Murat Çetin / Açık Görüş
CHP'nin eskisi de yenisi de aynı
Son birkaç senede ülkemiz adına hayli olumlu gelişmeler yaşandı. Bunları bir çırpıda saymak zor ama yine de aklıma gelen birkaç tanesini aktarayım; savunma sanayiindeki ve özellikle insansız hava araçlarındaki gelişmeler bir hayli fazla. Hem hava, hem de mavi vatan savunmasındaki gelişmeleri, bütün dünya büyük bir dikkat ve hayranlıkla izliyor. Yer altındaki zenginliklerimizin de çıkarılıyor olması, ayrı bir güzellik. Yaklaşık iki yıl süren ve bütün dünyanın sağlık sistemini çökerten pandemi sürecinde, Covid 19 ile mücadelede en disiplinli ve başarılı ülkelerden biri olduk. Pandemi sonrası gelişen ekonomik krizlerde de ayakta durmayı ve büyümeyi başaran ender ülkelerden biriyiz. Çevremizdeki çatışma alanlarında, çatışan iki taraf için de kaybedilmemesi gereken müttefik pozisyonunda dururken, ülkemize düşmanlık edenlerin belini kırmasını da bildik. Kısaca, söz dinleyen değil, söyleyen ve dinleten ülke konumuna geldik.
Önümüzdeki süreçte Türkiye'de önemli bir seçim var. Bu seçimin sonucu; Ülkemizi ya ileri taşıyacak ya da geri götürecek. Toplumların ilerlemesi için olmazsa olmaz şartlarında biri, tarihini iyi okumak ve analiz etmektir. Oradan çıkarılacak derslerle, geleceğe emin adımlar atılabilir. Tarihteki olumsuzlukların da bir daha yaşanmaması için tedbirler alınır.
Partilerin seçim propagandaları yaklaşık bir yıl önceden başladı. Adaylar da artık netleşiyor. İktidar, mevcut düzeni sürdürmeyi, muhalefet ise eski sistemi geri getirmeyi vaat ediyor. Partilerin vaatlerini sıraladığı bugünlerde, biz de vatandaş olarak, artıları ve eksileri tartmaya başladık.
Muhalefetin allayıp pullayıp önümüze koydukları "eski"ye şöyle bir bakalım...
İsmet İnönü dönemi
Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümünün üzerinden 24 saat bile geçmeden, Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü'nün dönemi, 11 Kasım 1939'da başladı. Cumhurbaşkanlığından önce 17 yıl gibi uzunca bir süre başbakanlık koltuğunda oturan İnönü, 1950'ye kadar da "Cumhurbaşkanlığı" görevini sürdürdü. Aslında bir diğer söyleyişle, 1923'ten 1950'ye kadar Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye Cumhuriyeti'nin "başında" kaldı.
Vergiler, milletin belini büktü
İkinci Dünya Savaşı'na girmemesine rağmen, Türkiye Cumhuriyeti, ekonomik olarak büyük sıkıntılar çekti. 1941'deki enflasyon yüzde 145, kişi başına düşen milli gelir ise, 1600 dolardı. İsmet İnönü'nün bu sıkıntıları aşmak için bulduğu dahiyane fikirler ise, bugün bile tartışılıyor. Varlık Vergisi, Toprak Mahsulleri Vergisi ve Yol Vergisi, halkın belini bükmüştü.
Yol Vergisi
19 Ocak 1925 günü 23 maddelik 'Yol Mükellefiyeti Kanunu' ile Türkiye'de oturan 18-60 yaş arası erkekler, resmen yol vergisine tabi tutuldu. Verginin karşılığı yılda 6 ila 12 günlük çalışma veya bunun nakdi bedeli 6 ila 12 liraydı. 6 liralık vergi borcundan dolayı yorganı veya sobası icra ile satılanların, hapse girenlerin, vergi memurunu öldürenlerin hatta intihar edenlerin haberleri gazete sayfalarındaydı. Başbakan İsmet İnönü, 8 Kasım 1928'de TBMM'de yaptığı konuşmada "... size 1926 yılı yol faaliyetinin kati hesabını hikâye edeceğim. 2 milyon yol mükellefi yazılmış, 8 milyon liralık para ile 280.000 vatandaş kendileri çalışarak borçlarını ödemişlerdir. Bu rakamları dikkatle tahlil ettim. Bir defa 13 milyon 600 nüfusun 18'den 60'a çıkan mükellefi 2 milyondan fazladır. Sonra 7 milyonluk para ve 280.000 amele 2 milyar mükellefi doldurmaz. Demek ki yol kanunundan verimlilik alamıyoruz. Pek kaçırıyoruz..." ifadelerini kullanıyordu.
