CHP lideri Kılıçdaroğlu, son günlerde sık sık kandan bahsediyor. Önce Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın geçtiğimiz haftalarda laiklikle ilgili sarf ettiği sözlerin üzerine atlayıp “Kan dökmeden laikliği anayasadan çıkaramazsınız.” diye rüzgâr estirmeye çalıştı. Ancak başta Erdoğan olmak üzere zaten böyle bir şeyin söz konusu olmadığı net ve sakin biçimde kamuoyuna açıklanınca bu suni rüzgârın ömrü kısa oldu.
Ardından anayasa değişikliği tartışmalarında, sonra da (TOBB Genel Kurulu’nda) başkanlık tartışmasında “Kan dökmeden…” kalıbını yine kullandı. Sadece Kılıçdaroğlu değil, başka CHP yetkilileri de bu söylemi benimsiyor ve sık sık tekrarlıyorlar. Gerçi Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, kendisi hakkında kanlı sözleri nedeniyle soruşturma başlatınca, Kılıçdaroğlu lafı biraz çevirip şöyle dedi:
“Yani biz demokrasiyi savunacağız, yani biz sokaklara çıkacağız, yani biz buna itiraz edeceğiz. Siz de TOMA’larınızla, silahlarınızla, ordunuzla, polisinizle bizi ezmeye ve öldürmeye çalışacaksınız. Ve bizi ancak öldürürseniz bu sistemi getirebilirsiniz. Biz bunu dedik ve yine söylüyoruz... Biz, ‘bunu yapamazsınız’ diyoruz. Kan dökmekten kastım, gidip onların kanlarını dökmek değil. Siz gelip TOMA’larınızla bizim kanımızı dökeceksiniz. Bizi yok etmeden bunu yapamazsınız.”.
Peki, Kılıçdaroğlu ve partisi bu ‘kan dökme’ (kendilerinin ya da rakiplerinin) işini nasıl yapacak? Eskiden olsa bu tür tehditlerle aslında orduyu göreve çağırdıklarını bilirdik. Ancak şu anda böyle bir şey söz konusu değil. Ordu, olması gerektiği gibi kışlasında. 7 Haziran öncesi işbirliği yaptıkları PKK’nın da durumu pek parlak değil. PKK kendi can derdine düşmüş durumda. Hiç beklemedikleri ölçüde büyük bir yenilgi aldılar. Genelkurmay Başkanlığı rakamlarıyla 10 ayda yedi binden fazla üyeleri öldürüldü. Binlercesi yaralandı ve artık gruplar halinde teslim oluyorlar.
Üstelik, CHP genel başkan yardımcılarının ve hatta 40 yılın meşhur CHP’li, koyu Kemalist yazarlarının bile kendi partilerine değil, HDP’ye oy çağrısı yaptıkları cicim ayları bitti. PKK savaşı yeniden başlatınca hepsi yuvalarına döndüler.
Ayrıca dokunulmazlık oylamasında bazı CHP’li vekiller ‘evet’ oyu kullandıktan sonra PKK şeflerinden Duran Kalkan Kılıçdaroğlu’nu ‘ajan’ ilan etti. Şaka gibi ama değil. Aynen şunları söyledi Med Nûçe kanalında:
“Kemal Kılıçdaroğlu, Tayyip Erdoğan’ın emrine göre hareket etti. Bu işten Kılıçdaroğlu sorumludur. Ordu ona emir verdi, Kemal Kılıçdaroğlu ordu ile gizli görüşmeler yaptı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun derin devletin iyi bir adamı olduğu açığa çıktı. Aynen Devlet Bahçeli gibidir. Görevlendirilmiş bir memurdur. Çizgisinin, sol görünüm altında faşizmin nasıl gizli ajanı olduğu açığa çıktı.”.
Yani PKK’dan pek umut yok. Ezelden beri dirsek teması içinde oldukları DHKP-C vb birkaç marjinal sol örgütün ise Kılıçdaroğlu’nun sözünü ettiği boyutta ‘kan dökme’ye çapları yetmez. Bildiğimiz kadarıyla CHP’nin silahlı milis güçleri de yok. O halde nasıl olacak bu iş?
Yeni anayasa ve başkanlık sistemiyle ilgili yapılacak her düzenleme, nihayetinde mecliste oylanacak, ardından halka gidilecek. Sandıklar kurulacak, halk onay verirse de geçiş yapılacak. Ama Kılıçdaroğlu ve yüzde 25’lik partisi sokaklara dökülecek, asker ve polisle çatışacak, kan dökülmesini sağlayacak ve halkın çoğunluğunun arzusu hilafına bunu engelleyecek.
Bu tutumun demokrasiyle uzak yakın alakası olmaması başlı başına bir garabet. CHP’nin üst orta sınıflardan ve bürokrasi çevrelerinden oluşan kemik tabanının da referandum sandıklarına saldıracağını, tankların önüne yatacağını, askerle barikat savaşlarına gireceğini sanmak ise ham hayalden ibaret.
Bu durumda Kılıçdaroğlu başka şeyleri hedefliyor olmalı. Öncelikle, Baykal’a kaset kumpasıyla partinin başına tepeden indirilmiş proje bir ‘lider’ olarak beklenen başarının zerresini elde edemedi. Girdiği hiçbir seçimde oy artışı gösteremedi ve parti içi muhalefetin huzursuzluğu giderek artıyor. Bu yüzden ‘Gandi Kemal’ cilasının altından ‘Kanlı Kemal’ çıktı. Sürekli kan, küfür, kıyamet söylemi parti içi muhalefetin üzerini kapatıyor, geri plana itiyor.
Öte yandan, Gezi’den beri ilmek ilmek örülen Erdoğan düşmanlığı parti tabanını konsolide etmekte hala epey kullanışlı. Yatıp kalkıp Erdoğan’a vurdukça seçmenlerinin tatmin edilmemiş iktidar hırsı bir noktaya yönlendirilip zehir oraya akıtılabiliyor. Yıllardır bütünüyle başarısız bir partinin tabanını bir arada tutmak için Erdoğan (nezdinde ‘Anadolu çomarları’) düşmanlığı tutkal olarak kullanılıyor.
Ayrıca, olur da bir sosyal kriz çıkacak olursa, laiklik, Alevi-Sünni fay hattı, ‘hırsız, katil, çocuk tacizcisi iktidar’ söylemleriyle iyice gerginleştirilmiş taban, ‘zinde kuvvetler’ olarak hazır bekletilmiş oluyor. Bunun için kadın bakanlara ağır hakaretler etmek veya son grup toplantısında olduğu gibi, İzmir’den taşıyıp getirilen gençlere, meclis çatısı altında, Erdoğan’a küfür ettirmek, bu gerilim siyasetinin araçları olarak kullanılıyor. Kan ve küfür söylemi, sanıldığı gibi Kılıçdaroğlu’nun edepsizliğinden değil (edepsiz, o ayrı konu), gayet bilinçli bir stratejinin parçası olarak kullanılıyor.
Fakat atladıkları bir nokta var ve her seferinde duvara toslamaları da o yüzden. 7 Haziran sonrası ilan ettikleri ‘yüzde 60’lık blok’ paramparça olmuş, birbirini hainlikle, ajanlıkla suçlarken, asıl sıkı konsolidasyon, sürekli saldırdıkları Erdoğan etrafında gerçekleşiyor. Saldırdıkları kalenin surlarını kendi elleriyle güçlendiriyorlar. Belki de farkında bile değiller.
Serbestiyet