Çılgın Türkler bize kaldı yadigâr

Yıldıray Oğur

“Ela gözlü bir genç kadın usulca Kara Fatma’nın yanına sokuldu, alçak bir sesle, ”Aradığım iti sonunda buldum abla” dedi. Kara Fatma da fısıltıyla sordu: ‘Hangisi?’

‘Ateşin yanında duran.’

Ateşin yanında esmer, kıvırcık saçlı, dolgun dudaklı bir çeteci duruyordu. Kara Fatma’nın bakışından huylanıp başın öne eğerek suratını saklamaya çalıştı. ‘Komutan diri isterim dediydi.’

‘Öldürmeyeceğim.’ ‘Peki öyleyse.’

Ela gözlü kadın ilerledi, tüfeğinin namlusuyla Rum çetecinin çenesinin altına dokundu:

‘Kaldır başını!’ Erkek başını doğrulttu.‘Bana bak!’

Erkek baktı.‘Tanıdın mı beni?’

Erkek gözlerini kapadı, zor duyulur bir sesle ‘Affet’ dedi. Kadın bir adım geri çekildi. Olacağı sezen kadınlar ve çeteciler nefeslerini tuttular. Erkeğin apış arasına ardarda iki el ateş etti. Erkek yakıcı bir çığlık atarak parçalanan kasıklarını tuttu, sarsıla sarsıla dizlerinin üstüne çöktü, başı önünde, ulur gibi bağırmaya başladı. Ela gözlü kadın Kara Fatma’ya minnetle baktı:

‘Sağol abla. Belki artık rahat uyuyabilirim.’

‘Tamam kızım.’ ”

***

 “Köydeki hainlerin sayısı çok değildi ama anlatılanlar, akıncıların midesini bulandırdı. Birçok köyde, kasabada, çok olmasa bile, bunlar gibi satılıklar ya da gönüllü işbirlikçiler eksik değildi. Akıncılar bunlara 'Müslüman gâvuru' diyorlardı. Teğmenin, bu çürümüş insanlardan dert yandığı bir yönetici, "İyi ki bu savaş oldu da ne durumda olduğumuzu anladık, bu hastalığın farkına vardık.." demişti, "..yalnız köylerde değil ki, şehirlerde de hayli çürük var. Hele İstanbul yönetimi çürük dolu. Çürümeyi durdurup yok edecek tek çare eğitimdir. Ama şimdiki gibi yetersiz, ilkel, ezberci, kaderci, çağdışı medrese, cami eğitimi değil, sahici eğitim. Çocuklarımızı iyi insan, iyi yurttaş yapacak gerçek bir millet eğitimi. Ankara hükümeti bunu yapmazsa, bizi yine Osmanlının akıbetine mahkûm etmiş olur. Bunca acı da boşa gider." Akıncılar hainleri biraraya toplamışlardı. Zorbalıkları, korkunç- / lukları, meydan okuyuşları yok olmuştu, soğuk sudan çıkmış köpek yavruları gibi titreşiyorlardı. Muhtarı ve suçları affedilmez üç kişiyi vurdular. Akıncı Yasasına uyarak, birinin kulağını kestiler. Ötekiler korkudan ruhları uçmuş gibi kımıltısız duruyorlardı.”

***

“Salon bir anda karıştı, bütün öğrenciler ayağa fırladı: "Sus namussuz!"

"Milliyetsiz herif!"

"İn aşağı oradan!"

Tepkinin şiddeti Rıza Tevfik Bey'i sersemletti: "Bu ne biçim konuşma? Ben sizin hocanızım."

"Artık değilsin! Sus!" Filozof son bir kez kabadayıca dikildi:

"Bana bakın, İngilizler burada oldukça, kimse beni susturamaz, istediğimi söylerim. Bana bir

halt edemezsiniz. "Bir öğrenci kürsüye doğru fesini fırlattı:

"Defol soytarı!" Yüzlerce öğrenci onu izleyerek feslerini Rıza Tevfık'e savurmaya başladı: "Defooool"

Rıza Tevfik dolu gibi yağan, başına, yüzüne, sırtına çarpan feslerden kendini korumaya

çalışarak zorlukla kürsüden indi, sarıklı öğrenciler ile Hürriyet ve İtilaf Partili oldukları sakal

ve kıyafetlerinden anlaşılan bazı Arapsı adamların koruması altında salondan çıkıp gitti,

öğrenciler ve bazı dinleyiciler arkasından bağırıyorlardı:

"Hain!"

"Satılmış!"

"Uşak!"

Sahneler bir Tarantino filminden değil. Üçüncüsü de 2000’lerdeki klasik bir liberal aydın linçinden alınmadı. Türkiye tarihinin en çok satan tarih kitabından. TSK tarafından askerlere, kayıt sırasında üniversitelerde, liselerde öğrencilere bedava dağıtılan, evlenen çiftlere belediyeler tarafından nikah sırasında hediye edilen meşhur Şu Çılgın Türkler kitabından. 1989’da TRT’nin 35 milyon avans vererek sipariş ettiği kitap 2005 yılında yayınlandığında yükselişe geçmiş ulusalcı dalganın el kitabı oldu. Yüzbinlerce basıldı ve satıldı, dağıtıldı. Kitabın yayıncısı 11. Sıradan Ankara vergi rekortmenleri listesine girdi.

Kitabın yazarı Turgut Özakman dün hayatını kaybetti. 1983’te Kenan Evren’in Devlet Tiyatroları’nın başına getirdiği Özakman, bir Hava Albay, bir Piyade Albay ve bir Tank Albay’ın da bulunduğu heyetle TSK’nın fırınlarında Halit Refiğ’in Yorgun Savaşçı filmini yakan heyetin içindeydi. Yakılma raporunun altında imzası olmasına rağmen “yakılmaya itiraz ettiğini ve filmin bir kopyasını kurtardığını” iddia etti. Filmden geriye ise ancak tv'lerde cızırtılı gösterilecek bir video kasetten başka bir şey kalmamıştı. Özakman resmi Atatürk hassasiyetinin son hedefi Can Dündar’ın Mustafa’sı olmuştu.

Özakman’ın kitapları 90’lardan bu yana akademide Cumhuriyet tarihi ve Atatürk ile ilgili resmi tarihi sorgulayan yeni tarihçiliğe karşı resmi bir cevaptı. Ama bir tiyatro yazarının tarih ile romanı, dün ile bugünü birbirine karıştırdığı, Atatürk’ten değme bir ulusalcı, Kurtuluş Savaşı’ndan bir 28 Şubat çıkartan bir anakronizme teslim olmuş klişe bir cevap. Ama işe yarayan Gezi Ayaklanması’nda bile “İşte Çılgın Türkler’in dönüşü” sloganları, manşetleri attıran bir cevap.

Turgut Özakman’dan geriye sadece bir kitap değil, milyonlarca Çılgın Türk de kaldı. Ve biz onlarla yaşamaya devam etmek zorundayız.

TÜRKİYE