Deniz Baykal, 'Muhafazakâr kesim ile cumhuriyeti barıştıracağız' demiş. Önce kendileri 'demokrasi'yle bir barışsa...
Birinci Meclis'te (1920-1923) Erzurum mebusu Hüseyin Avni Bey'in de içinde olduğu İkinci Grup 'muhafazakâr'dı, ama 'millî egemenlik' fikrinin tavizsiz savunucusuydu. Egemenliğin bir kişi veya zümre tarafından değil milletin temsilcileri tarafından kullanılması konusunda son derece hassastı. Bu nedenle Mustafa Kemal'le bile ters düşmüşlerdi. Kişi diktatoryasına asla tahammül göstermeyen, savaş koşullarında bile 'hürriyet-i şahsiye' yasası çıkarıp kişisel hürriyetleri 'tabii hukuk' kavramıyla temellendiren İkinci Grup 'muhafazakâr demokrat' hareketin ilk örneğidir. Ve aslında demokrasinin, muhafazakâr kesimlerdeki derin köklerinin varlığına işaret eder.
Demokrat ve özgürlükçü bir siyaset modeli geliştirme çabası gösteren İkinci Grup, zaman zaman meclis oylamalarında çoğunluk düzeyine bile çıkabilen bir etkiye sahiptir. Bunun karşılığını da görürler: şiddet. 'Ankara dönemi'nin ilk 'derin devlet' cinayetiyle sarsılır İkinci Grup; entelektüel liderlerinden Trabzon Mebusu, Tan gazetesi yayıncısı Ali Şükrü Bey katledilir. Katil, Çankaya'nın muhafız alayı komutanı Topal Osman'dır. İlginçtir ki birinci Meclis'teki bu grubun HİÇBİR MENSUBU ikinci meclise seçilemez, çünkü Halk Fırkası'nı kuran Birinci Grup, 1923 seçimlerine egemen olmuş ve İkinci Grup'u tamamen tasfiye etmiştir. Yine de Halk Fırkası grubunda daha liberal ve demokrat bir hareketin nüvesi kalmıştır. 1924'ün sonuna doğru Kazım Karabekir, Rauf Orbay ve Adnan Adıvar'ın öncülüğünde Terakkiperver CUMHURİYET Fırkası kurulur. Cumhuriyet'e karşı olmakla eleştirilip tasfiye edilmeye çalışılan bu kişilerin 'cumhuriyet'i gururla partilerinin adına taşımaları panikletir Halk Fırkası'nı; hemen isimlerinin başına 'cumhuriyet'i eklerler ve partiyi CHP haline getirirler. CHP daha 1924'te 'ilerici cumhuriyetçiler', yani demokratlar tarafından 'offside'a düşürülmüştür; hiç çıkamadıkları bir pozisyondur bu.
Ama güç ellerindedir; 1924 Şubat ayında patlayan 'Şeyh Said' isyanı otoriter bir rejim kurmak isteyenler için altın bir fırsat sunar. 'Ilımlı' Fethi Bey hükümeti radikal CHP grubu tarafından yıkılır, yerine İnönü getirilir başbakanlığa. İlk icraatı 'Takrir-i Sükun' yasasını mecliste geçirmek olur. Artık her türlü muhalefete karşı kullanılabilecek 'lastikli' bir yasa vardır hükümetin elinde. İstiklal mahkemeleri kurarak isyancıları yargılamaya başlamak yetmez; muhalif İstanbul basını da susturulur. Yazarlar İstiklal Mahkemesi'nde yargılanır, af dilenmeye zorlanırlar, gazeteleri kapatılır. İstanbul basınının 'ehlîleştirilme' operasyonunun başlangıcıdır bu olay. Yetmez, isyanla yapay bir ilişki kurarak ve programındaki 'dine ve dinî değerlere saygılıdır' ifadesini dinin siyasete alet edilmesi şeklinde yorumlayarak Terakkiperver Cumhuriyet Partisi'ni de bir hükümet emriyle kapatıverirler. Yani 1924'te CHP içindeki radikallerin imdadına 'Şeyh Said isyanı' yetişmiştir.
1924'ü hatırlamak bile bu memlekette 'Kürt sorunu'nun neden bitmediği, bitirilmediğini gayet iyi anlatıyor. Son günlerde dillendirilen PKK-Ergenekon ilişkisinin hiç de mantıksız olmadığını gösteriyor 1924 isyanını izleyen gelişmeler. 'Tek parti rejimi'nin kurulması Şeyh Said isyanı ve sözde isyana karşı çıkarılan 'Takrir-i Sükun' yasasıyla mümkün olmuştur. Sonuç olarak, Kürt sorununun varlığı, toplumsal talep ve dinamikleri sindiren otoriter rejim yanlıları ve uygulayıcıları için hep bir 'imkân'dır ve meşrulaştırıcı bir gerekçedir. TCF kapatılmakla kalmaz. Bir yıl sonra patlayan 'İzmir Suikastı' bir başka fırsat verir muhalefeti tamamen sindirmek için. Suikast davasında tüm Terakkiperver milletvekilleri yargılanır İstiklal Mahkemesi tarafından, beşi de idam edilir.
Kısaca CHP, ne laiklik ne de cumhuriyetle sorunu olan muhafazakârları 'aydınlatma' misyonuna soyunacağına önce kendi günahlarını itiraf etsin.
ZAMAN