Çin'in soykırım merkezleri nasıl çalışıyor?

Mesleki eğitim kampları adı verilen yerleşkelerde, bireyler ağır şartlar altında Çinlilerin yapmak istemedikleri işleri yapıyorlar. Yine de tutuklananların çoğu buraya gitmek istiyor. Çünkü buradan çıkış var. Ve sonunda özgürlük ihtimali bulunuyor...

Fatih Demir / HAKSÖZ HABER

Belirsizlik ve tutarsızlıklar üzerine kurulan bir tutuklama sistemi oluşturan Çin yönetimi gözetlediği toplumu önce göz hapsiyle baskı altına alıyor, eylemlerini inceleyip kendi “suç ve ceza” ilişkisini kurup masum insanları eğitim merkezi adını verdiği yerlerde asimilasyona maruz bırakıyor.

Çin yönetimi Mao felsefesinin üzerine kurulu anlayışı ile Komünizmin en şedid halini Uygurlu Müslümanlar üzerinde bir araç olarak kullanıyor. Komünizmi sözde uyguladığını iddia eden Çin Halk Cumhuriyeti, kapitalist ve makyavelci üretim-tüketim ağının bir esiri olarak sözde batı karşıtı yapısını savunamadığı gibi eylemleri ile de bir zamanların sömürgeci ve asimilasyoncu Batı’sını anımsatıyor.

Batı’nın, Amerika’nın keşfi sonrasında yaşattığı zulümlerin bir benzerini gözlemlediğimiz Çin’de zalimlik daha güçlü bir şekilde hissediliyor. Çin’in dünya ticaretindeki aktif üretici ve dağıtıcı rolüne sermayesi de eklenince katmerleşen etkisi, Uygurların maruz kaldığı soykırım karşısında dünyanın çaresiz kalmış gibi görünmesinde önemli bir rol oynuyor.

Çin’in, gözetleme ve polisliğin ötesindeki tavırları, inanılmaz kalabalık olan nüfusunu kontrol etme amaçlı gibi görünse de asıl amacı azınlık olarak beliren halk kitlelerini kontrol altına almak. Özellikle de Sincan Özerk Yönetim Bölgesindeki Uygurlu Müslüman ve diğer dinlere mensup bireylerin kontrol edilmesi amaçlanırken, genel Çin zihniyetinin dışına çıkabilecek eylem ve söylemlerini de sınırlama ve yönlendirme asıl hedef olarak beliriyor.

Eğitim kampları adı verilen ve dönüştürme amacı ile inşa edilen devasa toplama kampları görünürde Auschwitz’e benzemese de gaye itibariyle tipik bir soykırım merkezi olduğunu hemen belli ediyor.

Azınlık grupları ve muhaliflerini sindirmeye yönelik kurulan organizasyon ve yönetim erkleri ile Nazi dünyasını andıran Mao’cu yönetimin sistematik işkenceler ve alıkoymalar ile toplulukları sözde entegre etme girişimlerine karşı; Batılı devletler, Arap devletleri ve Uzak Doğu ülkelerinden herhangi bir “gerçek manada” etkin karşı atak üretilmiyor. 

Sincan'da muhalifleri kontrol etmek için çeşitli hapsetme biçimleri uygulayan Çin milyonlarca masum insanı mahkum haline getirdi. Çin’in gözetleme sistemi ve polis veri tabanlarına baktığınızda görebileceğiniz en net şey ise bir soykırımın dünyanın gözü önünde uygulandığıdır.

Devasa veri arşivlerinden çıkan kayıtları incelediğimiz bir önceki yazımızda, Çin’in retoriğini ve politikalarının asıl hedefini gözlemlediğimiz gibi, "eğitim" ve "yeniden eğitim" adı altında sunulan “soykırım kamplarının” amacı da ortaya çıkmıştı.

Çin’e ait polis veri tabanlarını analiz ederken, polis kayıtlarına geçirilen raporlar üzerinden belirli yapılar ve sistemler kurulduğu anlaşıldı.

Xinjiang’ın, kabaca dört kategoriye ayrılan karmaşık hapishane benzeri tesislerinde, soykırım süreci farklı şekillerde işletiliyor.

Geçici gözaltı için olan yerleşkeler de; kişiler sorgulanıp, sisteme olan düşmanlıkları analiz ediliyor ve kategorilere göre kişiler diğer merkezlere yönlendiriliyor.

Yeniden eğitim merkezi adı verilen yapılara götürülen Uygurlulara, Çin alfabesi öğretilip, Çin kültürüne adapte edilmesi amaçlanarak zoraki olarak Çin devlet görevlileri ile vakitlerini geçirmeye zorlandıkları fark edildi.

