Çocuğa Din Eğitimi Vermek Her Ailenin Hakkı

Din eğitimi talebini şark kurnazlığıyla meslekî eğitim içine gömmeye, böylece budamaya çalışmak akılsızca ve ahlâksızca.

 

Dindar aileler çocuklarının örgün eğitim içinde ana çizgisini kendi seçimlerinin belirleyeceği bir din eğitimi alma imkânına sahip olmasını istiyor. Buna hem insan hem vatandaş olarak hakları var. Çocuklar onların çocukları, eğitimi vergileriyle finanse edenler de onlar. Devlete düşen, ilgili talepleri birleştirip onlara cevap veren icraat ve düzenlemeleri yapmak.

Atilla Yayla’nın Yorumu:

Din Eğitimi ve Demokrasi

Atilla Yayla / Zaman / 23.03.2012

Din eğitimi Türkiye'de bütün Cumhuriyet tarihi boyunca bazıları için problem, bazıları içinse problemli oldu. İlk gruptakiler, kafalarındaki toplum projesine uymayan bir unsur olan dinin toplumsal hayattaki ağırlığını din eğitimini engelleme, sınırlama ve kontrol etme yoluyla azaltmak istedi. İkinci gruptakilerse, ne kadar yasal ve fiilî engel çıkartılırsa çıkartılsın, yeni nesillere, çeşitli yol ve yöntemlerle, din eğitimi sağlamaya çalıştı. Tek parti döneminde bunun sonucu din eğitiminin bir anlamda yer altına inmesi ve devletin uzanamayacağı, nüfuz edemeyeceği yerlere kaydırılmasıydı. Din eğitimi üzerindeki tek parti yönetimi baskısının demokrasi içinde sürdürülmesi imkânsızdı. Bu yüzden, II. Dünya Savaşı sonrasında iç ve dış faktörlerin etkisiyle demokrasiye doğru evrilmeye başlayan siyasî rejim başka birçok alanda olduğu gibi din eğitimi sahasında da açılıma gitti. Üstelik bunun ilk adımlarını tek parti döneminin kahramanı olan siyasî parti, istemeyerek veya açılım sürecini denetim altında tutmak için de olsa, attı. Bugün örgün eğitim sistemi içinde yer alan orta ve yüksek dereceli "dinî okullar" böylece ortaya çıktı.

Demokraside iktidar sahipleri halkı hesaba katmak ve vatandaşların taleplerine cevap vermek mecburiyetinde olduğundan, din eğitimi alanı hızla genişledi. En fazla dikkat çeken okullar "imam hatip" liseleriydi (İHL). Aslında bu liseler tek parti döneminin din karşıtı zihniyetinden hâlâ kurtulamayan devlet iktidarının bir hileyle hem halkı hem kendini aldatmaya çalışmasının sonucuydu. Şeklen meslek lisesi olarak tanzim edilmişlerdi, ama halk onları böyle görmüyordu. Çocuklar İHL'lere imamlık, müezzinlik "mesleğine" girsin diye gönderilmedi. Veliler evlatlarının popüler mesleklere yönelmesini, ama dindar olmasını istemekteydi. Tek partici zihniyet bunu asla sevmedi ve kabullenmedi. Bugün bile aşağılama yapıldığı zannıyla "imam doktor", "imam mühendis" yetiştirmek istiyorlar tarzı söylemlerin kullanılması bundan. Oysa halkın istediği, çocuklarının "dindar doktor", "dindar mühendis" vb. olmasıydı. Bir inanç, değer ve ahlak manzumesi olarak dinin toplumsal ağırlığı İHL'ye olan talebi çok artırdı. İlgili toplum kesimleri de bu liselere başka hiçbir eğitim kurumuna göstermediği ilgiyi gösterdi, vermediği desteği verdi. Tam bir sivil toplum faaliyeti olarak bu amaçla dernekler, vakıflar kurdu, binalar yaptı ve MEB'na teslim etti. Ne var ki, tek partici zihniyet bundan hiçbir zaman memnun olmadı ve ya doğrudan doğruya ya da dolaylı yollarla İHL'lerin önünü kesmeye çabaladı. Bu yöndeki gayretler, özellikle, olağanüstü, yeni demokrasinin şu veya bu ölçüde rafa kaldırıldığı dönemlerde yoğunlaştı. Bunun son örneği, 28 Şubat sürecinde karşımıza çıktı. Askerlerin dayatmasıyla mecburi eğitim kesintisiz 8 yıla çıkartıldı. Böylece İHL'lerin ölüm fermanı imzalandı. Nüfusun önemli bir bölümünün dindar olduğu ve dinî eğitimi önemsediği bir ülkede bu sürdürülemez bir durumdu. Nitekim, çok geçmeden dindar muhafazakârların kurduğu mevcut hükümet, bu dayatmayı ortadan kaldırmak için harekete geçti.

