1970’li yıllarda Karadavi’nin dostlarından olan Mısırlı ulemadan merhum Muhammed Gazali, Cezayir’in Konstantine İslam Kolejinde dersler verirdi.
Kimilerine göre bilahare Cezayir’de meydana gelen aşırı akımların sorumlusu Muhammed Gazali’dir. Lakin tersini söyleyenler de var. Bunlara göre rabbani alimlerin önü yeterince açılmadığı ve kapalı tutulduğu için yani bu yüzden aşırı fikirler Mısır gibi ülkelerde mayalanmakta ve yuvalanmaktadır. Bugün dahi Mısırlı davetçi Amr Halid, Kahire yerine aynı nedenlerden dolayı Londra’da ikamet etmektedir. Bu bağlamda, Keriman Hamza gibi İslami kesimleri temsil eden Mısırlı bazı bayanlar, “Gazali ve Karadavi gibi alimlerin önünü açmış olsaydı Mısır aşırı fikirleri hiç tanımaz ve bu canipten gelen belalara karşı masun kalırdı” demekteydiler. Sedat’ın öldürülmesinden sonra hapse atılan şiddet yanlısı bazı İslami kesimlerle Ezher hocaları arasında doğrudan temas ortamları hazırlanmış ve diyalog turları düzenlenmişti. İlk önce bu turların bir faydası olmadı. Zira içeridekiler kendileriyle muhavere ve diyaloğa gelen hocaları da işbirlikçi olarak görüyorlar ve samimiyetlerine güvenmiyor ve onlara açılmıyorlardı. Lakin 1990’lı yıllarda umulmayan gelişmeler oldu ve Cemaat-ı İslami’nin içeride bulunan esatinleri veya sütunları birer ikişer tevbe etmeye başlamış ve fikirlerini gözden geçirmişler ve bunun sonucu yazdıklarıyla epey bir külliyat oluşmuştu. Hatta aralarında ‘ılımlılıkta’ Ezher hocalarını geçenler bile oldu! Bunlardan birisi olan Nacih İbrahim, Enver Sedat’ın Begin’le yapmış olduğu Camp David antlaşmasının meşruiyetini bile savunmaya başlamıştı. Velhasıl, dışarıdan irşad ekipleri ve rehberleri ve yaptıkları turlar ilk evvel fayda vermese bile daha sonra kendilerini gözden geçiren hapisteki Cemaat mensupları dönüş yapmışlardı. Benzeri durum Cezayir’de de yaşandı ve AIS ile GIA ve rejim arasındaki çapraz kavgadan ilk çekilen taraf AIS olmuş ve ardından da GIA çözülmüştü. Dolayısıyla Mısır’da yaşanılanlar gecikerek de olsa Cezayir’e de yansımıştır.
Cezayir rejimi aşırı olarak gördüğü fikir ve hareketlerle mücadele etmek için iki yönteme başvuruyor. Yok olmuş veya zayıflamış olan tasavvufi kültürü ve hareketleri canlandırmak. Bunlardan birisi de Aleviye tarikatıdır. Buteflika 1999 yılından itibaren siyasi ve şiddet yanlısı hareketlere karşı tasavvufi hareketleri diriltmeye ve öne çıkarmaya çalışıyor. Bu kampanyanın ikinci adımını da Suudlu alimler oluşturuyor. Çok ilginçtir, daha önceleri aşırılığın kaynağı olarak görülen Suudlu alimler son yıllarda aşırılığın panzehiri olarak algılanmaya başlanmıştır. Hatta yerel hareketler 1979 veya 1400 hicri yılında Kabe baskını gibi baskınlara imza atmış olsalar da Suud İçişleri Bakanı Nayif Abdulaziz, Suud’da aşırı düşüncelerin ve eylemlerin Mısır ve doğrudan İhvan kaynaklı olduğunu savunuyordu. Halbuki, Mısır İhvanı’ndan çok önceleri Suud İhvanı’yla (Selefilik) Suud Kralı Suud Abdulaziz arasında çatışmalar yaşanmıştı. Bu tartışmada gerçek ne olursa olsun son yıllarda Suud uleması dışarıda ılımlılığı temsil eder hale gelmiştir. Sözgelimi, Kabe’nin eski imamı Şeyh Südeys Müşerref döneminde Pakistan’da Lal Mescid ve diğer bağlamlarda yaşanılan gerginliklerde nasihatçı sıfatıyla bu ülkeye davet edilmişti. Şimdi de aynı şeyler Cezayir’de yaşanıyor.
Cumhurbaşkanı Buteflika aşırı olarak gördüğü fikir ve fikriyat ile çarpışmak ve onlara galebe çalmak için ılımlı Suud ulemasını Cezayir’e davet ediyor. Bu misafirlerden hoşlanmayanlar da var. Bunlardan birisi FIS’in ikinci adamı olan Ali Belhac. Bunların davetsiz ve istenmeyen misafirler olduğunu ileri sürmekte. Şuruk gazetesinin davetiyle Cezayir’e gelen bu Suudlu, misafirleri taraflardan birisine meyletmekle suçluyor yani tarafsızlığını kaybetmekle itham ediyor ve onları ulema-ı rüsum veya sultan uleması olarak tanımlıyor, millet ulemasından olmadıklarını ileri sürüyor. Bu bağlamda, La Tahzen kitabıyla milyonlarca nüsha satan Aiz el Karni hınca hınç kalabalıklar nedeniyle konferansını stadyumda vermek zorunda kalmıştır. Cezayir’de silahlı grupların en önemlilerinden birisinin lideri olan Hasan Hattap da teslim olduktan sonra Suudlu alimlerden Saad Büreyk ile görüşmüş ve bu görüşme fikirlerinin olgunlaşmasına ve billurlaşmasına önayak olmuş ve bu görüşmenin tesiriyle yaptıklarından nadim olmuş ve tevbe etmiştir.
Hasan Hattap zorunlu ikamet mahallinde görüştüğü Saad Bureyk’e bazı itiraflarda bulunmuştur. Bu itiraflarında, 13 yıldan beri silah elde dağlarda dolaştığını lakin silahlı mücadelenin meseleyi çözmek yerine daha da karmaşık hale getirdiğini ifade etmiş. Evet, İslam aleminde böyle karşılıklı açılımlar var. Cezayir ve Tunus gibi bazı rejimler bazı İslami tonlara açılıyorlar. Bu tonlardan birisi de ‘ılımlı Suudlu alimlerdir’. Bu bağlamda Karadavi’den sonra Selman Avde de Tunus’a bir ziyarette bulunmuştu. Peki, bitirmeden Ali Belhac hepten de haksız mı? Elbette, Cezayir’de bıçak sırtı bir durum var. Dahilde silah kullanmak çözüm değil. Lakin insanları muayyen ölçülere ve dindışı ölçülere zorlamak da doğru değil. Bundan dolayı, Suudlu davetçiler ve ötekiler nasihatlarının bir kısmını da Ali Belhac’ın teklif ettiği gibi yöneticilere saklamalılar. Zira, onlar sütten çıkmış ak kaşık değiller. Unutmadan en büyük cihad, zalim yönetici karşısında hakikatı haykırmaktır. Yani yoldan çıkmış yöneticilere karşı doğruyu söylemek silahtan daha tesirlidir. Said İb’nil Cübeyr ve Hasan Basri gibi alimlerin geçmişte yaptıkları buydu. Lakin bunu zorlaştıran hususlardan birisi de silahlı kalkışmalardır. Bu ise yöneticilerin işini kolaylaştırmakta ve inatlarına tutunmalarına vesile olmaktadır.
VAKİT