Cinayetlere alkış tutanlar için tarihi belgeler ne ifade eder?

Belgeler tek başına yaşanan gerçekliği yansıtmayabilir vakıa ve toplumsal hafıza belgeleri ise olayı aydınlatabilir, doğrulayabilir. İdam gibi büyük bir olayın gerçekliğine duyulmayan saygı ile tarihi ideolojiye göre yorumlamak büyük bir sorunu yansıtır.

HAKSÖZ HABER

Tarih; insana ve ona dair tüm gelişmeleri farklı yönleriyle kayda alan bir olgu olması hasebiyle önemini ve merkeziyetini her daim korumakta. Yalnızca savaşları, önemli hadiseleri yahut liderlerin künyelerini değil, zaman içerisinde toplumların yaşamlarında meydana gelen radikal yahut ılımlı türlü değişimleri de ayna gibi yansıtır. Tarihsel dokümanlar, kayıtlar, kesin bilgi mesabesindeki aktarımlar ve hatta ortaya çıkan edebiyatlar dahi tarihe dair, tarihte yaşananlara dair sonraki nesilleri aydınlatır ve kanaatlerin oluşmasını sağlar. Bununla birlikte tarihsel araştırmaya bahis olan bir konu; sadece belgelere, arşiv kayıtlarına dayanılarak değil aynı zamanda toplumsal dokunun, sosyolojinin, edebi ve kültürel müktesebatın, ekonomik ve siyasi dinamizmin yanında coğrafyanın da nesnel bir şekilde ele alınmasını, incelenmesini ve sonuca ulaşılmasını zaruri kılar. Bu sayede tarih araştırması yapan kimse, tarihi tutarlılık ve bütünlük içinde yorumlayabilir, çalışmasını takip edenler için aydınlatıcı bir işlevselliğe ulaşabilir.

Bu çerçevede; belgeler tek başına yaşanan gerçekliği her daim yansıtmaz bilakis vakıa ve toplumsal hafıza belgeleri aydınlatabilir, doğrulayabilir. Tarih araştırmasına yönelen kimse, vakıa ve toplumsal hafıza ile uyumlu bir doğrultuda belgelere yaklaşmalı, yorumlamalı aksi halde resmi tarih yazımı da denilen tipik ideolojik tarih yazımı ortaya çıkar. Bir tür belge fetişizmini de içinde barındıran bu hastalıklı tutum resmi tarihin ürettiği belgeleri de kutsayan yaklaşımla adeta deli gömleğini tüm toplum kesimlerine çocukluktan itibaren giydirmeye çalışmakta beis görmemekte ve hatta yüce bir görev atfetmekte.

Yaşadığımız ülkede onlarca yıldır dikte edilen resmi ideolojiye ait tarih anlatıları da bahse konu ulusal ve kurgusal tarih mantığıyla üretildi, üretilmeye de halen devam ediliyor. Konular, başlıklar, semboller aynı olsa da farklı şekil ve ambalajlar içerisinde Kemalist tarih anlatıları, üretimleri sür git devam ediyor. Üstelik bahse konu üretimlerde bulunmanız için hakkını vermiş, dirsek çürütmüş tarih emekçisi olmanıza da gerek yok, aslolan iyi bir pazarlamacı olmanız. Bu tür ürünler tarih kategorisinde değil, ‘keriz silkeleme’ kategorisinde değerlendirilebilir. Son yıllarda getirisi yüksek bir trende dönüşen Atatürk başlıklı kitapların ekserisinin bu kategoriye dair yerinde örnekler olduğuna şüphe yok. Önemli olan ne zaman ve nasıl satışa sunduğunuzdur. Yılmaz Özdil’in 1881 adet bastırdığı Mustafa Kemal kitabı, dokuzu beş geçe satışa çıkarılınca binlerce liradan alıcı bulup hemen tükeniverdi. Benzer yöntemleri Uğur Dündar, Sinan Meydan, Emin Çölaşan vb kimseler gayet başarılı bir şekilde icra etmekteler. Amaç tarihsel gerçekliklere ulaşılmasından ziyade resmi tarih, sembol ve şahsiyetlerden oluşan efsunlu Kemalist tarih anlatımının kitleler üzerindeki etkisini yitirmemesinin sağlanması.