Varlık Vergisi
12 Kasım 1942'de Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Özellikle gayrimüslimleri hedef alan bu vergi yüzünden insanlar, Adalar ve Beyoğlu'ndaki evlerini satmak zorunda kaldı. Tamamen keyfiyet üzerine kurulan bu vergi sisteminde, parayı bulamayan gayrimüslimler; Aşkale'ye sürgüne gönderildi. O dönemde Cumhuriyet gazetesi üzerinden gayrimüslimleri hedef alan yayınlar yaptıran CHP, gayrimüslimlerin Türkler üzerinden zengin olduğu iddiasında bulunuyordu.
Toprak Mahsulleri Vergisi
Savaş yıllarında sıkışan devlet ekonomisine vergi geliri sağlamak için, köylünün toplam ürününün yüzde 10'luk kısmı üzerine uygulanan bir ayni vergidir. 1943–1946 yılları arasında uygulandı.
Karneli günler
CHP saltanatının sürdüğü tek partili dönemde, 1942 yılında uygulanmaya başlanan ekmeğin karne ile verilmesi, eski Türkiye'nin vahim durumunu ortaya koyuyor. Söz konusu uygulamayla mahalle muhtarları, haneleri gezerek ekmek karneleri dağıtıyor, buna göre kişi başı en fazla 375 gram ekmek (7 yaşından küçüklere yarısı kadar) alma hakkı veriliyordu. Alınan ekmek miktarları ise, tek tek karnelere işleniyordu. Evinde fazla ekmek bulunduran kişiler, Örfi İdare (Sıkı yönetim) Mahkemesi'nde yargılanıyordu. Ekmekten sonra, gaz ve şeker de; karneyle verilmeye başlandı.
Kur'an-ı Kerim yasağı
Kur'an-ı Kerim öğrenimi yasağı, 3 Mart 1924'te 430 numaralı yasayla başladı. Kanuna göre Arap harfleriyle yazılan kitaplar yasaklı hale geldi. Kur'an-ı Kerim öğrenimi de Tevhid-i Tedrisat uygulamasıyla kaldırıldı. Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile kapatılan 900 medresenin yerine tesis edilen 29 İmam Hatip Okulu, CHP'nin tek parti iktidarı döneminde, 6 yıl içinde tamamen kapatıldı. Türkiye'de, 1931-1950 yılları arasında 19 yıl boyunca "imam" yetiştirilmedi. 1948 yılına kadar aralıksız devam eden yasak, zamanla din öğretimi açığının giderek büyümesi üzerine, 15 Ocak 1949'da İmam Hatip Kursları açıldı. Kur'an-ı Kerim eğitiminin okul bazında verilmesi ise, 1950'deki Demokrat Parti iktidarıyla mümkün oldu.
1944 tarihli İsmet İnönü imzalı Bakanlar Kurulu kararında, Hazreti Muhammed (sav)'in doğumunu anlatan Mevlid-i Şerif ile namazın nasıl kılınacağını açıklayan '54 Farzlı Büyük ve Tam Namaz Hocası' yasaklandı. İcra Vekilleri Heyeti'nce, 25/11/1944 tarihinde kabul edilen kararda, aynen şu ifadeler yer aldı: "İstanbul Maarif Kütüphanesi'nin yayını olan 'Tam Mevlid-i Şerif' ile Burdurlu Abidin Kara Arslan'a ait İzmir Kültür Basımevi'nde yayımlanan, '54 Farzlı Büyük ve Tam Namaz Hocası', 25 Kasım 1944 tarihinde yasaklandı. 1881 sayılı Matbuat Kanunu'nun 2657 sayılı kanunla değiştirilen 51. maddesine göre, İcra Vekilleri Heyeti'nce 25/11/1944 tarihinde kabul olunmuştur"
Türkçe ezan zorbalığı
Türkçe Ezan zorbalığı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu dönemde, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 18 Temmuz 1932 tarihli bir genelgesiyle; resmen ve tüm yurtta uygulanmaya başladı. 1941 yılında ise, Arapça Ezan Yasağı uygulamaya konulmuştur. Söz konusu yasak, 1950'deki Demokrat Parti iktidarıyla son buldu.
