Bilindiği üzere CHP ve DSP, üniversitelerde başörtüsüne serbestlik getiren anayasa değişikliğinin iptali veya yok hükmünde olduğuna karar verilmesi istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu.
58 sayfalık dava dilekçesinde, "Bu düzenleme ile Anayasa Mahkemesi'nin Anayasa'ya aykırı olduğuna karar verdiği bir kıyafet serbestisinin Anayasa'ya uygun hale getirilmesine çalışılmaktadır." denildi.
Dilekçede, "Anayasa'nın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek ilkelerini değiştirmeyi öngören veya bu ilkeleri Anayasa'nın diğer maddelerinde yapılan değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı olarak değiştirme amacı güden herhangi bir kanunun teklif ve kabul olunamayacağı" ifade edildi.
Anayasa Mahkemesi kararlarına aykırı kanun çıkarılamayacağı öne sürülen dilekçede, yüksek mahkeme kararlarının etkisizleştirilemeyeceği ve kanunla değiştirilemeyeceği vurgulandı. Söz konusu düzenlemenin Anayasa Mahkemesi'nin "dinî amaçlı örtünme" ile Anayasa'daki "laiklik" ilkesi arasında kurmuş olduğu ilintiyi temelsiz bırakmaya, bu ilintinin ifade edildiği daha önceki Anayasa Mahkemesi kararlarını etkisizleştirmeye yöneldiği belirtildi. Düzenlemenin ayrıca, başta laiklik olmak üzere Cumhuriyet'in tüm niteliklerini başkalaştırmak ve dolaylı biçimde değiştirmek anlamını taşıdığı iddiasına yer verildi.
Kuşkusuz Yüksek Mahkeme gerekli incelemeyi yapıp bir karara varacak. Mahkeme'nin nasıl bir karara varacağını biz bilemeyiz. Fakat ağzı sütten yananın yoğurdu üfleyerek yemeye çalışması gibi, CHP'nin her halinden temelsiz olan 367 başvurusunun Anayasa Mahkemesi'nin zihninin gerisinde olduğunu söylemek mümkün. Daha sonraları CHP'den önde gelen siyasetçiler dahi, 367 itirazının hukuki bir temele dayanmadığını itiraf etmişlerdi. Buna rağmen Baykal son derece köktenci bir yol takip edip 367'yi savunmuş, hatta Mahkeme aksine karar verecek olursa 'çatışma' çıkacağı tehdidinde bulunmuştu. Sonuçta ne olduğunu hepimiz gördük, CHP'nin dört elle sarıldığı 367, seçim ve referandum sandıklarından geri döndü.
Başörtüsü konusunda da benzer bir süreç yaşandığını söyleyebiliriz. CHP'nin yaptığı başvurusunun "hukuki" değil tamamıyla "siyasi" olduğu her halinden belli. CHP, aldığı yenilgilerden, uğradığı düş kırıklıklarından hiç ders almamış gibi, bir kere daha pamuk ipliğine bağlı bahaneler öne sürüp demokratik süreci kesintiye uğratmaya çalışıyor. Fakat CHP asıl siyasete ve siyasi karar alma süreçlerine değil, doğrudan hukuka da zarar vermeye başladı. Hukuku yozlaştırıyor, hiçbir demokratik ve toplumsal dayanağı olmayan çürük siyasetler uğruna sistemi suistimal ediyor, hukukçuların ufkunu daraltıyor. Benim asıl dikkat çekmek istediğim husus şudur: CHP'nin yaptığı itirazda kullandığı argümanlar tam bir hukuki skandal hükmünde olup hukuki süreçlerin neredeyse tümünü iptal etmeye matuftur. Şöyle ki:
411 milletvekilinin kabulüyle yapılan son anayasal düzenlemenin Anayasa'nın ilk dört maddesine aykırı olması mülahazasıyla itirazda bulunmak, aslında geri kalan bütün maddelerin gereksizliğini, ikincil derecede değere sahip olduğunu zımnen öne sürmektir. Eğer böyle bir yol açılacak olursa, bundan sonra hiçbir şart altında ve hiçbir mülahaza ile Meclis anayasa değişikliği yapamaz. Zira sadece CHP değil, herhangi bir parti veya iptal davası açma yetkisine sahip herhangi birileri, şu veya bu anayasa değişikliğinin ilk dört maddeye aykırı yapıldığını öne sürüp iptal davası açabilir. Sonuçta bunun bizi götüreceği nokta, ilk dört maddenin dışında kalan bütün maddelerin fiilen anlamsızlığı, düşük değere sahip bir niteliğe sahip oluşu noktası olacaktır.
Kısaca biri çıkıp, "Diğer maddeleri kâğıt üzerinde tutuyorsak da hükmen yok sayabiliriz, bu yüzden iptal edip anayasayı dört maddeye indirgeyebiliriz." diyebilir ve bu anayasal/hukuki bir teamüle dönüşebilir. Bu vahim bir teşebbüstür, anayasayı fiilen iptal etmek, hukuki süreçleri, yasama meclisinin yasa ve anayasa faaliyetini hükümsüz, işlevsiz duruma düşürmektir.
Zaman gazetesi