Mesleki eğitim kampları adı verilen yerleşkelerde, bireyler ağır şartlar altında Çinlilerin yapmak istemedikleri işleri yapıyorlar. Yine de tutuklananların çoğu buraya gitmek istiyor. Çünkü buradan çıkış var. Polis devletinde, olması en çok arzu edilen yer, çünkü sonunda özgürlük ihtimali bulunuyor.  

Ve son olarak da uzun süreli hapishane kamplarında, sisteme hiçbir şekilde dahil edilmeyecek olanlar işkence ve ölümlerle “kayıp” ettiriliyorlar.

En sert koşullara ve en kötü kalabalığa sahip olduğu söylenen gözaltı merkezleri, esasen sorgulama ve bekletme tesisleri olarak kullanılıyor. Kendileri veya akrabaları hakkında yürütülen soruşturmanın tamamlanmasını bekleyen insanlar buralarda tutuluyor.

Yeniden eğitim tesisleri resmi olarak “Eğitim Yoluyla Dönüşüm” kampları olarak biliniyor. Hükümet belgelerini kullanarak kampları araştıranlar, "oldukça zorlayıcı beyin yıkama" faaliyetleri uygulandığını tespit ettiler.

Mesleki Eğitim Merkezleri’nin, bireylere beceri aktarmaya yönelik olduğu iddia ediliyor. Ancak dikenli teller, yüksek duvarlar, gözetleme kuleleri ve dahili kamera sistemleri ile açıkça bir hapishaneye benzediğini görebiliyoruz.

Polisin veri tabanındaki kayıtlar düşünüldüğünden ve tahmin edilenden daha fazla insanın bu kamplarda tutulduğunu gösteriyor.

Weihuliang Bölgesi'nde oluşturulan bir polis raporu, Urumçi'nin yedi ilçesinden biri olan Shuimogou'da gözaltında tutulan ve yeniden eğitim gören kişilerin sayısı hakkında bilgi veriyor. Şubat 2018'de, ilçede yeniden eğitim gören 803 kişi vardı ve 787'si tutukluydu. Weihuliang'da, tutukluların oranı daha da yüksekti, yeniden eğitim kamplarına alınan kişilerin oranları, 184'e karşı 348 tutuklu.

Son olarak Belçika’da yaşayan Necmettin Karluk’un sözleriyle Çin polis devletini daha iyi anlayabiliriz diye düşünüyorum. Karluk 14 yaşındayken hapis cezasına çarptırılmış. Birkaç yıl hapis yattıktan sonra salıverilmiş. “Serbest bırakıldıktan sonra tüm hayatım Çin Komünist Partisi’nin polisinin gözetiminde geçti. Hiçbir zaman kendimi güvende hissetmedim. Düşüncenin bile mahremiyeti yoktu. Özgürlük ise sadece bir kelime bu ülke için. Ülkeden kaçma şansı bulan biri olarak kendimi şanslı görüyorum." dedi.

Çin yönetimi zaten dünyanın sessiz kaldığını bilerek hareket alanını ve eylemlerini arttırmaya başladı.

DSÖ ile giriştiği mücadelede bile Koronavirüsünün yayıldığı ve ortaya çıktığı yeri aylarca gizlediği biliniyor. Çin dünyaya karşı açıkça meydan okurken yasa ve yaptırımların, Çin’e nasıl engel olabileceği tartışılması gereken en elzem konulardan birisi oldu.

İngiltere parlamentosu bir ay kadar önce Çin’den ithal edilen ürünlere yasak getirmeyi planlıyordu. Ancak o yasa hala çıkmadı. Hollanda, Uygurlara karşı Çin’in eylemlerini soykırım olarak kabul eden üçüncü ülke oldu. Kanada ve ABD ise hem ticari anlamda hem de siyasal anlamda mücadele ettiği Çin’e karşı daha net ve sert adımlar atıyor. Önce Çin’den ithal edilen ürünlere ek vergiler ekliyor ardından Çin’den alımları azaltıp, Çin’de bulunan ABD’li fabrikaları geri ülkesine çağırıyordu.

Gelin görün ki bütün bu adımlar, Çin’i yıldırmadığı gibi soykırım eylemlerini daha gizli ve sistematik hale getirdi. Türkiye de Çin’e karşı henüz bir net tavır takınmayarak bu konuda oldukça içine kapanık siyasi retorikler geliştiriyor!

*Yazımız The Intercept'te Yael Grauer tarafından derlenen Devasa Çin Polis Veritabanı adlı yazıdan faydalanılarak hazırlanmıştır. 

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!