Cezaevlerine bakın!

Ahmet Taşgetiren

Bir ceza hukuku profesörünü dinliyorum:

-Cezaevlerinde yaşananlar ne insanlığa sığar ne Müslümanlığa diyor. Ranzalar önce iki katlıydı. Sonra duyarlı cezaevi müdürleri, bir üçüncü kat yaptılar. Ama yine kafi gelmedi. En alta sünger serip, insanları oraya yatırmaya başladılar. Tutuklu veya mahkum oraya, yuvarlana yuvarlana girebiliyor. Bazı yerlerde ise aynı yatakta iki kişi yatıyor.

Ne bu?

Bu insanlık mı?

Dün Taraf gazetesinde, Urfa ile ilgili bir haber vardı. Benzeri manzaralar, Urfa Cezaevi'nden de naklediliyordu. 450 kapasiteli cezaevinde 866 tutuklu ve hükümlü kalıyor, 6 kişilik odalara 20 kişinin sokulduğu bildiriliyordu.

Evet, insanlık mı bu?

Mustafa Arısüt'ün yazı dizisinde bir gardiyanın sözleri de yer alıyor:

-Bazı geceler inleyen ve bağıran tutukluların sesinden rahatsız oluyoruz.

Yani "Uykumuz kaçıyor" demek istiyor gardiyan.

Ah bu cezaevleri...

Tutukludan, sanıktan, şüpheliden terörist üreten mekanizmalar.

Bunun en vahşi örneği 1980'lerin Diyarbakır Cezaevi idi.

Şimdilerde birçok cezaevi, belki Diyarbakır mekanizması gibi değil ama sadece vahşi barınma şartları sebebiyle suçlu üretmek için birebir özellikler taşıyor.

"Teröre destek" suçlaması ile bu cezaevlerine düşen çocuk yaşta sanıkları düşünün bir; bu yapının içinden ne halde çıkarlar?

Ama, asıl sorun cezaevlerini böylesine tıka basa dolduran yapıda.

Verilen istatistikler şunu gösteriyor:

-Şu an cezaevlerinde bulunanların yüzde 60'tan fazlası tutuklu, yüzde 40 kadarı da hükümlülerden oluşuyor. (Bir rakam şöyle: 43 bin hükümlü, 70 bin tutuklu.)

Bu rakam, Batı ülkelerinde yüzde 80 hükümlü, yüzde 20 tutuklu şeklinde ortaya çıkıyor.

Ne olmuş?

Bir suç isnadı ile tutuklamışız, bazen dava açılıncaya kadar yıllar geçmiş, bazen dava açılmış aylarca yıllarca sürmüş ve sonunda söz konusu kişinin suçsuz olduğu anlaşılmış.

Adalet Bakanlığı sırasında Cemil Çiçek'in Hukuk Fakültesi mezunlarına yönelik eleştiride bulunurken söylediği bir sözü mealen hatırlıyorum: Açılan davaların büyük kısmının yanlış açıldığı anlaşılıyor demişti.

Son durumu değerlendiren ceza hukuku profesörünün tespiti şöyle oldu.

-Polis şüpheden suç üretmeye yatkın bir halet-i ruhiye içinde. Ama daha kötüsü, yargının, polisten gelenleri, polis mantığı ile değerlendirip hemen tutuklamaya yönelmesi...

Bunun sonucunda tutuklu sayısı habire şişiyor.

Öğrendiğime göre Adalet Bakanlığı'ndan cezaevi savcılarına, "Bu tutuklu sayısını nasıl eritebiliriz?" gibi sualler gelmekteymiş.

Oysa cezaevi savcısının bu konuda yapabileceği bir şey yok. Çünkü o, sonuçlarla ilgili, insanları cezaevine sürükleyen süreçle değil.

Sorun toplumsal yapıdaki sancıdan kaynaklanıyor olabilir. Böyle bir toplumsal sancının varlığı gözardı edilemez.

Muhafazakar değerleri önemseyen bir iktidarın, "suç zemininin büyümesi" olgusunu da önemle değerlendirmesi gerekiyor.

Ama öte yanda kolluk kuvvetlerinin psikolojisinde ve yargı sürecinde sorunlar varsa, ki var olduğu gözleniyor, oraların da yeniden ve dikkatle ele alınıp incelenmesine büyük ihtiyaç var.

İçişleri Bakanı Sayın Beşir Atalay.

Yeni Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin.

Her ikisi de, insan hakları konusunda son derece duyarlı insanlar.

Kaldı ki, tüm AK Parti iktidarının, böyle bir duyarlılık içinde olması beklenir.

Uzun süre tutukluluk yaşayan ve sonunda beraat eden bir insanın uğradığı haksızlığın bedelini kim ödeyecek?

Bunun bir "Kul hakkı" boyutu yok mu?

Ve bundan, bu işi daha insani hale getirmekle yükümlü olan son karar mercilerinin payına vebal düşmez mi?

Ne diyebilirim?

Sayın Ergin ve Sayın Atalay,  diyelim Urfa veya Konya cezaevine gitmeli ve manzarayı görmeli. "O ortamda insan yaşar" hükmü veriyorlarsa, evlerine dönmeli ve rahatça uyku uyumalı.

Değilse, "Tutukluların iniltisinden uykumuz kaçıyor" diyen gardiyanın ruh azabını paylaşmalı.

Hele şu çocuklar, diyorum yine.

Gösterilere katılmaları "Terör suçu" içine sokulup bilmem kaç yılla yargılanan çocuklar.

Diyorum ki, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın, Hakkari'ye gidip, çocuklarla şakalaşması da bir yöntemdir. Bunu en iyi Başbakan Erdoğan bilir. Bir yeni çığır açmalı. Çocukları sokakta taş atarken yakalayıp, önce nezarethaneye, sonra cezaevine göndermek yerine bir başka platformda, onları suç ikliminden kurtarmayı denemeli. 

Bunca devlet, bunca ana baba, bunca eğitimci, bunca psikolog, PKK oyununu bozamıyorsa herkese yazık. 

Filozof Beydeba diyor ki:

-En kötü hukuk, suçsuzu korkutan hukuktur!

TARAF