Merve Şebnem Oruç’un Star Açık Görüş Eki’nde yayımlanan yazısını (9 Mayıs 2021) ilginize sunuyoruz:
Çin Güvenilir Bir Ticari Partner midir?
Covid-19'a karşı geliştirdiği aşıyı ticari bir silah olarak kullanmayı denediği bilinen ve Doğu Türkistan nedeniyle karşılaştığı en ufak eleştiriye dahi çok sert ekonomik tehditlerle cevap veren Çin'in sadece ABD hegemonyasının yerini almaya çalışan bir süper güç olup olmadığı değil, güvenilir bir ticari partner olup olmadığı da giderek daha fazla tartışılıyor. Bugün Çin'in gerçekleşmesi için bu kadar ter döktüğü Kuşak ve Yol Girişimi, ÇKP'nin iddia ettiği gibi, gerçekten de engelsiz ticareti, halkların birbiriyle bağlarının artmasını ve "barış içinde yaşamayı" mı hedefliyor? Komünist bir ülkenin, bir gün küresel serbest pazarın en önemli ikinci oyuncusu olacağına, başta Fukuyama olmak üzere kimse inanmazdı ama, Deng Xiaoping'in, "sosyalizmi inşa etmek için kapitalizmi kullanma" planı tutmuş görünüyor.
Francis Fukuyama, The National Interest'in 1989'un Yaz Dönemi sayısı için kaleme aldığı ünlü "Tarihin Sonu?" başlıklı makalesini yazarken, Soğuk Savaş'ın bitişini 20. yy.'ın en önemli olayı olarak görmekte haklıydı. Üstelik henüz SSCB dağılmamıştı; Berlin Duvarı yıkılmamıştı. Ancak sonunda Batı dünyasının kazandığı ve tüm dünyanın liberalleşeceği çıkarımında yanıldı.
'Özgür dünya' müjdesi
Pekin merkezli kitlesel bir hareket olarak başlayan 1989 Tiananmen Meydanı olayları, — aslında Tiananmen Katliamı demek gerekir —, 4 Haziran'da kanlı bir şekilde bastırılsa da, Fukuyama yine de, tezini Demir Perde'nin çöküşüne bakarak "Tarihin Sonu ve Son İnsan" başlığıyla 1992'de kitaplaştırır ve "özgür dünya" müjdesini verir. Ama öte tarafta, Çin Halk Cumhuriyeti'nin başkenti Pekin'de 4 Haziran'da ölenlerin sayısı, Çin Kızılhaçı'na göre 2 bin-3 binin üzerindedir.
Fukuyama'nın göremediği
1989'da ÇKP'nin siyasi yozlaşma içinde olduğunu düşünenler, 1978 itibarıyla başlatılan ekonomik reformların enflasyonun artışını tetiklediğini, sosyal yaşamı tehdit ettiğini ve işsizliğin arttığını söyleyerek sokağa çıkmıştı. Fakat, gerçeği söylemek gerekirse, Mao Zedong'dan sonra iktidarı, Mao'nun eşinin de bulunduğu "dörtlü çete"yi tasfiye ederek ele geçiren Deng Xiaoping'in, kapalı ekonomik sistemi esnetecek liberalleşme ve serbest pazar ekonomisine geçiş için gerçekleştirdiği reformlar, protestocuları hükümetle karşı karşıya getiren ana nedendi. Fakat Fukuyama bunu ısrarla görememiştir.
Samuel Huntington'ın eski öğrencisinin tezine karşı yazdığı "Medeniyetler Çatışması"nda öne çıkardığı "dünyada çatışmaların süreceği ama bunun daha çok kültür ve din ekseninde gerçekleşeceği" vurgusu Fukuyama'yı iddiasından vazgeçirememiş olmalı ki, 2010 yılının sonunda başlayan "Arap Baharı", onu bir kez daha heyecanlandırır. Hatta Fukuyama, 2012'de bu kez de "Çin'in sonunun geldiğini" iddia ederek şöyle der: "Çin tarih boyunca büyük bir enformasyon sorunu yaşadı. Çin imparatoru, uçsuz bucaksız ülkesinin her yerinde neler olup bittiğini bilemezdi. Bugünkü Komünist Parti'nin yaşadığı sorun da bu. Özgür medya ve seçimler olmadığı için ÇKP halkın nabzını tutamıyor. Sosyal medya ise ulusal bilinci büyütüyor. Çin sistemi bir noktada patlayacak."
