Doğu Türkistanlı Müslümanların yaşadıkları zorbalıklar dünya zulüm tarihinin en ilginç örneklerinden birisini sunuyor. Gazze’deki Siyonist vahşetin en ağır bir şekilde yaşandığı şu günlerde ümmet coğrafyasının diğer zulüm coğrafyalarını hatırlamak topyekûn mücadele olmaksızın gerçek kurtuluşun da mümkün olmadığını anlamamızı sağlıyor. Gazze’den Doğu Türkistan’a, Tunus’tan Arakan’a kadar biz tek bir ümmetiz…
Doğu Türkistan’daki zulmü diğerlerinden ayıran hususların başında ise işgalci Çin’in Doğu Türkistan’da gerçekleştirdiği enformasyon ambargosu geliyor. Misal olarak 1948’deki resmi kuruluşunu esas alırsak Siyonist çetenin Filistin topraklarını kademe kademe nasıl işgal ettiğini ve Filistin’deki cihadın kaydını tutmak mümkündür. Yazılı, görsel kaynaklar hatta bir kısmı Yahudi tarihçilerin çalışmalarıyla Siyonistlerin işlediği cürümler bütün dünyanın bilincinde kayıtlıdır.
Çin ise Doğu Türkistan’da ne olduğuna dair son bilgileri doğru düzgün bir şekilde almamızı imkansız hale getirecek bir sistem inşa ediyor. Çok kısa süreli ziyaretler dışında BM yetkililerinin dahi bölgeye girişi neredeyse mümkün değil. Dünyanın herhangi bir ülkesinden hiçbir gazeteci Doğu Türkistan’a giderek yaşananları istediği şekilde gözlemleme imkanına sahip değil. Çin bölgeyi önce enformasyon akışından izole ediyor. Ardından ise kendi dezenformasyonunu yaymak için oluşturduğu mizansenleri kullanışlı aparat olan gazeteci ve siyasetçiler eliyle yaygınlaştırıyor.
Vaziyet böyle olunca Doğu Türkistan üzerine konuşmak oldukça zor hale geliyor. Adem Özköse’nin “Esir Türkler” kitabı ise bu zor görevi hakkıyla yerine getiren bir metin olma özelliğine sahip. Çin Komünist Partisi’nin kuşatması altındaki bir bölgeye dair araştırma yapabilmenin yolu ise öncelikle bu zulmün birebir tanıklarıyla konuşmaktan geçiyor.
“Esir Türkler” kitabının neredeyse yarısı katliam ve soykırımın tanığı olan Doğu Türkistanlı Müslümanlarla yapılan röportajlardan oluşuyor. Geri kalan bölümler ise Doğu Türkistan’da Uygur Türkleri başta olmak üzere Müslüman toplulukların maruz kaldığı zulüm ve zulme karşı direniş tarihinin detaylarından oluşuyor. Adem Özköse detaylı bir çalışma ile Türkçede mesele hakkındaki elle tutulur araştırmaları bir araya getiren çerçeve bir metne imza atmış. Esir Türkler kitabının kaynakçası da bu bağlamda ileri okumalar yapmak isteyen okuyucular için önemli bir katkı sunuyor.
Çin’in zulüm makinesine karşı Doğu Türkistan’ın sesi olalım!
Her şey kavramların kimin tarafından belirlendiği ile başlıyor. Kavramlar hakkında farkındalık bir zulme karşı atılacak adımların başında geliyor. Özköse’nin aktardığına göre bugün daha çok “Orta Asya” olarak tanımlanan coğrafya tarih boyunca Türkistan isimlendirmesiyle bilinmekte. Ruslar Türkistan’ın Batı bölgesini, Çin ise Türkistan’ın Doğu kısmını işgali altına alınca dinleri ve dilleri aynı olan coğrafya halkları zamanla birbirine yabancılaşıyor. Yıllar içerisinde Türkistan adı da unutularak Orta Asya kullanımı yaygınlaşıyor. Çin bugün Doğu Türkistan tabirini de lügatten çıkartarak bölgeyi “Sincan” şeklinde tanıtma ve zorla kabul ettirme peşinde. Sincan isimlendirmesi 1955’ten beri Çin tarafından işgal altındaki Doğu Türkistan toprakları için kullanılıyor.
Çin’in gerçeği boğmak için oluşturduğu enformasyon ambargosunu en çok Doğu Türkistan diasporası hissediyor. Özellikle 2016’dan sonra sistematik olarak katlanarak büyüyen baskı ve dayatmalar sonucunda Doğu Türkistanlı Müslümanlar mülteci durumuna düştüler. Türkiye ise Doğu Türkistan halkının en çok sığındığı ülkeler arasında yer alıyor.
“Kampta her şeyden önce helal ve haramı birbirinden ayırmak yasaktı. Bize bu kavramları unutturmak istiyorlardı.” diyor kamp mağduru Abdulhaber Recep. Çince konuşamadığı için döve döve bacağı kırılan tutsak arkadaşını ve işkence altındaki kadın tutsakların ağlama seslerini dün gibi hatırlıyor. Türkiye’ye gelebildikten sonra ailesini de yanına almak isteyen Recep’in yakınları ile iletişime geçmesi bir türlü mümkün olmuyor. Uzun bir zaman zarfından sonra anca eşinin dokuz yıl hapis cezasına çarptırıldığını öğrenebilen Abdulhaber Recep çocuklarından ise yıllardır hiçbir haber alamadı…
Benzer şekilde Doğu Türkistanlı mülteci Medine Nazmi de ne babasından ne de kardeşlerinden yıllardır haber alamadığını söylüyor. Nazmi, “Bir insan ölür mezarı vardır gidip dua edersiniz. Dışarda olan bizler ise bin kere ölüyoruz” diyor… Kamp mağdurlarının aktardıkları Çin’in zulüm mantığını da gözler önüne seriyor.
Eğer ki anlatılacak bir hikâyeniz, tarihiniz yoksa tüm saldırılara açık hale gelirsiniz. Zira kimse size yapılanın peşine düşmeyeceği için üzerinizde tahakküm kurmak kolaylaşır. Bir toplumun hafızasını silmek içinse büyük bir kısmını sürgüne mahkum edip geride kalanlarına ise baskı politikaları ile asimile etmeye çalışırsınız. ÇKP yönetimi Doğu Türkistan halkını hikâyesiz ve tarihsiz bırakmak için etnik, dini ve kültürel soykırımını her geçen gün artırarak sürdürüyor. Her zulüm sessizlikten güç alırken Çin’in zulüm makinesi Doğu Türkistan üzerinde gerçek anlamda bir sessizlik çemberi oluşturmuş durumda...
Adem Özköse’nin çalışması bu sebeple çok önemli bir boşluğu dolduruyor. Gazze’den Doğu Türkistan’a kadar tüm zulüm coğrafyalarındaki kardeşlerimiz için yapmamız gereken çok şey var. En başta sesimizi daha fazla çıkartmayı öğrenmemiz lazım. Sesimizi zulmün kendisinden daha fazla çıkartalım ki hikayemizi anlatacak nesiller yetişebilsin!