Lafı dolandırmaya gerek yok, tartışmaların ana konusu din eğitimi. Dindar aileler çocuklarının örgün eğitim içinde ana çizgisini kendi seçimlerinin belirleyeceği bir din eğitimi alma imkânına sahip olmasını istiyor. Buna hem insan hem vatandaş olarak hakları var. Çocuklar onların çocukları, eğitimi vergileriyle finanse edenler de onlar. Devlete düşen, ilgili talepleri birleştirip onlara cevap veren icraat ve düzenlemeleri yapmak. Din eğitimi talebini şark kurnazlığıyla meslekî eğitim içine gömmeye, böylece budamaya çalışmak akılsızca ve ahlâksızca. Dindarlık bir meslek değil, bir vasıf ve büyük ölçüde erken yaşlarda kazanılabilecek bir nitelik. İşte bu yüzden eğitimin kademelendirilmesi gerekiyor. Alternatif önerilerle ortaya çıkmak isteyenlerin bunu veri alması şart.

DİN EĞİTİMİ KAPSAYICI OLMALI

İHL'yi şeytanlaştıranlar birçok noktada yanılıyor. İlk olarak onlar zannediyor ki, bu okullar sayesinde çocuklar dindarlaşıyor. Oysa, tam tersi doğru, aileler zaten dindar oldukları için bu okulların kurulmasına yönelik yoğun talepler ortaya çıkıyor. İkinci olarak, biraz önce işaret ettiğim üzere, veliler İHL'ni meslek lisesi olarak değil, din eğitimini önemseyen ve çocukları daha yüksek tahsile hazırlayan liseler olarak görüyor. Çocuklarının temel dinî değer ve bilgilerden haberdar ve kendi alanında yetkin meslek mensupları olmalarını istiyor. Merkeziyetçi ve devletçi bir eğitim sistemi ya bu isteklere bizzat cevap vermek ya da vatandaşın bunu kendi başına yapmasına engel olmamak zorunda.

Konuyla ilgili tartışmalarda bir yönüyle gülünç, bir yönüyle korku verici sözler sarf edildiği oluyor. CHP'li bazı politikacılar eğitim konusunun bilim adamlarına, uzmanlara (eğitimcilere) bırakılması gerektiğini söylüyor. Benzer ifadeler kimi akademisyenler tarafından da dile getiriliyor. İyi niyetle söylenmiş de olsalar, bu sözler özenle kaçınmamız gereken bir alansal bürokrat diktatörlüğünün yoluna taş döşüyor. Sadece teknik anlamda, yeni etkili öğretme-öğrenme metotlarının ne olduğu, hangi araçların kullanılmasının öğretim sürecinde daha iyi sonuçlar verebileceği hususlarında bilim adamlarına ve uzmanlara danışabiliriz. Ama, ailelerin çocuklarına hangi değer sistemlerini aktarmasının yerinde olacağı hakkında teknokratların söz hakkı olamaz. Böyleleri, çok istiyorlarsa, kendileri gibi düşünenlerle çocukları için ortak eğitim programları geliştirebilir. En iyiyi biliyorlarsa bu yolla başarılı olarak başkalarına örnek teşkil edebilir. Daha ötesi düşünülemez.

Demokratik bir ülkede kamu otoritesinin din eğitimine hiçbir müdahalesi söz konusu olamaz mı? Bunun cevabı şudur: Demokratik devletin bütün eğitim alanlarına –bu arada din eğitimine– müdahalesi kural değil, istisna olmalıdır. Potansiyel müdahaleler de insan haklarını koruma amacıyla şekillenmelidir. Bir din eğitimi içinde öğrencilere nefret, saldırganlık, başka dinleri ve mensuplarını aşağılama telkin ediliyorsa, buna engel olmak demokratik devletin görevi olarak görülebilir. Demokratik devlet, ayrıca, sadece büyük din grubunun eğitim taleplerine cevap vermemeli, büyük olana ne sağlıyor ve nasıl muamele ediyorsa küçük olanlara da aynı şekilde davranmalıdır. Tek parti zihniyetini sürdürenler kendilerini yenileyip vurgularını bu alanlara kaydırsalar çok daha ahlâklı bir zemin kazanabilir ve ilgili tartışmalarda gerçekten faydalı olabilirler.

 

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!