Tarih bir kez daha tekerrür eder ve Fukuyama'nın bu sözlerinden kısa bir süre sonra, "Arap Baharı", "Arap Kışı"na dönerken, Çin'in sonu değil de, Çin'de yeni bir dönemin başlangıcı gelir. Tezinde hala direten ve 2018'de "Dünyanın Sonu'nun bir süreliğine ertelendiğini" söyleyen Fukuyama'yı bir kenara bırakalım ve Çin'de Kasım 2012'de ÇKP'nin Genel Sekreteri olan ve 2013'ten beri Çin Devlet Başkanlığını sürdüren, 2018'de "ömür boyu görevde kalmayı garantileyerek" Mao'dan sonra Çin'in en güçlü lideri olan Xi Jinping'in başlattığı serüvene bir bakalım. Doğrusu, Deng Xiaoping'in 1978'in sonunda Devlet Başkanı olmasıyla olgunlaşmaya başlayan, 2000'lerde Hu Jintao ile ivme kazanan ve 2013'te Xi Jinping ile yepyeni bir boyut kazanan Çin'in yükselişi, her geçen gün daha fazla kişiye "Yeni bir dünya düzeninin başlangıcı mı?" sorusunu sorduruyor. Öyle ki, bugün artık Çin'in yükselişi ve son olarak ortaya koyduğu "Yeni İpek Yolu Projesi", II. Dünya Savaşı'nın esas kazananı ve Soğuk Savaş'ın galibi ABD'nin küresel hegemonyasını tehdit etmekle kalmayıp, Orta Asya, Ortadoğu, Pasifik ve tarihi İpek Yolu güzergâhı üzerinde bulunan ve Londra'ya kadar uzanan bölge ve ülkeleri de doğrudan ilgilendiriyor.
Hedef 2050
Xi Jinping'in, 2013'te Kazakistan'ın Nazarbayev Üniversitesi'nde duyurduğu, "Bir Yol, Bir Kuşak", şimdiki adıyla "Kuşak ve Yol Girişimi"nin, ilk olarak Çin'in Güney Doğu Asya Ülkeleri İşbirliği (ASEAN) ülkeleriyle iş birliğini güçlendirmek amacını güttüğü söylense de, proje kapsamında işbirliği anlaşması imzalayan ülke ve uluslararası kuruluş sayısı her geçen yıl artıyor. Projenin güzergahı bugün dünya GSMH'nın yüzde 42'sini, dünya nüfusunun üçte ikisini, anakaranın yüzde 40'ını kapsıyor. Kara ve deniz üzerinde iki yoldan ilerleyen, kara güzergahında altı koridor, deniz güzergahında ise iki koridor bulunan ve "Kutup İpek Yolu" diye adlandırılabilecek üçüncü bir koridorun da eklenmesi düşünülen projenin 2050'ye kadar bitmesi için Çin var gücüyle çalışıyor.
Sosyalizm için kapitalizm
Komünist bir ülkenin, bir gün küresel serbest pazarın en önemli ikinci oyuncusu olacağına, başta Fukuyama olmak üzere kimse inanmazdı ama, Deng Xiaoping'in, "sosyalizmi inşa etmek için kapitalizmi kullanma" planı tutmuş görünüyor.
Peki bugün Çin'in gerçekleşmesi için bu kadar ter döktüğü Kuşak ve Yol Girişimi, ÇKP'nin iddia ettiği gibi, gerçekten de engelsiz ticareti, halkların birbiriyle bağlarının artmasını ve "barış içinde yaşamayı" mı hedefliyor?
Öyle ise Çin neden, adı Irak ve Afganistan'daki savaşlardaki insan hakları ve işkencelerle nam salan, ABD'nin güvenlik şirketi Blackwater'ın sahibi Erik Prince'in hissedarı olduğu Hong Kong merkezli, "riskli bölgelerde güvenlik hizmeti ve lojistik destek sağlayan" Frontier Services Group (FSG) ile anlaşma ihtiyacı duydu diye sormak gerekir. FSG'nin 2019'da yaptığı açıklamaya göre, anlaşma Doğu Türkistan'ın Kaşgar bölgesinde kurulacak ve işletilecek bir "eğitim üssü"nü kapsıyor. Çin'in Xinjiang (Sincan Uygur Özerk Bölgesi) olarak adlandırdığı Doğu Türkistan, tüm dünyada milyonlarca Uygur Türkü'nün Çin yönetimince gönderildiği toplama kampları, insan hakları ihlalleri ve işkencelerle dünya gündeminin en önde gelen başlıklarından biriyken, aynı zamanda, Çin'den Orta Asya'ya ve oradan da Avrupa'ya uzanacak "Kuşak ve Yol Projesi" için bir "köprü" vazifesi görüyor. FSG açıklamasını, ÇKP'nin Tomşuk lideri Li Zhenguo, "FSG'nin Doğu Türkistan'ın güneyinde konuşlanmasının, Bingtuan'ın varlığını desteklemesine yardımcı olacağını umuyorum," diyerek doğrularken, söz konusu "eğitim üssü"nde 8 bin kişinin konuşlanacağı söyleniyor. Bingtuan, Han Çinlilerinden oluşan bir paramiliter grup ve bölgenin zengin yeraltı kaynaklarının, enerji sektörünün ve verimli topraklarının kontrolünü elinde tutuyor.
Daha da Batı'ya...
