12 Eylül'den sonra hukuk mekanizmalarını sivilleştirme ideali siyasetin ve gerçek aydınların hep birinci gündemi oldu.
Bütün zamanları 'sıkıyönetim'e dönüştüren Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nden kurtulmamız kolay olmadı. Hatırlanacağı üzere ilk adım, mahkemedeki asker hakimin sistem dışına çıkarılmasıydı. Daha sonra da DGM'ler özel yetkili ağır ceza mahkemelerine dönüştü. Bugünkü tartışmalara ışık tutması açısından DGM'lerdeki üç yargıç koltuğundan birini dolduran askerî üyenin kaldırılışını hatırlamakta fayda var. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)'nin 'adil yargılama' ilkelerinden biri olan yargıç bağımsızlığına halel getirdiği gerekçesiyle epey başımızı ağrıtmıştı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen mahkûmiyetler uzun süre görmezden gelindi. Terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın yargılanması safahatında aklımız başımıza geldi ve apar topar değişiklik yapıldı. Böylesine önemli bir davayı sakatlamamak için doğru adım atıldı ve asker üye uygulamasına son verildi. Mahkeme tamamen ortadan kalktığında ise darbe mahsulü bir kurumdan kurtulmuş olduk.
Altında imzamız bulunan AİHS, diğer uluslararası sözleşmeler gibi bağlayıcı ve iç hukuk metinlerinin üzerinde. Hal böyle olunca Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki son değişiklikleri tartışmak çok anlamlı değil. Normal demokrasilerde, tersine, bu kadar gecikmesi sorgulanırdı. Sivilleri sivil, askerleri askerî mahkemede yargılamayı ve darbe gibi Türk Ceza Kanunu'nda yer alan suçları sivil mahkemelere havaleyi öngören düzenleme için CHP, maraza çıkarıyor. Bunu yaparken her şeyi eline yüzüne bulaştırmayı ihmal etmiyor. Bazı gazeteler konuyu gündeme getirene kadar sesleri çıkmadı. Tutanaklardan anladığımız kadarıyla TBMM'deki tutumları da değişikliği mahzurlu görmedikleri yönünde. Ne zaman ki değişikliğin, Ergenekon Terör Örgütü şüphelisi muvazzaf askerleri de kapsadığı yazıldı, CHP mahcup itirazlarını dile getirmeye başladı. Bir yandan 'Anayasa'nın geçici 15. maddesini kaldırıp 12 Eylül darbecilerini yargılayalım' teklifi ile demokrat pozlar verilirken, itirazların belli bir mahcubiyet içermesi kaçınılmazdı. CHP sözcüleri, iktidar partisini 'kapkaç' kanun çıkarmakla suçluyor ve yönteme itiraz ettiklerini söylüyor. AK Partili yöneticilerin değişikliği bütün çıplaklığıyla kendilerine anlatmadığını ileri sürüyorlar. AK Parti Grup Başkan Vekili Mustafa Elitaş, tersini savunduktan sonra şu soruyu soruyor: "Baro başkanlığı yapmış bir hukukçu olan muhatabımız gerekçedeki açık cümleyi de mi anlamamış? Bence uyumamışlar, uyuyor numarası yapıyorlar." Oysaki gerekçe, bırakın hukukçuları, okuma yazma bilenlerin anlayacağı sarihlikte.
Anamuhalefet partisi, iptal için Anayasa Mahkemesi'ne gideceğini belirtiyor. 'Yöntem'i sorun yaptıklarına göre şekil yönünde iptal isteyeceklerdir. (Grup olarak isteyemezler ama gerekli imzayı toplarlar.) 'Anayasa Mahkemesi'nin şekil bakımından denetimi kanunlarda son oylamanın öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığıyla' sınırlı. Orada sorun görünmüyor. CHP 15. madde konusundaki ısrarından kaynaklanan mahcubiyeti üzerinden atabilirse 'esas' denetimi de talep edebilir. O zaman devreye şu soru giriyor: 15. madde değişip, 12 Eylülcülerin yargılanması mümkün hale geldiğinde; CHP, Kenan Evren'i hangi mahkemenin yargılamasını öngörüyor?
CHP'nin duruşu, "elinden gelse DGM'leri yeniden açtırır, bütün üyelerin asker olmasını sağlar ve hatta sivil mahkemeleri kapatıp her işe askerî yargının bakmasını ister" havası veriyor. Bereket versin boş bulunup 15. maddeyle ilgili bağlayıcı bir adım attılar.
Diğer muhalefet partisi MHP'nin tavrı ise başlı başına bir yazı hatta belki kitap konusu. CHP'nin aksine 'bile bile hayır verdik' diyorlar. Bunu seçim meydanlarında nasıl anlatacaklar merak ediyorum.
ZAMAN