İlk çok partili seçim
Amerika ile İngiltere'nin, Türkiye'ye yardım yapmasının söz konusu olduğu dönemde, yardımın şartı olarak, çok partili sisteme geçilme kararı alındı. 8. Dönem Milletvekilleri için yapılan seçimden önce, 5 Haziran'da seçim yasası değiştirildi. Cumhuriyet tarihinde ilk çok partili seçim yapıldı. Ancak iktidarı elinden kaçırmak istemeyen CHP yönetimi, 21 Temmuz 1946'daki bu seçimde, bir garabete de imza atmış oldu. Seçim "adli denetim" dışında, açık oy, gizli tasnif (sayım) ve liste usulü çoğunluk sistemi esasına göre yapıldı. Açık oy-gizli tasnif sebebiyle şaibeli seçim olarak tarihe geçen bu seçimde, CHP 397, Demokrat Parti ise 61 milletvekilliği kazandı. Bağımsızların sayısı 7 oldu.
Katliam ve idamlar
Hamidiye Kruvazörü, Rize'yi denizden bombaladı. (1925)
İslam alimlerinden İskilipli Atıf Hoca, şapka kanunundan önce yazdığı "Frenk Mukallitliği ve Şapka" risalesi sebebiyle, Ankara'da asıldı. (1926)
Menemen provokasyonu bahanesiyle, kıymetli İslam büyüklerinden Erbilli Esad Efendi, 84 yaşında hapiste hayatını kaybetti. (1930)
Zilan'da katliam yapıldı. (1930)
Tunç Eli Harekatı'nda Dersim havadan bombalandı. Operasyonun ardından Dersim ismi, harekata atfen Tunceli olarak değiştirildi. (1937-38)
Van Özalp'te "33 Kurşun Katliamı" yaşandı (1943)
Ülkemize sığınan Azerbaycanlı kardeşlerimizin, Rus zalimlerine teslim edildiği ve oracıkta kurşuna dizilerek şehid edildiği "Boraltan Köprüsü faciası" yaşandı. (1944)
Boraltan Köprüsü'nü yeniden hatırlayalım
Yukarıda, ABD ve İngiltere'nin yardımından bahsetmiştik. Sovyetlerin baskısından çekinen İnönü yönetimi, ABD ve İngiltere'ye yaklaşarak bazı tavizler vermişti. ABD ve İngiltere'ye yaklaşmış, ancak Sovyetlerin baskısından ve tehdidinden bir türlü kurtulamamıştı. 1945'te 146 Azerbaycanlı aydın, Stalin zulmünden kaçıp Türkiye'ye sığınmıştı. Sovyetler Birliği, Türkiye'ye baskı yaparak, bu grubun iade edilmesini istiyordu. Dönemin CHP hükümeti Aras Nehri kıyısındaki karakola telgraf çekti ve mültecilerin iade işleminin gerçekleştirilmesini istedi. Karakol komutanı bu emre inanamadı ve defalarca teyit ettirdi. Emir gerçekti. Emri öğrenen Azeriler "Bizi göndermeyin burada siz öldürün" diye yalvardı. Fakat Azeri Türkleri, Boraltan Köprüsü'nde Sovyetlere teslim edildi. Hemen oracıkta Türk askerlerinin kurşuna dizilerek katledildiler. Türkiye'deki karakol komutanı bu elim manzara karşısında dayanamayarak intihar etti. İşte o yılları en vahim şekilde önümüze koyan bu olay Türkiye Cumhuriyeti tarihinde "kara bir leke" olarak kaldı.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin tek partili döneminde bunlar yaşandı. Tüm bu utanç vesikaları, CHP iktidarının unutulmaz icraatları olarak tarihte yerini aldı.