CHP ve MHP niye çözüme karşı çıkıyor?

Şahin Alpay

Geçen yazımda Türkiye'nin, içinde yaşayanları bile şaşırtan bir ülke olduğundan söz ettim. 1990'ların başında Kürt sorununa çözümün öncülüğünü, sosyal demokrat çizgide kendini yenileyeceği izlenimini veren CHP'nin üstlenmesi bekleniyordu.
1991 seçimlerinde Türk etnik milliyetçiliğinin temsilcisi MHP ile "kutsal ittifak" yapan RP'nin ya da Necmettin Erbakan liderliğindeki Milli Görüş Hareketi'nin sorunun çözümü için inisiyatif alabileceği kimsenin aklının ucundan dahi geçmiyordu. Bugün gelinen noktada ise, Milli Görüş Hareketi'nin içinden çıkan, ama onu geride bırakan AKP, Türkiye'yi hesaplanamayacak kadar büyük manevi ve maddi kayıplara uğratan, sırtındaki en büyük kamburdan kurtarmak, ülkenin geleceğini güven altına almak için ciddi bir irade gösteriyor. CHP ise bütün ülkede umut uyandıran barış inisiyatifini baltalama çabası içinde.

Daha birkaç ay önce "Etnik kimlik şereftir..." (22 Aralık 2008) "Sorunu elbirliğiyle çözebiliriz... Çözümü zorlaştırmak gibi bir eğilim içinde değiliz..." (23 Mayıs) şeklinde konuşan CHP Genel Başkanı şimdi hükümetin "Kürt açılımı" için "Türkiye bu olayı çok ciddi bir kaygıyla izliyor. Bunun altından Türkiye'nin başına ne sarılacak kaygıyla bekliyoruz..." (4 Ağustos) diyor. CHP Genel Başkan Yardımcısı Yılmaz Ateş, PKK'ya yakınlığıyla bilinen Roj TV'ye çıkıp Başbakan Erdoğan'ı sorunun çözümü için DTP'lilerle görüşmediği noktasından eleştiriyor (Taraf, 1 Ağustos); Baykal ise Erdoğan'ı "Bu görüşme, Kandil'le, İmralı'yla yapılmış sayılır..." diyerek DTP Genel Başkanı Ahmet Türk'le görüştüğü için eleştiriyor. DTP ile konuşmak niçin terörle konuşmak demek olsun? DTP, TBMM'de temsil olunan meşru bir parti değil midir? Başta Türk olmak üzere DTP silahların susması, kanın durması için çaba harcamıyor mu? Eğer silahlar susacak, akan kan duracak ise, "silahlı mücadele dönemi kapandı" diyen İmralı'yla ve Kandil'le gerekirse niye konuşulmasın?

Ne yazık ki, bugün CHP tutarlılıkla savunduğu hiçbir ilkesi olmayan, fırsatçı, oportünist bir parti haline getirilmiştir; bunun mimarı da lideridir. Baykal hakkında en doğru ve veciz teşhisi, geçen gün CHP eski genel sekreterlerinden Sayın Tarhan Erdem koydu: "On gün önce söylediğinin bir değeri yok, çünkü yarın ne söyleyeceğini bilmiyoruz. Hükümetin aleyhine nasıl olacaksa öyle konuşuyor..." (Star, 27 Temmuz)

Peki, MHP'nin ve başındaki Devlet Bahçeli'nin tavrı nasıl açıklanabilir? Muhakkak ki, MHP'nin tavrı oportünizmden çok ideolojiyle ilgili. Evet Bahçeli, oy kazandırdığı sürece demokratik süreçlerin işleyişinden yana tutum alarak, Türk-Kürt etnik kavgasını körüklemek isteyenlere izin vermeyerek olumlu bir siyasi rol de oynadı. Ama ne etnik Türk milliyetçiliğinin sözcülüğünü elden bıraktı; ne de insan haklarına ve hukuk devletine saygısızlığını sergilemekten geri durdu. Şimdilerde de Kürt sorununun çözümü, Kürtlerin ülkeye bağlılığının pekiştirilmesi için alınacak inisiyatife şiddetle karşı çıkarak bugüne kadar % 14'ün üzerine çıkamayan oy oranını yükseltebileceği hesabını yapıyor. Ama silahlar susmayacak, Türkiye kanamaya devam edecekmiş; demokratik kimlik hakları inkâr edilen Kürtler ülkeye iyice yabancılaşacakmış... Anlaşılan Bahçeli'nin umurunda değil.

Demokrasimizin en büyük zaafı, askerin siyasi rolü müdür, yoksa siyasi elitlerin insan hakları, hukuk devleti ve demokrasi ilkeleri üzerinde mutabakattan uzak olmaları mı? Bugünlerde üzerinde tekrar düşünülmeye değer bir soru.

DÜZELTME: Geçen yazımda adını koyarak ilk Kürt sorunu konferansını TÜSES'in 19 Haziran 1992'de Ankara'da düzenlediğinden söz ettim. Okurlarım hatırlattı: Adını koyarak ilk Kürt sorunu konferansı, Helsinki Yurttaşlar Meclisi tarafından "Kürt sorunu için barış inisiyatifi" başlığıyla 8 Şubat 1992'de İstanbul'da yapılmıştı. Üstelik ben de o konferansı izlemiştim. Hafızam yanılttı. Düzeltir, özür dilerim.

ZAMAN