CHP, Mültecileri Sovyetlere Kurban Etmişti

İnönü döneminde Sovyetlerin istemesi üzerine Rus tarafına geçirilen mülteciler, hemen sınırda Türkiye askerlerinin gözleri önünde kurşuna dizildi.

Emre Gül / Tarih Dosyası / Dünya Bülteni

II. Dünya Savaşı süresince Türkiye, fiili olarak harbe girmedi ve “Milli Şef” İsmet İnönü’nün şiddetle savunduğu bir şekilde “çatışmanın dışında kalma” politikası güttü. Ancak, her an hazır durumda bulunmak üzere askeri harcamaları da arttırdı. Güçsüz ve donanımı yetersiz orduda bir milyon kişi silâhaltına alındı. Başka ülkelerle yaşanan sorunlarda takip edilen “tarafsızlık” söylemi, buna halel getirecek uygulamalardan uzak durma çabası ile birleşince, o döneme kadar devlet geleneğimizle, dini-milli anlayışımızla uyuşmayan ve hatta “zulme göz yummak” derecesine varan faciaların yaşanmasına neden oldu.

Bunlardan biri de yıllarca kamuoyundan gizlenen, gündeme getirildiğinde ise bazı çevrelerce: “Dönemin şartlarına göre doğru olan buydu. İnönü, gerekeni yaparak savaş çıkmasını önledi.” Şeklinde savunulan “Boraltan Köprüsü Faciası”ydı.

II. Dünya Savaşı’nın sonlarında yaşanan bu olayda, Sovyetlerden kaçarak Türkiye’ye sığınan Azeri soydaşlarımız, Ankara’dan gelen bir talimatla Rus askerlerine teslim edildiler. Yüzlerce yıllık devlet geleneğimizi yansıtan ve Topkapı Sarayı’nın “Bab-ı Hümayun Kapısı” üzerinde taşa işlenen, “ye’vi ileyhi külli mazlûmîn-dili, dini, ırkı, mezhebi, rengi ne olursa olsun bütün mazlumların koruyucusu” olma anlayışından, İsmet İnönü’nün: “Misak-ı Milli hudutlarının dışında Türk unsuru kabul etmiyoruz.” anlayışına indirgenen CHP’nin tek parti yönetiminde, bu yöndeki iadeler devam etti. Çeşitli vesilelerle hatırlanarak “Türklük” ve “Müslümanlığa” ihanet olarak görülen “Boraltan Köprüsü Faciası” ise hafızalarda yer edindi.

Kars’ın ilk kültür ve kütüphane müdürlerinden, araştırmacı Temraz Kesemenli’nin verdiği bilgilere göre: Rus işgali altındaki Azerbaycan’da Komünist rejime muhalif Azeri doktor, yargıç, mühendis, öğretmen ve ailelerinden oluşan bir grup aydın, 1944 yılında Türkiye’ye sığındı. Bunları takip ederek yerlerini tespit eden Sovyet yönetimi de Nazilerle işbirliği yaptıkları ve aranan siyasi kaçaklar olduklarını ileri sürerek iadelerini talep etti. Neticede güç dengesinin Sovyetler lehinde olması ve tek parti CHP yönetimi ile Milli Şef İsmet İnönü’nün dirençsiz tavrı nedeniyle mültecilerin teslimine karar verildi. Aras Nehri üzerindeki Boraltan Köprüsü sınırında Ruslara iadeleri emri, sınır karakolunda “doğruluğuna inanılmak istenmemesi” nedeniyle defalarca teyit ettirildikten sonra Azeri soydaşlarımızın: “Bizi teslim etmeyin, burada, kendi toprağımızın, kardeşimizin, bayrağımızın altında siz öldürün” şeklinde yalvarmalarına rağmen yerine getirildi. Sonrasında ise Rus tarafına geçirilen mülteciler, hemen sınırda askerlerimizin gözleri önünde kurşuna dizildi.

Azerilerin teslim edilmek üzere Kars’tan geçerken, nakledildikleri tren pencerelerinden üzerlerinde bulunan kıymetli eşyaları halka attıkları, feryatlarına birçok Karslının şahit olduğu, İnönü’nün emriyle onları götüren memurun akli dengesini kaybettiği ve tedavi altındayken öldüğü nakledilen mülteciler meselesi, 18 Temmuz 1951’de DP Tekirdağ Milletvekili Şevket Mocan tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir soru önergesi olarak gündeme getirildi. Şevket Mocan’ın önergesinde: “Muhtelif tarihlerde memleketimizde siyasi mültecilik haklarına dayanarak iltica etmiş (156) mülteci 1947 senesinde, milletlerarası hukuk kaidelerine tamamen aykırı olarak Sovyet Rusya’ya teslim edildikleri doğru mudur? Facia kurbanlarının sevk şekli de kurban gönderilen mabudun usullerine uygun olmasından ve akıbetlerini görmesinden, teslim işinde vazifeli Yedek Subay Posta Müfettişi Reşat’ın asabi rahatsızlığa uğradığı ve sinir hastanelerinde el-yevm tedavi olduğu doğru mudur? 1945’te Almanya’daki öğrencilerimizi getiren İsveç bandıralı vapurla (Enver Anar ve Adem) isminde iki münevver askeri Türk gencinin senelerden beri memleketimizde tavattun etmiş amca ve teyzesinin yanından alınarak (Ankara’ya gönderiyoruz) diye Komiser Muavini Ali Rıza nezaretinde Kars’ta aynı mabuda kurban sunuldukları vaki midir?” şeklinde Başbakan Adnan Menderes’in cevaplaması istemiyle ilettiği sorular, o sırada Adalet Bakanlığı görevinde bulunan Rükneddin Nasuhioğlu tarafından sözlü olarak cevaplandırıldı.

