Taha Kılınç / Yeni Şafak
İslâm’ın geleceği
Fransa’da yaşananları mutlaka takip ediyorsunuzdur: Eğitim Bakanı Gabriel Attal, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamayla, ülkedeki devlet okullarında okuyan Müslüman kızların “abâye” (vücudu tamamen örten koyu renkli dış kıyafet, pardösü) giymelerinin yasaklandığını duyurdu. “Okullarımız devamlı teste tabi tutuluyordu. Geçtiğimiz aylarda, laikliğin çiğnendiğine dair örnekler giderek yoğunlaştı” diyen Bakan Attal, kamusal alanda hiçbir dinî simgenin yer alamayacağı ilkesinden hareketle alınan yeni kararla, Fransa’nın laik kimliğinin güçleneceğinin altını çizdi. (Kamusal alanda dinî simgelere yer yok, ama Yahudi bir babanın oğlu olan genç bakan, meşhur bir meleğin adını taşıyor: Gabriel, yani Cebrail.)
Laikliğin İslâm düşmanlığı şeklinde tatbik edildiği Fransa’da hükümet, 2004’te Müslüman öğrencilerin başörtüsü takmasını yasaklamış, bunu 2010’da kamusal alanda peçenin illegal ilan edilmesi izlemişti. Topraklarında milyonlarca Müslümanı barındıran Fransa, kendi vatandaşlarının inançlarına ve ibadetlerine böyle fütursuzca müdahale ederken, bu tür uygulamaların ülkede aşırı sağın yükselmesiyle paralel ilerlediğine dikkat çekiliyor.
Tüm bunlara ilaveten, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un “Fransız İslâm’ı” -kavram kendisine ait- oluşturma yönündeki çabaları da gözlerden kaçmıyor. “Radikallikle savaşma” adına ülkedeki Müslümanları ve Müslüman oluşumları zapturapt altına almaya karar vermiş görünen Macron, sıklıkla Fransız polisini camilere yolluyor, vakıf ve dernekleri devlet sopasıyla adam etmeye çalışıyor. Resmî rakamlara göre: 2018’den bu yana Fransa’da Müslümanlarla ilgili (camiler, okullar, iş yerleri vb.) açılan soruşturma sayısı 26 bini aşmış durumda. Kalıcı veya geçici biçimde kapatılan kurum sayısı 800’den fazla; banka hesaplarında el konan paraların meblağı 55 milyon Euro’yu aşıyor.
Avrupa’nın başka ülkelerinde de İslâm ve Müslüman karşıtı tavırların yoğunlaştığına şahit olunuyor. Kur’ân-ı Kerîm yakma eylemleri, meselenin sadece görünen yüzü. Kurumsallaşmış önyargılar, medya ve diğer kanallarla sürekli körüklenen karalama kampanyaları, yerleşik kin ve nefret söylemleri, doğrudan Müslümanları hedef alıyor.
Dünyayı şöyle üstünkörü kolaçan ettiğimizde, Asya’nın bazı ülkelerinde, Müslümanların bilhassa zorluklar çektiğini görüyoruz. Hindistan mesela, çatışmaların ve baskıların sokaklara taştığı bir coğrafya. Milyonlarca kişinin takip ettiği sözde kanaat önderlerinin Mekke’yi işgalden ve Kâbe’yi yıkarak yerine Hindu tapınağı inşa etmekten dem vurduğu bir nefret iklimi yaşanıyor.
Çin yönetimi ise, İslâm ve Müslümanlarla ilgili politikasını, geçtiğimiz günlerde Devlet Başkanı Şi Cinping’in dilinden ifade etti: “İslâm’ı Çinlileştireceğiz.” Bu, uzun zamandır zaten uygulamaya konan bazı “tedbirlerin” özetlenmesinden ibaretti aslında. Doğu Türkistan’da Uygurlara yönelik kültürel ve dinî asimilasyon politikaları zaten malum olan Çin, diğer bölgelerdeki Müslüman nüfusu da “Arap kültürüne dair unsurlar”dan vazgeçirmeye çabalıyor. Bu çerçevede camilerden lokantalara, Müslümanların kullandığı bütün mekânlardan Arapça hadis, ayet ve güzel sözler silinerek, yerlerini Çince ibareler alıyor. Klâsik İslâm mimarisi izleri taşıyan camilerin dış görünüşleri değiştiriliyor, kubbeleri ve minareleri yıkılıyor, bunların yerini “Çin usulü” binalar alıyor. Çin yönetimi, Müslümanların eğitim materyallerini de sıkı bir denetime tabi tutarak, kendi ideolojisine göre “zararlı” içerikleri ayıklıyor ve ayıklatıyor.
Buraya kadar verdiğim örneklerden, “Dünyanın dört bir yanında Müslümanların yaşam alanının gittikçe daraldığı” sonucu çıkarılabilir. Fakat alternatif bir bakış da mümkün:
İslâm ve Müslümanlar, dünyanın her yerinde gündemin ilk sırasında. İster nefret, ister saldırı, ister kovuşturma, isterse denetim ve kontrol çabası biçiminde olsun, Avrupa’dan Asya’ya muktedir devletler tamamen İslâm’la meşgul. Üstelik bunca hengâmede, yapılan bütün araştırmalar, yeni mensuplar kazanma bakımından İslâm’ın dünyadaki en hızlı yayılan din olduğunu gösteriyor.
Müslümanların içinde bulunduğu duruma ve “İslâm’ın geleceği” konusunda kalem oynatmayı çok seven Batılı gazeteci ve akademisyenlerin “analiz” adı altında tedavüle soktuğu hasis temennilere rağmen…