Epey zamandır siyasî cinayet işlenmediğini yazmayı düşünüyordum. “Niye acaba,” diye sormayı da düşünüyordum. Ne oldu? Ne değişti de memlekette, şu kadar aydır kimse öldürülmedi? Yoksa şu beğenilmeyen Ergenekon davası mı, bu “durgun”luğa yol açan değişim?
Ama bugünün gazetelerinde birkaç yerde suikast girişimi, hazırlığı olduğunu, İbrahim Şahin’in evinden liste çıktığını okuyoruz. Demek ilk şoklardan sonra, yeniden başlamışlar çalışmaya. Hem zaten seçim de yaklaşıyor ve böyle bir atmosferde yapılacak seçimin “yerel”i falan olmaz. Daha epey bir zaman, her seçim genel seçim havasında geçmek zorunda. Evet, ondan önce gene ortalığı karıştırmak gerekiyordu. Anlaşılan, bu gereğin yerine getirilmesi için, “zinde kuvvetler” hazırlıklara başlamışlar.
Sık sık söylerim, başkaları da söylemeye başladı: tek âletin bir çekiçse bütün sorunlar sana çivi gibi görünür. Bu adamların da böyle bir koşullanması var: zaman hangi zaman, ortam hangi ortam, sorun hangi sorun, fark etmiyor –çözümü öldürmek. Bu iş yıllardır böyle devam ediyor. 1960’ta demokratikleşme yolunda adım attıran bir düzene geçtik, bu adımla birlikte ülkeye sosyalizm girdi. Ve cinayetler başladı. Başladı ve arkası kesilmedi. Zaman ilerleyip sorunlar dallanıp budaklandıkça cinayet yöntemleri de, kurban tipleri de değişti, çoğaldı. Ama işleri cinayetle çözme mantığı değişmedi: Ahmed Samim’den Hrant Dink’e.
Şimdi yeniden listeler bulunmuş, falan. Baskın Oran yağmur gibi tehdit alıyor. Ne yapılıyor, bilmiyorum.
“Onu nasıl aldınız? Buna neden dokundunuz?” yaygarası yapılıyor da, aslında bu işlere karışmış olanlardan, şu ana kadar gözaltına alınmış, tutuklanmış kimselerin devede kulak kaldığından hiç şüphem yok. Bir yerleri kazıyorlar, birinden bir şeyler çıkıyor, ne âlâ! Bir düşünün, çetenin bir yere silâh gömmesi ne kadar kolay, hele bu kadar “devletlû” destek olunca –ama polisin bunların yerini tesbit edip bulması ne kadar zor. Şu ana kadar ele geçirilmiş silâh ve mühimmatın da devede kulak olduğundan şüphem yok.
Onun için, pek öyle gevşemeyin, olayın kapandığını sanmayın, derim. Kimbilir daha nerelerde kimler, hangi karanlık planları kurmakla meşgul.
“Adam öldürmek” gibi bir fiil... Bir insanın kendini bu fili yerine getirmeye hazır görebilmesi... Kimimize göre ne kadar zor bir şey bu. Bizim “insan” diye bildiklerimiz bu ruh haline gelmez, gelemez. Ama gene bir düşünün yakın tarihimizi. Ne kadar kolaymış meğer. Kolay olmasa bunca cesetle donatabilir miydik, yeri göğü?
Bunu gözünü kırpmadan yapabilen, yaptıktan sonra “öldürdüm!” diye sevinç çığlıkları atabilenler, herhalde insanı dehşete düşürecek kadar fazla sayıda. Ama belki tam o noktaya gelmemiş, ama oraya götüren psikolojik sürece girmiş olanlar kimbilir ne kadar daha fazla. “Yasin”li , “Ogün”lü sloganlarla, beyaz berelerle vb. maça gidenleri düşünün, bunların görüntülerini de gördük. Özendikleri mertebeye varmalarına daha çok mesafe olduğunu söyleyebilir misiniz?
Türkiye bir toplu cinnet geçirdi, hâlâ geçiriyor. Dediğim bu insanlar bugün de bu ülkede yaşıyor ve “Ergenekon” davasında elli, yüz kişi yargılandı diye değişip başka türlü insanlar haline gelmeyecekler.
Belki onlar gibi cinayet işlemeye hazırlanmayan, ama bulundukları yerde onlara lojistik destek veren, örneğin ona bunu iftira edip hedef haline getirmeye çalışan “gazeteci” kılığındaki kiralıklar, onları kayıran her türden görevliler, onlar ne olacak? Bunca angajmandan sonra hangi dille konuşacak, ne söyleyecek bu adamlar? Bildikleri başka bir dil var mı? Böylelerini de, eli silâhlı katilleri çok uzağında göremiyorum.
Ancak “derin devlet” gibi metaforlarla anlatabildiğimiz son derece geniş bir yapının içindeki karmaşık işbölümünden söz ediyoruz. Onun için, şu son gözaltı dalgasına karşı üretilen “o adamla bu adam nasıl bir arada olur?” mugalatasının hiçbir geçerliliği yok. Yapılan işin kendi mantığı bunun böyle olmasını gerektiriyor. Askeri, yargıcı, profesörü, gazetecisi, sendikacısı olmadan “derin devlet” olabilir mi?
Ama beni en çok tabandaki vahşet umutsuzluğa düşürüyor. Ne yapmışız biz, nasıl insanlar yetiştirmişiz, bu insanları nasıl yetiştirmişiz? O tribünlerdeki pankartlarda yazdığı gibi Ogün’ler ve Yasin’lerden oluşan bir toplum muydu idealimiz? Bu muydu büyük Türk medeniyetinin varacağı nokta?
Cinayetler durulacak mı, bilmiyorum. Cinayetler bitse de, su yüzünde görünmeden dalgakıranı ayakta tutan taşlar gibi bu cinayetleri besleyen toplumsal maraz nasıl durulacak, düzelecek? Kolay değil.
TARAF