Tek parti CHP döneminde meydana gelen iadeler hakkında bilgi veren Adalet Bakanı, doğrulayıcı nitelikte konuşarak haklarında çeşitli ve birbirinden farklı rakamlar verilen mülteciler hakkında: “İkinci Cihan Harbi’nin başından itibaren memleketimize muhtelif devletler tabiiyetini haiz askeri şahıslar iltica etmiş ve bunlar bi-taraf bir devlet olmamız itibariyle harbin sonuna intizaren Yozgat’ta kurulan kampta eterne edilmişlerdir. 23 Şubat 1945 tarihinde Almanya ve Japonya’ya karşı harb ilan etmemiz üzerine, müttefiklerimiz arasında yer almış bulunan  Sovyet Rusya kendi tebaasından olan askeri mültecilerin iadesini istemiştir…

Keyfiyet Bakanlar Kurulunca incelenerek neticede ittihaz olunan Mayıs 1945 gün ve 3/2563 sayılı karar mucibince ve Ankara’daki Sovyet Sefareti ile mütekabiliyet esasını tesbit eden bir nota tesisi suretiyle (237) Sovyet askeri mültecisinden 195’i ilk parti olarak 6.VIII. 1945 tarihinde Tıhmıs kapısından Sovyetlere iade edilmiştir…Enver Anar (Enver Kaziyef) ile Kadri Başaran (Adem Kardeşbeyli) adındaki Kızılordu eski subaylarından iki kişinin de Sovyet Rusya’ya iade edilen yukarıda yazılı (195) kişilik listeye dahil bulundukları anlaşılmıştır.” Şeklinde konuştu.

Buna karşın söz alan Şevket Mocan ise Adalet Bakanı’nı ve açıklamasını eleştirerek Meclis’te “Bravo, Doğru” sesleriyle tasdik edilen: “…Hadiseler, Adalet Bakanının izahları gibi cereyan etmemiştir. Beni en çok müteessir eden nokta budur. Arkadaşlar, Bakanlık mesuliyetini verdiğimiz arkadaş, eski devir (CHP) mesullerinin cürümlerini kapatmak için hazırlanmış dokümanları toplayarak, sanki kendisi de o devrin Bakanı imiş gibi, o zamanın cürüm avukatlığını yapıyorlar..” dedikten sonra “askeri mülteci” ile “siyasi mülteci” arasındaki farkı izah ederek: “Bir akideden canını kurtarıp da hudutlarımıza iltica eden insanlara ancak siyasi mülteci denir… Muhterem arkadaşım, Enver ve Adem isminde iki Azeri münevverden bahsettiler. Bunlar çok yakından tanıdığımız Konya Milletvekili Ziyat Bey’in kayınbiraderleridir. Çok evvel Rus ordusunda subaylık etmişler, fakat milletlerini unutmamışlar, o akideleri kabul etmeyerek Almanya’ya kaçmışlar, orada uzun müddet bulunmuşlardır. Sonra memleketimize gelerek hemşirelerinin yanına, Ziyat Bey’in hareminin yanına sığınmışlardır. Fakat yüz kızartacak bir hal olarak bunlar bir gün evden alınarak, Ankara’ya göndereceğiz diye, Komiser Ali Rıza refakatinde hududa götürülmüşler, aynı mabuda kurban sunulmuşlardır. Bu milletin tarihinde bir tek mülteci İsveç Kralı Şarl için harb etmiş şerefli hadiseler çoktur; fakat siyasi mültecileri bir mabuda kurban sunar gibi sunmaya götüren yüz kızartıcı, gönül parçalayıcı, hicabaver bir hadise daha yoktur. İbnisuud mutavaat etmedi, mültecileri vermedi, fakat bizdeki bir devrin adamları bizim tarihimize bu lekeyi yazdılar, mültecileri iade ettiler arkadaşlar.” Dedi. (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem IX, Cilt.9, Toplantı 1, Yüz Birinci Birleşim, 18.VII. 1951 Çarşamba.)

CHP iktidarının mültecileri iade etmesi konusu 1965 Seçimleri öncesinde de gündeme getirildi. 7 Ekim 1965 tarihli Adalet Gazetesi’nde çıkan imzasız başyazıda İnönü’nün günahları arasında sayılan, ağıtlarda, şiirlerde dillendirilen bu acı olaylar,  filmlere de konu oldu. Mehmet Kılıç’ın yönetmenliğini üstlendiği ve Cüneyt Arkın, Oya Aydoğan, Baki Tamer gibi oyuncuların rol aldığı, 1977 yapımı “Güneş Ne Zaman Doğacak” adlı filmde benzer bir konu işlenmiş ve “1945 yılında Sosyalist bir ülkeden Türkiye’ye iltica eden daha sonra düşmana edilirken sınırda şehit edilen 150 Türk’ün aziz hatırasına atfedilmişti.” 

 

Yorum Analiz Haberleri

Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm