Kimi haklı, kimi haksız sebeplerden dolayı “basın özgürlüğü” tartışılırken, bazı kalemlerin ve siyasilerin tek parti döneminin bugünden daha “özgür”olduğunu ileri sürmeleri beni daima şaşırtmıştır...
“Muhalif” olmak mümkündür ve esasen muhalefet gereklidir de, ama bu kadar gerçeklerden kopuk, bu kadar havai ve hayali bir “muhalefet”anlayışına da ancak bizim ülkemizde rastlanır.
Bu derece “şaşkınlık” sadece bizim “aydınlar”a, “akademisyen”lere ve“siyasi”lere mahsus bir ilkelliktir!
Ayrıca hatırlatayım ki, milletimiz, dönem dönem kendi “milletvekilleri”nin ve aydınının ihanetine uğramış birkaç milletten biridir!
Gelelim tek parti döneminin matbuatla (sonra “basın”, nihayet yabancı ağzıyla “medya” demişiz) ilişkilerine...
Önce buyurun, gazetelere gönderilen genelgeden, tek parti iktidarının amacını açıklayan bölümü okuyun:
“Biz (iktidarda olan CHP zihniyeti) her ne şekil ve surette olursa olsun, memleket dahilinde dinî neşriyat yapılarak dini bir atmosfer yaratılmasına ve gençlik için dini bir zihniyet fideliği vücuda getirilmesine taraftar değiliz.” (T.C. Dâhiliye Vekâleti, Matbuat Umum Müdürlüğü, sayı 658 ve 17 Mayıs 1942).
Açık ifadesi şudur: “Biz dindar nesiller istemiyoruz!”
Bundan daha da açık ifadesi şöyle olabilir: “Din ile ilgisini koparmış nesiller istiyoruz!”
Ya da dümdüz bir ifade kullanılabilir: “Biz dinsiz nesiller istiyoruz!”
¥
Rahmetli Eşref Edib Fergan, kendisini tanımayı şans saydığım önemli gazetecilerimizden biridir. Mehmed Âkif’in de yazılarını yayınladığı Sırat-ı Müstakim (daha sonra ismini “Sebilürreşad” olarak değiştirmiştir) isimli bir dergi çıkarmış, bu yüzden zaman zaman İstiklâl Mahkemeleri’nde yargılanmıştır. Onun “Kara Kitap” isimli eseri tek parti zihniyetinin uygulamaları açısından tam bir ibret tablosudur.
Kitabında, Eşref Edib, 1945’te Başvekâlet, Matbuat Umum Müdürlüğü(Basın Yayın Genel Müdürlüğü) İç Matbuat Dairesi tarafından kendisine gönderilen bir “tamim” yayınlar. Şöyle deniyor:
“Gazetelerin son günlerdeki neşriyatı (yayınları) arasında dinden bahis bazı yazı, mütalâa, ima ve temsillere rastlanmaktadır. Bundan sonra din mevzuu üzerinde gerek tarihî, gerek temsili ve gerek mütalâa kabilinden olan her türlü makale ve fıkra ve tefrikaların (dizi yazıların) neşrinden tevakki edilmesi (kaçınılması) ve başlanmış bu gibi tefrikaların en son on gün zarfında nihayetlendirilmesi...” (Eşref Edib, Kara Kitap, Derin Tarih Dergisi, Nisan eki).
Artık meşhur gazetecilerimizden Ziyad Ebüzziya’yı dinleyebiliriz...
“Mutlakiyet devrinde bir gazeteye kapatma cezası verilince, bunun gerekçesi önce o gazetede ilân edilir, sonra diğer gazetelere yazdırılırdı. Benim gazetecilik ettiğim yıllarda ve daha sonraları ise, gazeteler, ‘görülen lüzum üzerine’ kapatılırdı ve gerçek sebep, ekseriya gazetenin kendisine dahi bildirilmezdi...
“1943-44 yıllarında bir gazetenin kapatıldığını öbür gazetelerin yazması dahi yasaklanmıştı. Gazete yeniden yayınlanmaya başladığında, ‘biz kapatılmıştık’ diyemezdi. Okuyucu ancak tefrika (yazı dizisi)numaralarından bunu anlayabilirdi...
“Mevhibe İnönü’nün (İsmet Paşa’nın eşi) fotoğrafının birinci değil, üçüncü sayfada yayınlanması hakaret kabul edilerek Tasvir-i Efkâr Gazetesi kapatıldı...
“Almanlara karşı tavır alınmamasını (İkinci Dünya Savaşı esnasında) tavsiye ederdik. Günün birinde Almanlar sınırlarımıza dayandılar. Almanlarla bir saldırmazlık paktı imzaladık. İmza gecesi Ankara’da, Dışişleri Bakanı Selim Sarper, ‘Tasvir-i Efkâr şimdi, ‘biz demedik mi diye yazar, hükümeti küçük düşürür’ dedi, altı hafta süreyle kapatıldık...
“Antep’ten gelen bir mektup koyduk gazeteye, ‘petrol yok, çocuklar çıra ışığında ders görüyor’ diye yazdık. 10 gün kapatıldık...” (Tercüman, 23 Ocak 1986).
Bu konuda örnek çok da yerimiz yok...
Şimdi, tek parti diktatoryasına “özgürlük” diyen anlı-şanlı gazetecilerimize dönüp, “Alın size lâyık ‘basın özgürlüğü’ desek, ayıp olur mu?”
Yeni Akit