Taha Kılınç / Yeni Şafak
Mâlik Usekin
Fransa’nın Lyon şehri sınırları içindeki Givors bölgesinde, küçük bir cadde “Malik Oussekine” (Mâlik Usekin) adını taşır. Bugün artık belki orada yaşayanlar için bile herhangi bir anlam içermeyecek kadar normalleşen bu isim, Fransa yakın tarihindeki en trajik olaylardan birinin kahramanına aittir:
Mâlik Usekin, Cezayirli bir anne-babanın evladı olarak 18 Ekim 1964’te Paris’in Versay banliyösünde dünyaya geldi. Babası Mîlud -aslında Mevlüd, Mevlid-i Nebevî günü doğduğu için bu adı almıştı-, İkinci Dünya Savaşı’nda Fransız ordusu saflarında savaştıktan sonra evlenmek için ülkesine dönmüş, ardından bu defa çalışmak için yeniden Fransa’ya gitmişti. Lorraine’de kömür madenlerinde işe başlayan Mîlud Usekin, madencilikten sonra duvar ustası ve kamyon şoförü olarak hayatını kazandı. 1953’te karısı Âişe ve çocukları da kendisine katıldı; aile Paris’in dış semtlerinden birinde yaşamaya başladı. Mâlik, Mîlud-Âişe çiftinin yedinci ve sonuncu çocuğuydu. Babası Mîlud, 1978’de, Mâlik henüz 14 yaşındayken hayata veda etti.
Küçüklüğünden beri müziğe yatkınlığı bulunan ve özellikle de gitar çalan Mâlik Usekin, 6 Aralık 1986 akşamı, çok sevdiği bir caz grubunun konserine gitmek üzere evinden ayrıldı. Paris, o sıralarda üniversite öğrencilerinin yoğun protesto eylemlerine sahne oluyordu. Gece yarısına doğru konserden çıkan Mâlik’in yolu, protestoların yaşandığı caddelerden birinden geçiyordu. Gösterilerle hiçbir alakası bulunmamasına rağmen, iki polis birden bire Mâlik’in peşine düştü. Yaşanan yorucu kovalamaca, bir apartmanın girişinde son buldu; polisler 22 yaşındaki talihsiz genci yere yatırıp dakikalarca sopalarla dövdüler. Olaya şahit olan bir Fransız Mâlik’i kurtarmaya çalışmış, ancak o da sopalardan nasibini almıştı. Mâlik’in son sözleri, sürekli tekrarladığı “Ben bir şey yapmadım!” cümlesiydi. Paris Başsavcılığı hazırladığı raporda ölüm sebebini “kalp krizi” olarak açıklasa da, bilahare yapılan detaylı tetkiklerle Mâlik’in polis dayağı sebebiyle öldüğü ortaya çıkarılacaktı.
Mâlik Usekin’in ölümü, zaten protestolarla inleyen Paris sokaklarını savaş alanına çevirdi. Babası o sırada hayatta olmamasına rağmen, dönemin Fransız Ulusal Güvenlik Bakanı Robert Pandraud’nun “çocuğunu sokağa saldığı için” Mâlik’in babasını suçlaması da, göstericiler arasında yeni bir öfke dalgasına neden oldu. Birkaç gün sonra, Mâlik’i anmak için Paris caddelerini dolduran insanların sayısı 200 bini aşmıştı. Gösterileri tetikleyen üniversite reformunun tasarlayıcısı olan Yüksek Eğitim Bakanı Alain Devaquet, Mâlik’in ölümü ortaya çıkar çıkmaz istifa etti, dönemin Fransa Başbakanı Jacques Chirac da tartışmalı tasarıyı gündemden düşürmek zorunda kaldı. Mâlik’i öldüren polis memurları ise gülünç cezalarla yakalarını kurtarmayı başardılar, olay sabıkalarına bile işlenmedi.
Mâlik Usekin’in ölümü, Fransa’da pek çok tartışmanın fitilini ateşledi. Hadise, -tahmin edileceği üzere- sanat camiasının ve akademinin de dikkatini çekti, çok sayıda belgesel, film, makale ve kitapla Mâlik’in dramı bolca işlendi. Usekin’in öldürüldüğü caddeye bir plaka yerleştirildi, Givors’taki caddeye adı verildi. Adına çekilen filmler ve diziler ödüller aldı.
“Peki, sonra ne değişti?” derseniz, Fransa’nın dininden, derisinin renginden ve kültüründen ötürü “Cezayirli”ye bakışındaki olumsuzlukta herhangi bir değişikliğin olmadığı da ortada. Paris şimdilerde biraz duruldu sadece, merkezinde “koyu renkli Mağribliler”in yer alacağı yeni bir drama ve onu takip edecek sokak olaylarına kadar…
Cezayir’de 1830-1962 arasında kesintisiz devam eden Fransız sömürge yönetimi, Cezayirlilerin hayatında çok yönlü ve derin acılar bıraktı. Sadece ülkeleri, kültürleri ve tarihleri talan edilmedi, aynı zamanda Avrupa’ya da taşınan bir trajediler zinciri ortaya çıktı. Mâlikler, Nâiller ve başka kurbanlar, bu trajedi zincirinin medyada görünen yüzleri. Bir de görünmeyen, duyulmayan, Paris’in ara sokaklarında kaybolan ve solup giden yüzler var.
Meseleye bu açıdan bakınca, Cezayir’in “tam anlamıyla” bağımsızlığını kazanmış olduğunu söylemek zor. Karşımızda, bağımsızlık savaşını hâlâ sürdüren, hâlâ kurbanlar vermeye devam eden bir ülke ve mazlum bir halk duruyor.