı olgu ama ikisi içinde yapılacak çok şey var.

"Erkek çocuk bir saldırı yaşadığında anlatmak istemiyor"

Kadınlar da çocuğa yönelik cinsel tacizde bulunur, değil mi?

Ağırlıklı olarak erkekler yapıyor. Kadınların yaptığı tacizlerde erkek çocuk ilk tercih oluyor. Erkek çocuklarda saklama oranı çok daha yüksek. Zaten dünyada çocuğa yönelik cinsel tacizin ortaya çıkma oranı yüzde 18. Türkiye de yüzde 10’lara düşüyor. Erkek çocuklarda yüzde 5. Erkek çocuk bir saldırı yaşadığında anlatmak istemiyor, "Damgalanırım, erkeklik imajım sarsılır" diye.

Ne yapacağız? Çocuğu okula gönderiyoruz ama başına bir şey gelecek mi? Ya da geçenlerde komşu çocuğu severken fazla mı mıncıkladı, acaba niyeti ne? Nasıl baş edeceğiz bununla?

Amerika bunun paranoyasını yaşıyor. Ama gerçekten de tehlikeli bir dünya. Çocuğu koruyamıyorsak paranoyak olacağız. Ama dünya ne yapıyor, çeşitli önlemler alıyor. İngiltere’de mesela ‘safe point’ (güvenli nokta) var. Kim olduğu bilinen, herkesin tanıdığı, güvenlikli evler. Büyük işaretler var o evlerde. Çocuk yolda giderken tehlike hissettiği anda o kapıyı çalabiliyor. Işıklandırma çok basit bir şey. Işıklandırmayla suç arasında ilişki olup olmadığı araştırılmış. Işıklandırma ile suç oranının yüzde 70 azaldığı bulunmuş. Çok basit şeylerden söz ediyoruz. Ama her şeyden önce caydırıcılık. Bu suçu işleyecek insan bir kere daha düşünecek. "Bir kurumu karalamamalı" diye demeçler verilirse herkes yapmaya devam eder. Çünkü kurumu korumaya doğru giderken, kişileri aklamak değil ama bir yerde korumaya alıyorsunuz. Öyle olmalı ki bu suç varsa, "Bunu işlersem, 150 yıl yatarım" derse ancak suç işlemeyebilir. 

Bu konuda çocuklarımızı ne kadar eğitiyoruz ya da eğitemiyoruz?

Formal eğitimlerinde yok. Bazı okullar kendi girişimleriyle bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Üniversitelerde cinsel taviz ofisi vardır. Öğrenci başına bir şey gelince gider oraya şikayetçi olur. Ama Türkiye’de bir tane bile yok. Bu önemlidir. Okulların da yaklaşımları önemli. Mesela Kayseri’deki örnekte okul örtbas ediyor, okulun adı çıkmasın diye. Bizim bireylerimizi ön plana almaya çalışmamız lâzım. Kurumları koruma kaygısı bize yanlış yaptırıyor. Türk toplumunda ensest varsa herkes yapıyor değil, ama yokmuş gibi davranamayız. Buraları geçmek lâzım.

Milli Eğitim Bakanlığı'na düşen nedir bu konuda?

Çocuk hakları öğretecek, birey olduğunu öğretecek, koruma yöntemlerini nerelere başvurabileceğini öğretecek.

Yalnızca çocuk cinsel tacizine karşı eğitim değil yani...

Değil. Çocuk haklarını öğretecek.

Yani, "Sen bir bireysin, senin hakların var ve bunlardan birisi de..." diye eğitim vermek gerekiyor cinsel tacize karşı..

Evet tabii. Çünkü aksi durumda gelişimi engelleyici bir boyuta sokarsınız. Yalnızca cinsel taciz tehlikesi için eğitirsen bu doğru olmaz. Ama çocuk hakları eğitimi veriyorsanız, o zaman her şeyin korunmasını, yaşatılmasını, çocuk katılımla öğrenecek. Diyecek ki "Evet, benim haklarım var, bireyim, şöyle eğitim alma hakkım var, devlet bunu yapmakla yükümlü. Sağlığıma da dikkat edecek, kendimi de böyle koruyabilirim” diyecek.

Yani diyorsunuz ki, çocuğa hakları olan birey olarak bakmadığımız ve eğitmediğimiz sürece öyle davranmadığımız sürece her türlü felaketin başımıza gelme ihtimali var.

Hem öyle, hem de "Çocuk kimin" diye soruyorum toplantılarda. "Çocuk benim" diyor. Ben diyorum ki "Çocuk senin değil. Çocuk tek başına bir birey ve devlet sahip çıkar ona." Ama biz hâlâ "Çocuk benim" noktasındayız. Ama sadece kendi çocuğumuza, bir de böyle bir tarafı var. Başkasının çocuğu önemli değil sadece kendi çocuğumuza bakıyoruz.

Bu sorun siyaset üstü bir sorun. Bu konuya Türkiye’nin siyaset üstü bakmak mecburiyeti vardır. Çocuklarımızı onundur, bunundur diye ayırmadan, tüm çocuklar için beraber değerlendirmek lâzım. Bunu böyle yapmazsak, bu daha da büyür. Bizim genç bir toplum oluşumuz, nüfusun yüzde 35, 40 gibi bir oranda çocuk olması avantaj gibi gözüküyor. Ama eğitimi ve belli şeyleri yapmazsak dezavantaja döner bu. Bunu unutmamak gerek.

"Anne baba, bakarsa anlar"

Aileler ne yapmalı?

Bu konuda konuşup uyarıp, çocuğundan haberdar olması lâzım. Yaşanabiliyor bu olaylar, çocuk tehdit edildiği için saklıyor. Ama bütün belirtileri gösteriyor. Okul başarısı düşüyor, içine kapanıyor, arkadaşlarıyla konuşmuyor. Bu şu demek, çocuğun bir derdi var. Anne baba bundan haberdar olacak. Anne babanın şöyle bir hakkı yok, "Bütün gün çalışıyorum, akşam ölüyorum." Sonuna kadar ilgilenmek zorunda. Anne baba olmak için doğurmak, okula yollamak yetmiyor. Gizli kalmış bir olayı, anne babanın fark etmemesi mümkün değil. Anne baba anlar onu. Ama bakarsa anlar. "Hadi odana git. Gürültü yapma" ile başlayan diyaloğun sonu yok. Anne babalık okulları da bir yerde başlamalı Türkiye’de. Anne babalar da birey olarak bakacak çocuklarına. Çocuk Hakları Sözleşmesi evde de yaşama geçecek. Sınırları bilerek elbette, çocuğu şımartmaktan söz etmiyorum.

Kaynak: Al Jazeera

Röportaj Haberleri

“Suriye’ye geri dönüş tartışması, empati yoksunu ve yersiz”
Türkiyeli bir mücahid ile Suriye devrimi üzerine…
"Solun bir kısmı mezhepçilikten bir kısmı da İslam düşmanlığından Esed'i destekliyor"
Suriye'nin korku hapishaneleri: Sednaya, Tedmur ve Suriye’nin yeni hafızası
"Suriye devrimi Türkiye'nin de zaferidir!"