Haliyle insan sormadan edemiyor: Çin Devleti'nin Çince söylenişi olan "Zhonnguo", "Merkez Ülke" anlamına geliyor. Bu "Çin merkezci" tarihsel anlayış, acaba devam mı ediyor? Doğu tarafı ve kıyı bölgeleri gelişmiş, zenginleşmiş olan ülkenin orta ve batı kesimlerini de geliştirmek, milli savunmayı güçlendirmek için, yakın geçmişte yapılan katliamla hatırlanan Tibet ve de Doğu Türkistan'ı da içine alan 12 bölgeye yönelik olarak 2000 yılında başlatılan beş yıllık kalkınma planı olan "Batı'ya Git" (Go West) projesi, daha da Batı'ya gitmenin ilk adımı mıydı; insan merak ediyor.
Öte yandan, Xi Jinping'in devasa Kuşak ve Yol Girişimi, haliyle beraberinde inanılmaz büyüklükte bir maliyeti de beraberinde getiriyor. Bu nedenle, II. Dünya Savaşı sonrası, ABD'nin yaptığı Marshall Yardımı'na benzetilen bir borç ve hibe planı, 2013 yılında bizzat Çin Devlet Başkanı tarafından bizzat duyurulmuştu. Ancak, tarihi koşullar bir yana, iki girişim için harcanan miktar arasında dağlar kadar fark var. Basitçe anlatmak gerekirse, Marshall Planı için ABD, bugünün değeri ile 130 milyar dolar civarında bir harcama yapmış ve belli bir süreliğine bazı Avrupa ülkelerine verilmişti. Ancak Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi dünyayı hızla küresel bir ticaret ağı ile çepeçevre sarmaya devam ediyor ve bir trilyon dolarlık maliyeti ile bugün Marshall Planı'nın on katı büyüklüğüne yaklaşmış bulunuyor.
Çin Tarımsal Kalkınma Bankası, Çin Kalkınma Bankası, Çin İhracat-İthalat Bankası, Çin İnşaat Bankası, Çin Yatırım Kurumu, İpek Yolu Fonu, Asya Kalkınma Bankası, Asya Altyapı Bankası ve Yeni Kalkınma Bankası gibi Çin ulusal finans kurumları, projeye dahil olan ülkelere finansman sağlayarak onları kendine borçlandırırken, 2020'nin başında Çin kaynaklı olan koronavirüs salgını nedeniyle başlayan ekonomik kriz, bugün bu ülkelerin borç yükünü daha da artırıyor.
Borç alan emir alıyor
Örneğin Tacikistan Çin'e olan borcunu ödeyemediği için altın ve kömür madenlerini, Sri Lanka Hambantota limanını, Pakistan Gwadar limanını, Yunanistan Pire Limanını Çin'e devrederken, Karadağ'ın otoyol projesi için Çin'den aldığı yüksek miktarda borç, Moody's tarafından kredi notunun düşürülmesine neden oldu. Laos'un Çin'den aldığı 6 milyar dolarlık borcun, ülke gayrisafi hasılasının yüzde 40'ına tekabül ettiği belirtiliyor. Daha da önemlisi, haliyle "borç alan emir alan" durumuna da düşüyor.
Şangay İşbirliği Teşkilatı, BRICS ve son olarak Bölgesel Kapsamlı Ekonomik İşbirliği (RCEP) gibi küresel anlaşmaların yanı sıra, küresel sermayenin ucuz iş gücü nedeniyle sürekli kendine doğru aktığı, öte yandan Afrika'dan Avrupa'ya, hatta Latin Amerika'ya kadar uzanan ve yaptığı yatırımlarla dikkat çeken Çin'in ulaştığı ekonomik güç ve küresel yayılma, diğer ülkeler tarafından, ABD'nin ısrarla yaptığı "tehdit" vurgusu nedeniyle, iki süper güç arasındaki ekonomik bir yarış gibi algılanıyor olabilir. Ancak, örneğin Covid-19'a karşı geliştirdiği aşıyı ticari bir silah olarak kullanmayı denediği bilinen ve Doğu Türkistan nedeniyle karşılaştığı en ufak eleştiriye dahi çok sert ekonomik tehditlerle cevap veren Çin'in sadece ABD hegemonyasının yerini almaya çalışan bir süper güç olup olmadığı değil, güvenilir bir ticari partner olup olmadığı da giderek daha fazla tartışılıyor.
Buna son örnek ise Avrupa Birliği. Çin'le imzaladığı yatırım anlaşmasının onay sürecini askıya alma kararı alan AB, bazı stratejik ürünleri temin ettiği Çin'e bağımlılığını azaltmak amacıyla hazırladığı güncellenmiş sanayi stratejisini bu hafta açıkladı. Çin bu şekilde devam ederse, başka ülkelerin de AB'yi takip etmesi, bunun sonucunda ise Pekin'in Kuşak ve Yol Projesi'nin geleceğini riske atması muhtemel görünüyor.