"Memlekette birçok yerler, bilhassa Ankara gözünüzün önüne gelsin. Memlekette adım başına bir mescit, Anadolu'nun birçok yerlerini gözünüzün önüne getiriniz, sokak başında bir mescit, adım başında bir mescit fakat hepsi harabe. Bendeniz Diyânet İşleri Riyaseti'nden talep ediyorum. Bu mescitleri akara tahvil etsin!"
CHP vekili Vehbi Bey'in, 1925 yılında Meclis'teki, Diyânet İşleri'ne ilişkin bütçe tartışması sırasındaki kürsü konuşmasından.
Başbakan Erdoğan, CHP'nin Alaaddin Camii'ni ahır yaptığını iddia etti. Bunun üzerine CHP lideri Kılıçdaroğlu, Diyânet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'e hitâben "Hiçbir cami ahır yapılmamıştır. Onurlu bir din adamı olarak söyleyeceksiniz" çağrısında bulundu.
Bunun üzerine dünkü grup toplantısında Başbakan Erdoğan, mevzunun Diyânet İşleri Başkanlığı'nı değil, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nü ve dolayısıyla Başbakanlığı ilgilendirdiğini hatırlatarak, CHP'nin depo veya ahır olarak kullandığı ya da sattığı camilerin belgeleriyle dökümünü verdi. Buna göre 1926-1950 arasında 513 cami ve 1070 mescit satılıyor. Bunlarla birlikte, kilise, manastır, mezarlık gibi çok sayıda tarihi eserin satışı yapılıyor. Toplamda 3 bin 411 adet hayrat vakıf taşınmazının satışı gerçekleştiriliyor.
Bu vesileyle, tek parti iktidarı dönemindeki camiye bakışı hem sosyolojik hem de tarihî gerçeklik üzerinden anlatan kıymetli bir makaleden alıntılarla tartışmaya katkıda bulunmak isterim. A. Kıvanç Esen'in, "Tarih ve Toplum" dergisinin Güz-2011 sayısında yer alan "Tek parti dönemi cami kapatma/satma uygulamaları" başlıklı makalesine göre 1927'den itibaren Türkiye'deki mevcut camilerin %50'sine yakını kadro haricine çıkarılıp kapatılmış ve bunlardan binlercesi de satılmıştır. (Bu husustaki en kapsamlı eserlerden birisinin Nazif Öztürk'ün "Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi" kitabı olduğunu not düşmekte fayda var.)
Daha da vahim olarak, halkın cami satın almaya yanaşmaması üzerine rağbeti artırmak için, yönetimin bazı yerlerde camileri yıkıp enkazını ayrı, arsalarını ayrı satmak yoluna gidilmiştir. Makalede "Camilerin işgal edilmesi" başlığı altında verilen bilgilere göre İkinci Dünya Savaşı'na hazırlık kapsamında mühimmat ve hububat deposu sayısı arttırılmak istenmiş ve bu amaçla "mahallî komutanlıklarca lüzum gösterilecek camilerin muvakkaten ordu emrine verilmesi" kararlaştırılmıştır. Ancak eldeki belgeler, cami işgallerinin 1925'ten itibaren başladığını gösterdiğinden bu fiili durumun kanunileştirilmesinden öte bir anlam taşımamaktadır.
Pek çok tarihî belge ve bilgileri aktarmak mümkün ancak bundan daha önemlisi, tek parti rejiminin camilere bakışının sosyolojik ve siyasal anlamı üzerine düşünmektir. Bu çift yönlü bir analizi gerektirir:
1. Bir önceki yazımda bahsettiğim üzere camilerin yıkılarak veya satılarak işlevsizleştirilmesi laik devletin, İslâmsızlaştırma politikasına uygun olup İslâm'ın toplumsal hayattaki görünürlüğünü baltalamaya hizmet etmiştir. Böylelikle inşa edilmesi arzu edilen "laik-Müslüman" toplum tahayyülüne katkı bağlamında 'verim' elde edilmiştir.
2. Bu parti politikası, toplumun camiye bakışıyla CHP'nin bakışı arasındaki uçurumu da sarih biçimde göstermiştir. Zira CHP zihniyeti, camileri en fazla mimarî ve tarihî değeri olan yapılar olarak görmektedir. (Gerçi kanunda böyle yazılmasına rağmen, buna bile riayet edilmemiştir ama o faslı geçelim.) Halkın camilere yüklediği manevî değer üzerine hiç düşünmeden, bu yapıları yıkıp satmaya kalkışabilmeleri de bu hoyrat nazar sayesindedir.
CHP'nin camilerle imtihanı, millete mal olamamış bir partinin, milleti kendi malı görmesi sebebiyle yaşadığı onlarca imtihandan sadece birisidir. CHP'nin başörtüsüyle, ezanla, fasih Türkçe'yle imtihanı şeklinde örnekleri çoğaltmak mümkündür. Yani CHP'nin camilerle imtihanı, aslında CHP'nin bu toplumla imtihanıdır. 'Yeni CHP', reddi mirasa gitmeden bu hususta sınıfta kalmaya devam edecektir.
YENİ ŞAFAK