“Olağanüstü bir maharetinden dolayı bir adama cin, güzelliği sebebiyle bir kadına peri, ya da çok hızlı hareket etmesi nedeniyle bir kimseye kuş denmesi, sadece mecazi olarak mümkündür.” diyen Ebu’l A’lâ Mevdudî (1903-1979), Tefhîmu’l-Kur’an adlı eserinde, cin kelimesinin mecaz olup olmadığı konusunda, “Bir konuşmada bir kelime sözlük anlamı yerine mecazi anlamda kullanılabilir. Fakat metinde onun mecaz olduğuna dair bir karine varsa ancak o zaman muhatap onu mecaz anlamıyla anlar.” demektedir. Yazara göre cin (mecaz deyip yok sayılması mümkün olmayan) müstakil bir varlık türüdür.
Fî Zilâli’l-Kur'an adlı eserinde Seyyid Kutub (1906-1966) da insanlardan ayrı olarak cinlerin var olduğunu kabul etmektedir. “Ey Muhammed! Hani biz cinlerden bir grubu Kur’an'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Onlar Kur’an'ı dinlemek için hazır bulundukları zaman birbirlerine ‘Susun!’ dediler. Kur’an'ın okunması bitince de birer uyarıcı olarak kavimlerine döndüler. Onlar kavimlerine şöyle dediler: Ey kavmimiz! Gerçekten biz Musa'dan sonra indirilen ve kendisinden öncekileri tasdik eden bir kitap dinledik. O kitap gerçeği ve doğru yolu gösteriyor.” (Ahkaf, 46: 29-30) ayeti bağlamında Kutub, bir grup cinin Resulullah'tan Kur'an dinlemeye yöneltildiğini cinlerin konuştuklarını ve yaptıklarını aktardıklarını söylemektedir. Cinler Resulullah'ın seslendirdiği yapısı ile konuşulan Arapçayı dinleyip anlamakta, iman etmekte veya küfre sapmakta, doğru yolu bulmakta yahut sapıklığa düşmektedir.1
İblis cinlerdendir (Kehf, 18: 50) ve muhtemelen de onların beyinsiz lideri odur (Cin, 72: 4). Adem ile birlikte dünyada bir ömür sürmesine –ki (kendisi değil de soyu veya bağlıları sayesinde olduğu kastedilmediyse) onun ömrü kıyamete kadardır- izin verildiği (Araf, 7: 24) bilgisinden yola çıkarak cinlerin yaşaması için yeryüzünün müsait olduğunu ve "Biz göğe dokunduk, onu kuvvetli bekçilerle ve alevlerle doldurulmuş bulduk ve biz onun dinlemeğe mahsus olan oturma yerlerine oturur, gayb haberlerini dinlemeğe çalışırdık." (Cin, 72: 8-9) ayetinden de onların dünya dışında da yaşayabilecek yapıda olduklarını söylemek mümkündür.
Cinlerden olan şeytanın "Senin izzet ve şerefine yemin olsun ki; onların tümünü azdıracağım yalnız onlardan ihlaslı kulların hariç" (Sad, 38: 82-83) sözü ve bunların dışında başka benzer naslar, onların insanın psikolojik yapısına etki edebildiklerini ve sapıkları yönlendirme iznine sahip olduklarını gösterir. Fakat onların insanlara nasıl vesvese verdiklerini ve bunu hangi araçla yaptıklarını kesin olarak bilmiyoruz.
"Sizin şeytanı ve adamlarım göremeyeceğiniz yerden onlar sizi görürler." (Araf, 7: 27) ayeti de onların görme konusunda insanlardan üstün olduklarını akla getirmektedir. Cin suresindeki, “Ve biz, bizlerden Müslümanlar da var, hak yoldan sapanlar da var. Müslüman olanlar, işte onlar doğru yolu arayanlardır.” (Cin, 72: 14) şeklindeki sözleri de doğru yolu bulma ve sapıklığa düşme kabiliyetinde olduklarını gösterir.
“(Allah) ‘Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bugününüze kavuşacağınız hususunda sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?’ deyince onlar, ‘Kendi aleyhimize şahidiz.’ derler. Dünya hayatı onları aldattı ve kendilerinin kâfir olduklarına şahitlik ettiler.” (Enam, 6: 130) ayetinden yola çıkarak Muhammed Hamidullah (1908-2002) –cinlerden de peygamber gelmiş olabileceği ihtimalini yok saymasa da- insan peygamberlerin aynı zamanda cinlerin de peygamberi olduğunu söylemektedir.2 İslam’daki genel esaslara tâbi olmaları açısından bu yorum doğru olsa da cinlerin İslam şeriatına tâbi olması mümkün görünmemektedir çünkü yaratılışımız değişiktir.
Cinlere ilişkin kesin kanıta dayanmayan yorumlardan uzak durarak bir köşe yazısı çerçevesinde bunları söylemekle yetinmiş olalım.
Dipnotlar:
1- Bunların Nusaybinli ve Harranlılardan oluşan bir grup olduğu İbn Abbas’tan nakledilmektedir bkz. İbn Kesir, Ebu’l-Fida İsmail b. Ömer, Tefsiru’l-Kur'ani’l-Azim, 8 C., 2. bs., Daru Tayyibetin Li’n-neşri ve’t-Tevzi’, Riyad, 1999, VII, 296, 297.
2- Hamidullah Muhammed, Aziz Kur'an, (çev: Abdülaziz Hatip, Mahmut Kanık), Beyan Yay., İst., 2000, s. 291.