Çırpınışlar...

Gülay Göktürk

Şu işe bakın; başkentin altı cephaneliğe dönmüş, birtakım adamlar hâlâ Ergenekon'u aklamak için çırpınıyor.

Evet, üç gündür tam anlamıyla zavallı bir çırpınış tablosu ile karşı karşıyayız. Herkes Baykal gibi açıktan "Ergenekon avukatıyım" diyecek "cesarete" sahip olmadığı için, ellerinden gelen tek şey usul hakkında itirazlar geliştirmek oluyor. Ama buldukları itirazlar da gerçekten evlere şenlik...

Kimisi kafayı arabaya bindirilirken Kemal Gürüz'ün kafasının bastırılmasına takmış. Kimisi emniyetteki odaların ilk geceki soğukluğunu mesele etmeye çalışıyor. Bir kısmı da hâlâ "3-5 silahla darbe olur mu" gibi inanılmaz sözler söylemeye devam ediyor.

Dün koskoca bir Anayasa profesörü "sabahın 9'unda böyle apar topar evlerinden alınmalarına ne gerek vardı" diyecek kadar gülünçleşebildi. Hatırlarsanız, ilk büyük gözaltı dalgasında "sabahın 5'i" diye dillerine dolamışlardı, şimdi de "sabahın 9'u" diyorlar. 5 olmadı, 9 olmadı, bir söyleseler de bilsek; ne zaman gözaltına alınacak bunlar? Dikkat ettim, her yorumcu kendine göre gözaltıyı hak eden ve hak etmeyen listesi yapıyor. Tamam, İbrahim Şahin gibiler gözaltına alınabilirmiş.

Ama bu ülkede MGK sekreterliği yapmış, YÖK Başkanlığı yapmış insanların böyle polis baskınıyla evinden alınması olacak şey miymiş? Davetiye çıkarılmalıymış, onlar kendi ayaklarıyla gider savcıya ifade verirlermiş...

Bir kere siz şüpheliler arasında böyle ayrım yapma, savcıdan da ayrım yapmasını isteme hakkını nereden buluyorsunuz? Bilmediğiniz bir dosya hakkında nasıl oluyor da, "şunlar şunlar gözaltına alınabilirdi ama şunlar şunlar doğrudan savcılığa gidip ifade vermeliydi" gibi değerlendirmeler yapabiliyorsunuz!

Davetiye çıkarıldığında kaçının kaçacağını, kaçının gidip teslim olacağını nereden biliyorsunuz? İşte firari yarbay örneği: Olayı haber alır almaz kayıplara karışmadı mı? Gelelim siyasi itirazlara...

Aslında muhalefetin diline pelesenk ettiği şu "bu dava siyasi bir davadır" sözüne de fazla pabuç bırakmamak gerekir. Evet, bu dava sapına kadar siyasi bir davadır ve bu yüzden Türkiye'de de ideolojik-siyasi bir saflaşmaya yol açmıştır.

Saflaşmanın bir tarafında Türkiye devletinin ilelebet "derin" kalmasını, illegal bir örgütlenmenin devlet içine dal budak salmasını, ülkenin bu derin devletin yaptığı gizli anayasalarla yönetilmesini, devletin istediği zamanda ve yerde Demirel'in deyimiyle rutin dışına çıkmaya devam etmesini isteyenler var; diğer tarafında da 50'li yıllardan beri demokrasinin çanına ot tıkayan bu illegal yapılanmanın çözülmesini ve devletin temizlenip şeffaflaşmasını isteyenler...

Böyle bir dava bugüne kadar açılamadıysa, mevcut iktidarlar derin devletten korktukları, onunla hesaplaşmayı göze alamadıkları ya da daha kötüsü derin devletten nemalandıkları için açılamadı. Bugün, böyle bir davanın arkasına siyasi iradesini koyan bir iktidar varsa, bunu eleştirmek bir yana sevinç duymalıyız. Peki derin devletin çözülmesinden AK Parti'nin siyasi çıkarı yok mu?

Elbette var, çünkü kurulduğundan bu yana AK Parti'yi bir kaşık suda boğmak için dişini tırnağına takan; iktidara getirmemek, geldikten sonra da düşürmek için kanlı provokasyonlar tezgahlayan, yargıyı hukuk dışına iten bu derin devlettir.

Bu yüzden de derin devletle hesaplaşmak AK Parti için hayat memat meselesidir. Bir başka deyişle, gelinen bu noktada AK Parti'nin partisel çıkarlarıyla demokratik rejimin çıkarlarıyla çakışmış, üst üste oturmuşsa, AK Parti hükümeti bir yandan kendi partisinin varlığını korumaya çalışırken bir yandan da demokrasiye hizmet ediyorsa, bunda da gocunacak bir şey yoktur.

Ama iki şeyi birbirinden ayırmak gerekir: Bu davanın açılması için yargıyı harekete geçirmek ya da yüreklendirmek başka şeydir; davayı yönlendirmek başka. Davaya siyasi destek vermek ille de yönlendirmek anlamına gelmez. AK Parti'nin yargıyı yönlendirdiğini iddia edenler bunu ispatlasınlar, bu hukuk dışı davranışla hep birlikte mücadele edelim. Ama öyle kanıtsız tanıksız bir şekilde işkembeden konuşmasınlar.

BUGÜN