Benim için bugün (7/7/2008: Pazartesi) Taraf Gazetesi’ne verilen ‘süre’ doluyor. Hani, çok esracengiz bir uyarı metni yolladılar: “Yalnızca bastığınız değil/basabilirliğiniz olan belgeleri de verin!” konulu. (Tabii ben böyle formüle edince o karmakarışık dil/askerden lastikli üslup, Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı tarafından kullanılmış olan, GÜME GİDİYOR. Heyhat!)
Sebep ise Taraf’ın ‘Dağlıca baskını biliniyordu’ (belgelere dayalı) haberi. Yasemin Çongar’ın 4 Temmuz tarihli köşesinden alıntılıyorum: “Taburdaki üç komutanın, baskın günü izinli olması; Tabur Komutanı Yarbay Onur Dirik’in aynı gün bir köy düğününe gitmesi; taburdaki taarruz tipi el bombalarının baskından on gün önce değiştirilmek üzere toplanmasına karşın askere yenilerinin verilmemesi; baskından iki gün önceki helikopter talebinin karşılıksız bırakılması; baskın yiyen tepeyi korumakla görevli nöbetçi erlerin sayısının 100’den 26’ya indirilmiş olması; hep ama hep ‘Dağlıca her an basılabilir’ ikazına rağmen gerçekleşmiş.”
Yani aynen Dink Cinayeti’nde olduğu gibi uyarı/ikaz/bilgi/ihbar gırla ve fakat tedbirler artırılmıyor; hatta Dağlıca örneğinde azaltılıyor. Heyhat! (Ben de ‘heyhat’ hastası oldum
Askeriyemiz söz konusu oldukça.)
13 askerimiz şehit düştü, 8 askerimiz PKK tarafından rehin alındı. ‘Askeri başarısızlık’ demeye dilim varmıyor; zira ben bir latan İyi Orducuyum varsayalım ve fakat Dağlıca Baskını’nın daha önceden haber alındığını artık belgeleriyle bildiğimize göre, yukarda Çongar’dan alıntıladığım ‘veriler’ insanda ‘Yar, bana bir açıklama!’ dürtüsünü hareketlendiriyor. (Hareketlendirdiğiyle kalır, tabii.)
O sekiz çocuğumuz kurtarıldıktan sonra DTP’lilerin yoğun gayretleriyle; tutuklandılar, aileleri inanılmaz bir haksızlığın boğazlarında yumrulanmış halleriyle 15 saniye kadar filan
gösterildiler, ‘Askeri Reklamları İzlediniz’ ana haber kuşaklarında. Sonra da ‘sessiz sedasız’ salıverildiler- biliyorsunuz.
İşte Kuzey Irak Harekâtımız’ı (dokuzuncusu? onuncusu?
sonuncusu?) ‘haklı’ gerekçelendirmeye yaradığı varsayılan Dağlıca Baskınının Karanlık Öyküsü.
Benim içim niye yanıyor bu bilgilerle/belgelerle; biliyor musunuz? Dağlıca Baskını yaşanmasaydı da, Bu Askeriye onayı alırdı Bu AKP Hükümeti’nden. Yer yerinden de oynamazdı.
“Yetti bu bitmeyen harekâtlar. Sen benim çocuğumu habire savaşa/ölme/öldürme ihtimaline yollayamazsın arkadaş!”
kimse yapmazdı. HİÇ KİMSE.
Hep Bitmeyen Savaşımız’ı düşünürken, hocam Çiğdem Kâğıtçıbaşı’nın ‘Çocuğun Değeri’ araştırması/kitabı düşüyor aklıma. Evet bu topraklarda çocuğun (askerin/askere gönderilenin) değeri ne kadar düşükse, Askeriye’nin ehemmiyeti o kadar büyük.
Türk Ordusu gücünü tamamiyle bu ters orantıdan alıyor.
Diyelim Dağlıca’da şehit düşen kuzularımızın aileleri, “Çok Sayın Ordu; bana bir rapor/mesela bir hasar tespit raporu yazıp teslim edebilir misiniz? Çocuğumun NASIL ve NEDEN şehit düştüğünü askeri teknik raporlarıyla, bana bildirebilir
misiniz?” demiyor. Diyemiyor.
Zira ‘Her Türk şehit doğar: kalan sağlar bize yeter.’ Ve fakat NEREYE KADAR?
Gün geliyor, devran devriliyor; değişiyor gidişat. Artık şehirlerde yüz binlerce ‘çocuksalak’ aile var. Ve bunların sayısı habire artıyor. Bir ya da iki çocuğu olan; çocuğunun üstüne titremekten bir nevi sevgi sıtmasıyla yaşayan aileler. (Bknz: Ayça Şen)
Bunların çocuğuna ‘el koymak’, bunların çocuğunu alıp:
diyelim Bursalı 2 ailenin bilgisayar mühendisliği okumuş/üstüne titrenmekten bisiklete dahi bindirilmemiş çocuklarını alıp Zayiat Raporlarında BİRER SAYIYA indirmek, kolay olmuyor. Kolay olmayacak. Kolay olmamalı.
Bugün (hâlâ pazartesi) saat 4’te Yaşar Büyükanıt’ın basın toplantısı var. Meğer, Zafer Bayramı kokteyliymiş: Orda okşarken Tercüman Gastesi’nin Genel Ağbisinin yanağını,
“Her şey çok güzel olacak Ufuğum,” (demek adı bu: lümpen şahsın) demişmiş Sn. Büyükanıt. Bu yüzden, ahhh bu tatlı serzenişler, ‘HER ŞEY GÜZEL OLMADI PAŞAM’ manşetiyle çıkmışmış bugünki Tercüman da.
Bakalım Büyükanıt Paşamız nasıl teselli edecek Ufuğunu?
Ve diğer darbecilerimizi/gönülden orducularımızı/Cumhuriyetimiz aşığı Masum Cumhuriyet Gastesi okurlarını? Merakla bekliyorum.
Karamehmet’in ‘Ergenekondan Serbest Kadrosu’ndan Güler Kömürcü’nün de Turan Çömez’le pek samimi fotoları çıktı internet sitelerinde. Şu an Ergenekon Soruşturması’ndan aranmakta olan Turan Çömez’i, Sedat Peker’i sevdiği (ve Kaan Sezyum’un dillere pelesenk ettiği) üzre ‘salonda mı sevdiğini’, başka mekânlarda mı; bilemiyoruz tabii Sn. Kömürcü’nün.
Samimiyim: alıntı yapmaktan kaçınırım normalde.
(Bi nevi fıkra anlatıcılığı gibi, beleşçiliktir zira.) Ve fakat Ecevit Kılıç’ın Sabah’ta Emekli Askeri Hâkim Albay Ümit Kardaş’la gerçekleştirdiği harikulade röportajdan, Ümit
Kardaş’ın sözleriyle bitiriyorum:
“Sonuçta tutuklanan kuvvet komutanlığı yapmış bir isim... O nedenle travma yaratabilir. Ordu içinde de kafalar net değil, karışıktır. Ama BUNLAR SİYASET YAPAN ORDUNUN SONUCUDUR. Türkiye’nin birinci gündemi ‘Orduyu nasıl siyasetten arındıracağız?’ olmalı. TSK genel olarak şeffaflaşmak, siyasi iktidara veya parlamentoya hesap vermek istemiyor. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ve tehditleri ‘Ben tayin ederim’ diyor. Burada AKP’nin tutunacak dalı AB oldu. Bu durum TSK için kaygı verici bir unsur oluşturdu. YOKSA MESELE LAİKLİK VE TÜRBAN DEĞİL.”
Radikal Gazetesi