Mersin'de bir grup CHP'li kadının 3 Mart günü bir ilkokul müsameresi havasıyla üzerlerine aldıkları siyah çarşafları çıkarıp yırtmaları, sonra hınçla ve kinle ayaklarının altına alıp "bu kıyafeti giyenlerin ulusal egemenliği temsil edemeyecekleri" mealinde konuşmalar yapmaları ahlakî, hukukî ve siyasî bakımdan suçtur.
Ahlakî suçtur; hiç kimsenin bir başkasını inancına göre seçtiği giyim kuşamından dolayı küçük görme hakkı yoktur. İnsanlar giyim tercihlerini inançlarına, iklim şartlarına, iktisadi gelirlerine ve estetik beğenilerine göre yaparlar. Bu suça bakan mahkeme, sağduyu sahibi toplumun vicdanıdır. İnançları veya geleneksel telakkileri dolayısıyla çarşaf giyen kadınları bu tarz küçük düşürmeye çalışanlar vicdan ve iz'an sahibi insanlar nezdinde mahkûm olmuşlardır.
Hukukî olarak suçtur; çünkü inançları dolayısıyla örtünen ve çarşaf giyen kadınlara ve bu yer aldıkları toplumsal gruplara karşı "nefret"i körüklemektedirler. Ağızlarından şerareler çıkan, husumet ve düşmanlıkları çığlıklarına yansıyan bu militan kadınlar, aslında kendileri gibi veya onları örnek alabilecek kontrolsüz kişi ve grupları çarşaflı kadınlara fiilî saldırılara teşvik ve tahrik etmektedirler. Bunların etkisinde bazı militanların, bir çarşaflı hanımı yoldan çevirip elbisesini üstünden alıp parçalamaları, onu hırpalamaları pekala mümkündür. Savcıların bu açıktan/alenen işlenen nefret suçunu görmezlikten gelmeleri düşündürücüdür.
Çarşaflı hanımları "ulusal egemenliğin teşekkülünde eşit yurttaş" saymamak siyasî suçtur. Demokrasilerde herkes eşittir, herkesin eşit oy hakkı vardır. Bu hanımlar demokratik bir cumhuriyetin temel niteliklerini jakoben, otoriter ve totaliter bir rejime dönüştürmek istediklerini açıkça ilan ediyorlar. Bu hanımlara göre kâğıt üzerinde herkes eşittir, ama kendileri ideolojik angajmanları ve yaşama biçimleri dolayısıyla herkesten "daha eşittir"ler.
Bu türden militanların gelişen bir demokraside partilerine verecekleri zararı başka hiç kimse veremez. Türkiye'nin temel iki sorunu, hukukun üstünlüğüne razı olmuş demokratik bir devletin tesisi ve adil gelir bölüşümünün sağlanması iken ve bu iki sorunu çözme vaadiyle dünyada sosyal demokrat partiler siyaset yaparken, sosyal demokrat parti kimliğini taşıyan bir partinin (CHP) mensupları tam aksi bir iddiayı toplumda nefreti, kutuplaşmayı ve çatışmayı körükleyecek biçimde açığa vurmaktadırlar.
Bu olay vuku bulduğunda en çok merak ettiğim şey, Sayın Deniz Baykal ve CHP üst kademesinin göstereceği tepkiydi. Beklediğim gibi oldu. Sayın Baykal, hiç eğip bükmeden, net ve kararlı bir dille "Herkes inancında, yaşayış biçiminde ve giyiminde özgürdür" dedi, partinin diğer yetkilileri de aynı yönde demeçler verdiler, bu kışkırtıcı eylemi yapanları disipline gönderdiler. İşte belki bu olayda asıl üzerinde durulması gereken nokta, köktenci kadınların nefret suçunu işleyen fiilleri değil, Baykal ve CHP'nin verdiği tepkidir.
Bence Türkiye'nin yavaş da olsa normalleşme sürecine girmiş bulunmasının en somut ve umut verici göstergelerinden biri budur. Eğer CHP, 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde başlattığı "çarşaf açılımı"nı devam ettirecek olursa, herkesi inancında, siyasî görüşünde ve yaşama biçiminde, dolayısıyla giyim kuşamında serbest ve özgür bırakıp bu çerçevede temel haklarını savunmayı üstlenirse ve gerçek bir sosyal demokrat parti gibi yoksulluk, işsizlik ve gelir adaletsizliğiyle uğraşacak olursa, siyaset kendi asli mecrasına girecek, ülke normalleşecektir.
1977 seçimlerinde Şehremini'de sandık müşahidiydim. Bir ara yaklaşık 40 kişilik sakallı-çarşaflı bir grup geldi, oylarını kullandı. İçlerinden birini tanıyordum, dışarıda kime oy verdiklerini sordum, "AP'ye, yani Demirel'e" dedi. Sebebini sorunca "CHP korkusu" dedi. İçim cız etti. Sağ partiler, bu mazlum insanların derdine çare olmazken, sadece "CHP sopası"nı gösterip oylarını cebe indiriyorlar. Özgürlükler sağlanamıyor, yoksulluk önlenemiyor. Bu oyun bozulmalıdır.
ZAMAN