İşte çerçevesini çizdiğimiz tarza örnek olarak ele alacağımız bir başkası da Ümit Doğan. Atatürk konulu kitaplar serisi ile etkin pazarlama yapan yazarın bizi ilgilendiren kitabı ise İskilipli Atıf Hocayı konu edindiği çalışması. İlkokul seviyesi inkılâp tarihi dersleri kıvamında ele alınan Kemalist tarih üslubunun Kripto Yayıncılık tarafından basılan “İskilipli Atıf Gerçeği” ismiyle devam ettiğini müşahede ettiğimiz kitap 183 sayfadan oluşmakta. Ancak kitap bir tarih araştırması kitabı olmaktan ziyade merhum Atıf Hoca hakkında ileri sürülen, klişeleşmiş iddia ve iftiraları merkeze alan bir alıntı eseri. Kitap, yazarın üç sayfayı geçmeyen tarih yorum kısmı dışında kalanın tamamı Ankara İstiklal Mahkemesinin zabıt tutanaklarının görselleri, çevirileri, savcının iddianamesinin ve hâkimin karar metinleri ile sınırlı sayıda kaynaklardan alıntılanan metinlerden müteşekkil. Kitabın kapağında arka fonda Yunanlıları sembolize eden uçaklar ve önde Atıf Hocanın sureti ile verilmek istenen ana mesaj, Teal-i İslam Cemiyeti’nin dağıttığı Kuvay-i Milliye hareketi karşıtı beyannamelerdeki “hain” rolü!

Yazar, kimsenin ulaşamadığını zannettiği gizli belgeleri uzun uğraşlar sonucu ortaya çıkarmanın heyecanını ve ‘işte bakın ben İskilipli meselesini külliyen kapatacak gerçekleri sizlerle kitabım vesilesiyle paylaşıyorum’ cüretkârlığını sergiliyor. Cahil cesareti tam da böyle bir şey olsa gerek. Konu hakkında bilgisi bulunmayan yahut resmi tarih anlatılarının etkisinden sıyrılamamış kesimler açısından ilk bakışta vay be dedirtecek çalışmanın kapağını açtığınızda nasıl da tel tel dökülmeye başladığına şahit oluyorsunuz. Bilimselliği hiç kimseye kaptırmayan, bilimsel olmanın Atatürkçülüğün amentüsü olduğunu bağıra bağıra tekrarlayanların kemalizmin sorgulanması yahut İskilipli gibi sembol bir isme yaşatılan mezalim söz konusu olduğunda nasıl da militanlaştıklarını, bilimsellik maskelerinin bir anda düştüğünü görmek açısından kitap, iyi bir örnek.

Yazar önsözde İstiklal Mahkemelerinin titiz yargılamaları sonucunda bu karara varıldığını, Atıf Hoca’nın masumiyetine dair delil oluşturacağı düşünülen zabıt defterinde kayıp olan dördüncü ve beşinci defterlerin de ortaya çıkmasıyla konunun kapanacağını iddia etmekte. Öyle ki yakın dönem Türk tarihi açısından önemli olduğunu da belirtmekte. Oysa yazarın tarihi ve tarihsel belgeleri yorumlama mantığı ile İstiklal Mahkemeleri üyelerinin ve mahkemeleri yönlendiren Kemalist önderliğin zihniyeti bakımından hiç fark yok! Önce Atıf Hoca’nın Teal-i İslam Cemiyeti’ndeki başkanlığı ve cemiyetin Anadolu çapındaki etkinliğini dile getirerek İskiliplinin suç dosyasının! kabarıklığına dikkat çekmekte. Atıf Hoca’nın beyannameyi tekzip ettirdiği Vakit Gazetesinin 1034. nüshası nasıl mahkeme nezdinde kabul görmeyip mahkeme tarafından suçluluk korkusuyla tertiplenmiş bir çaba olarak nitelenmişse, yazar da aynı şekilde mahkeme heyetinin mantığını devam ettirmekte ve cemiyetin daha öncesinde İstanbul’un işgali üzerine İtilaf Devletlerine karşı yayınladığı muhtıraları görmezden gelmekte ve cemiyetin faaliyetlerini idam yoluna döşenen meşru bir zemin olarak görmekte. Oysa yazarın kitabın ilerleyen bölümlerinde yayınladığı zabıt tutanaklarından beşinci defterin 156. sayfasında Atıf Hoca bunu mahkeme heyetine karşı dile getirmekte ancak kuzuyu yemeyi kafasına koymuş kurt misali önem atfedilmemiş, tarihsel açıdan vuku bulmuş bir hadise es geçilmiş, yok sayılmıştır.

Atıf Hoca ile birlikte cemiyetin idare heyetinde bulunan Tahir’ül Mevlevi de mahkeme üyeleri tarafından sorgulanmış, Mustafa Sabri’nin baskılarına rağmen Atıf Hoca reisliğindeki cemiyet beyannameye itiraz etmiş, mührünü vurmamış, cemiyetten uzaklaşmak zorunda kalmalarının yanında Tahir’ül Mevlevi memuriyet görevinden azl edilmiş ve Atıf Hoca’nın da Darü’l Hikmeti’l İslamiye’ye tayin edilmesi askıya alınmış ancak tüm bu yaşananlar mahkeme heyeti gibi yazarı da ikna etmemekte. Tüm bunlara rağmen Tahir’ül Mevlevi beraat kararı alırken Atıf Hoca idam cezasına çarptırılmakta.

Yazar İskiliplinin şapka giymediği için asılmadığını belirtmekte ki bu kısım doğru ancak devamında şapkanın yalnızca milletvekilleri ve memurlar için zorunlu olduğunu belirterek tarihsel hadiselerle çelişen bir tutum içerisine girmekte. Şalcı Şöhret Bacı’dan tutun da şapka bulamadığı için tevkif edilen ve ülkenin dört bir köşesinde kolluk kuvvetleri eliyle estirilen şapka terörüne dair yaşananları yok saymakta. Üstelik şapka kanunun birinci maddesinin son cümlesi yazarı yalanlamaktadır: “…Türkiye halkının da umumi serpuşu şapka olup buna münafi bir itiyadının devamını hükümet men eder”

Devamında yazar İskiliplinin Frenk Mukallitliği ve Şapka risalesinden dolayı da idam edilmediğini, risalenin şapka kanunundan önce yazıldığını dile getirmekte. Sonrasında tekrar fikir değiştirmekte ve risalenin isyanlarda kışkırtıcı rol oynadığını, dağıtımı yasaklanmasına rağmen Atıf Hoca’nın isyan bölgelerine yeniden gönderdiğini iddia eden hâkimin kanaatini tekrar etmekte. Oysa Atıf Hoca’nın Giresun İstiklal Mahkemeleri tarafından yargılanması esnasında risaleler ile ilgili toplatma kararı çıkmış, dağıtımı yasaklanmıştı. Atıf Hoca Giresun İstiklal Mahkemesinde yargılanmış, berat etmiş ancak serbest bırakılmayıp Ankara’ya sevk edilip Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından yargılanmasına devam edildi. İskiliplinin risaleyi tekrardan dağıtabilmesi zaten mümkün değildi.

 Yazar sonunda İskiliplinin neden idam edildiğini özetlemekte: “Teal-i İslam Cemiyeti çatısı altında yaptığı zararlı faaliyetler mahkeme heyetinde İskilipli Atıf’ın öteden beri Milli Mücadele’ye ve cumhuriyet rejimine düşman olduğu yönünde bir izlenim yaratmıştır”

Son kısım; Kemalist rejimin İslami kanaat önderleri nasıl gördüğünü, uygulanacak ulusçu ve batıcı politikalar karşısında muhalefet oluşturabilecek, topluma öncülük edebilecek âlimlerin, müderrislerin, İslamcıların sindirilmesi yahut tasfiye edilmesi gerektiğine dair erken dönem cumhuriyetin kurucu iradesini resmetmekte.

Yazar diğer taraftan İskiliplinin ailesine maaş bağlandığını iddia etmekte ve ona göre Ankara İstiklal Mahkemesinin ve dolayısıyla cumhuriyet rejimin İskilipli Atıf Hoca’ya düşmanca his beslemediğini, bağlanan maaş ile ispatlanmış olmakta! Tam bir cambazlık! Yani İskilipliyi idam eden bununla birlikte ailesine maaş bağlayarak lütufkâr ve müşfik bir rejim olduğuna inanmamız beklenmekte. Öncelikle bağlandığını iddia ettiği maaş bağlanmamıştır. Belgelerde merhumun eşi Zahide hanım maaşın bağlanmasını talep etmekte ancak bahse konu maaş cumhuriyet dönemine ait maaş olmayıp Atıf Hoca’nın Osmanlı döneminden devreden ve ailesine miras kalan emekli maaşıdır. Ancak aile yakınları böyle bir maaşın bağlanmadığını merhumun eşi Zahide hanım ile kızı Melahat hanımın yokluk içinde yaşadıklarını beyan etmekteler. 1954 tarihinde Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden dört ay sonra Diyanet tarafından kızı Melahat hanıma ancak maaş bağlanmıştır.

Yazar İskilipli Atıf Hoca ile ilgili daha önce kaleme alınmış eserleri dikkate almamakta, iddia ettiği argümanlarının önceden detaylı bir şekilde cevaplanmış olduğu gerçeğini görmezden gelmekle birlikte toplumsal hafıza ve vakıalara aykırı bir şekilde klasik Kemalist tarih tezleri doğrultusunda belgeleri yorumlamaya çalışmakta. Oligarşik dönemin özlemiyle yanıp tutuşan neferlerinin niyeti tarihi gerçeklerin ortaya çıkarılması değil, diktatoryal dönemin işlediği cinayetlere alkış tutmak, tek adam diktasının amigoluğunu yapmak. Belgeleri ele alış ve yorumlama tarzları yalnızca İskilipli mevzusunda değil, Ali Şükrü’nün katledilmesi, Şeyh Sait, Dersim katliamı vb hadiselerde oldu şekilde cinayetleri işlemiş kadroların, kurumların meşruiyetlerinin sorgulanmasına set çekmek. İskilipli üzerinde bu kadar ısrarcı olmalarının sebebi de bahse konu meşruiyet duvarında gedik açılmasından endişe taşıyor olmaları.

Ümit Doğan gibilerinin zihniyetlerine ışık tutması açısından sosyal medya hesabından ahlaksızca attığı tweet bile yeterli. Paylaşımında “Ocak 1926.. Hava soğuktu…Yağmur yağıyordu…Şapka giymeyi reddeden İskilipli Atıf çok ıslanmıştı…Biraz kurusun diye asıldı…” yazan Doğan, tweetini fikrini değiştirdiği için silmedi elbette aksine kinlerinin ve cinayet seviciliklerinin baki olduğunu göstermişti.

Atıf Hoca gibi elimizden çalınan âlimlerimizin, kanaat önderlerimize dair iftira niteliğindeki tarihi çarpıtmalara, ideolojik karartmalara karşı duyarlı olmamız gerekmekte. Resmi ideolojinin tarih tekelini kırabilmek için doğruların yaygınlaştırılması elzem.

4 Şubat, İskilipli Atıf Hoca’nın şehit edilişinin yıl dönümü. Bu vesile ile Yüce Rabbimizden şehidimize rahmet diliyor ve davasının yolunda yürümeyi bizlere nasip etmesini niyaz ediyoruz.

Sosyal medya üzerinden İskilipli Atıf'ın idamını anlamakta zorluk çeken ve yaşanan hadiseyi asla duyumsamayan kitleleri temsil eden yazarın, sosyal medya hesabından paylaştığı yorum sığ, basit ve düzeysiz bir zihnin nasıl kitap yazabildiğini de sorgulatıyor!

Kitap Haberleri

Zulmün şahidi, zaferin habercisi kitaplar...
“Sâsanî’lerden Safevîler’e Kadar Şîa’nın Tarihi" kitabı çıktı
Wael Hallaq'ın Şeriat kitabı Ekin Yayınları etiketiyle çıktı
Norman Finkelstein’ın kaleminden Gazze direnişi
Ellinci yılında Filistin Şiiri antolojisi