Yasin Aktay, Yeni Şafak gazetesinde “Kadının adı” başlığı ile yayınlanan yazısında CHP’nin kadın tasavvurunu yorumladı:
TBMM Genel Kurulu’nda bir sataşmaya cevap verirken, AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin “AK Parti’ye kadar kadının adı yoktu” demek durumunda kalmış. “Demek durumunda kalmış” diyorum çünkü cevap vermek durumunda kaldığı HDP’lilerin sataşmalarına bakılırsa kadının bu dönemde ne hakkı ne özgürlüğü ne şahsiyeti bırakılmış.
HDP’lilerin kadın cinayetleri dolayısıyla kendilerine yazdıkları kadın hakları savunuculuğu rolü, PKK tarafından dağlara kaçırılan ve orada her türlü istismara maruz kalan çocuklar ve kadınlar gerçeği karşısında tam bir ikiyüzlülük örneği. HDP’nin gençlik ve kadın kolları bir ara bütün faaliyetleri PKK’nın küçük yaşta kız ve erkek çocuklarını dağlara kaçırma organizasyonlarına dönüşmüştü. Bu gerçeği bütün çıplaklığıyla ve trajikliğiyle şu anda Diyarbakır HDP il binası önünde evlatları dağa kaçırılmış anneler haykırıyor zaten. HDP’nin kadının adı konusunda ağzını açacak bir yüzü olmamalı, ama pişkinlik artık yanma derecesine varmış, hala konuşuyorlar.
Özlem Zengin’in HDP’lilerin bu kokuşmuş pişkinliği karşısında çileden çıkarcasına sarfettiği bu sözler asıl CHP’lilerin zülfü yârine dokunmuş.
Öne Mecliste sosyal medyada bir anda “cumhuriyetin kadına kazandırdıkları” başlığını kendine sopa edinmiş, kadına dayak atma heveslisi yaygaralara tanık olmakta gecikmedik. Türkiye’de Cumhuriyet referansıyla onu tanımlayanlar nezdinde kadın her zaman “haddini bilmesi gereken” bilmediğinden “haddi bildirilecek” bir yerdedir. Ona belirlenmiş sınırlar vardır ve o sınırlar içinde kaldığı ölçüde alabildiğine özgürdür. Kafesinin sınırlarını zorlamadığı sürece, o kafeste istediği gibi yaşayabilir ki zaten kafesteki varlığı da o Kemalistlerin ona yazdığı rolleri oynamakla sınırlıdır. Bir balo süsüdür, sosyal aktivitelerde kocasını tamamlayan bir aksesuardır..
Kadına tanınan yasal statüler konusunda Türkiye’nin Batılı ülkelerin bir çoğundan daha ileri bile olduğunda kuşku yok. Ancak partilerin olmadığı, farklı hiçbir fikrin hayat hakkının olmadığı, dolayısıyla doğru dürüst seçimin olmadığı bir ülkede, bırakınız kadını, erkeğin seçme ve seçilme hakkı nasıl bir şey olabilir?
Aslında nasıl bir şey olduğunu CHP’nin tek başına iktidar olduğu 27 yıl, onun akabinde de bu 27 yıl içinde beton gibi oturtulan resmi ideoloji üzerinden yeterince gösterdi. Bu dönemde erkeğin veya kadının adı neydi, bilen bildi.
Bu dönemde baştan aşağıya dizayn edilmeye çalışılan toplumda erkeklerin de kadınların da kendi başlarına birey olma şansı yoktu ki adları olsun? Herkes artık devletin kadını, devletin erkeği ve devletin çocuğu idi. Ebeveynin çocuğun eğitimi üzerinde hiçbir rolü kalmayacaktı. Çocuğunun din dersi veya evrim dersi veya herhangi bir dersi alıp almayacağı hususunda hiçbir seçeneği yoktu. Çocuk devletin bir organıydı ve tamamen devletin terbiyesi altında olacaktı. Devlet ne verirse o. Baştan aşağıya bu örgütlü yapının içinde, bu örgütün ihtiyaçlarına göre şekillenmiş bir kadının kendisine yazılan rolü oynamaktan başka bir adı olabilir miydi?
Üstelik bu rol içinde zannedildiğinin aksine kadın fiilen hiçbir zaman erkekle eşit bir vatandaş bile sayılmamıştır. Kadın neyi giyip neyi giyemeyeceğine bile karar verebilecek kadar özgür olamamıştır mesela. Sadece giyim-kuşam meselesi üzerinden gidildiğinde bile cumhuriyet döneminde kadının ne kadar ikincil, ne kadar bağımlı, ne kadar mahrum, dolayısıyla ne kadar adsız olduğu yeterince görülür.
Üniversite aşamasına gelmiş bir kadının neyi giyip neyi giyemeyeceğine karar veremeyeceğine karar verildi hakim CHP ideolojisi tarafından. Sadece bu sicil bile CHP’lilerin de kadının adını zikretmemesi için bir ömür yetecek bir ayıplarıdır. Yalnız bu bile değil. Kendi özgür iradesiyle başörtüsü takmayı seçmiş kadınlara her türlü ayırımcılık, aşağılama, dışlama reva görülürken, bu arada eşleri başörtülü olan erkeklere de aynı ayırımcılıklar resmi bir yetki kullanılarak yapıldı. Eşi başörtülü diye insanlar TSK’dan atıldı. Bazı kritik görevlere eşleri başörtülü olanlar özellikle atanmadı.
Burada bahsettiğim eşi başörtülü erkeklerin mağduriyeti değil tabii. Asıl görülmesi gereken bu uygulamada, kadının erkeğine mutlak tabi, kendi kararı olmayan, erkeğin kararıyla başını örtüp açabilecek bir nesne sayılmasıydı. Oysa kadın kendi iradesiyle örtünebilirdi ve hatta bunu kocasına rağmen bile yapıyor olabilirdi. Nitekim örneklerin çoğunluğunda kadınlar kendileri ile Allah arasındaki ilişkiyi tabii ki erkeklerden bağımsız kuruyorlar ve örtünme emrini doğrudan O’ndan alıyorlardı.
Tabii bu ihtimal CHP zihniyeti için varid olamazdı, çünkü belki kendileri bile farkında olmayabilir ama onların zihinlerinde kadının adı yoktu, kendi görüşü, kararı ve iradesi yoktu. Kocası ondan başını açmasını istiyorsa açmalıydı. Onun kendi karar kabiliyeti veya gücü olamazdı.
CHP’lilerin özgür kadın tasavvuru neresinden bakarsanız hastalıklı. Son kertede neye hizmet ettiği aslında başka bir konu, ama kadının şahsiyetiyle, hukukuyla, adıyla alakası olmadığı ortada.
Oysa AK Parti’nin yılar süren mücadelesinden sonra kadın bugün “sözde” değil “özde” şahsiyet, güç, özgürlük ve hukuk kazanmış, kendi “ad”ına kavuşmuştur. Bu haliyle artık kılık kıyafetini seçip seçmeme konusundaki tartışmayı bile zül addedebilecek bir noktadadır kadın. İster örtünür, ister örtünmez.
Bu, bazı maganda siyasetçilere bırakılacak bir konu değildir.