İslam alemindeki fikir adamlarının zaaflarından biri kendi dünyalarında vuku bulan hadiseler hakkındaki soruların cevaplarını hep başka dünyalarda aramalarıdır. Oysa başkaları bu tarafa çoğu zaman dürbünle bakıyorlar.
Gelip yerinde inceleseler bile her zaman gördüklerini yansıtmıyorlar. Bazen ve özellikle hassas dönemlerde çarpıtarak yansıtıyorlar. Böyle yapmaktaki amaçları vakıayı yansıtmak değil zihinlere şekil vermektir. Olduğu gibi yansıtmaya çalışsalar bile bu toplumların değer ölçülerini, şer'î dayanaklarını ve kendilerini harekete geçiren etkenleri yeterince anlayabilmiş değiller.
Ama bizim dünyamızın düşünce adamlarıyla ilgili söylediğimiz husus genel değildir. Bu zaafa düşmeyip, başkalarının ne düşündüğüne bakmayı ihmal etmemekle birlikte asıl cevabı kendi dünyamızda arayanların sayısı da az değil. Selman el-Avde'nin Devrimin Soruları adlı kitabında cevapların kendi dünyamızda aranmasına özen gösterildiğini söyleyebiliriz.
Bu özelliğinden dolayı kitap masa başı komplo teorilerinden oluşmuyor. Yazar önce vakıayı okumaya sonra bu vakıanın şer'î dayanaklara uyan ve uymayan taraflarını tespit etmeye, sonra da yeniden yapılanma döneminde esas alınan ve alınması gereken ilkelerde nelere istinat edildiğini ortaya koymaya çalışmış.
Arap baharıyla birlikte gündeme gelen ve zihinleri bulandıran sorulara kısa ve özlü cevaplar vermiş. Önce ayaklanmaların vuku bulduğu ülkelerde, ayaklanmalar öncesinde toplumların kısmen rahatlatılması amacıyla başvurulan yüzeysel reformlara değinmiş. Bilindiği üzere bu ülkelerin bazılarında siyasi reformlara başvuruldu. Ama bunlar tatmin edici değil göz boyama amaçlıydı. Bununla birlikte o reformlara ihtiyaç duyulması toplumların kapıları zorlamaya, Tunus'taki gencin kendini yakması olayından önce başladıklarını gösteriyor. Dolayısıyla bu vakıanın görülmesi ve iyi okunması arka planda ABD ve İsrail'i değil zulümden ciddi şekilde rahatsız olan halkların aranmasının daha gerçekçi olacağını gösterir.
Ardından devrimlerle birlikte gelen gelişmeler ve bu gelişmelerin yol açtığı tereddütler, zihinlerde oluşturduğu sorular üzerinde duruyor.
Olaylara biraz dışarıdan bakanlar kısa sürede büyük işler beklediler. Ayrıca herkes kendi önceliklerine önem verdi. Zulüm rejimlerinden kurtulmuş bu halkların ihtiyaçlarından önce kendi önceliklerinin ne derece dikkate alındığına baktı. Oysa bütün siyasi akımların öncelikleri farklıydı. Devrimleri gerçekleştiren halkların bunlardan herhangi birini başa alması diğerlerini kısmen de olsa ihmal etmesi veya alt sıralara koyması sonucunu doğuruyordu. Bazılarının önceliklerinin başa alınmasına ise zaten şartlar elvermiyordu. Kitapta bu hususlara da temas ediliyor ve özlü bilgiler veriliyor.
Dikta rejimlerinin yıkılmasıyla birlikte yeniden yapılanma dönemine girilmiş oluyordu. Hâkim sistem yeniden şekilleniyordu. "Eğer sistem sadece öncekinin üzerinde ufak tefek değişiklikler yapılmasından ibaret bir restorasyon olacaksa devrimin ne anlamı olacaktı? Bu kadar insan niye öldü? Yoksa gerçekten iddia edildiği gibi hadiselerin arkasında uluslararası güçler mi vardı? Onlar bu yolla yaşlanmış eşeklerini dereye yuvarlayıp kendilerine daha dinç ve güçlü bir binek mi arıyorlardı?" türünden sorular akla geldi.
Devrimin Soruları adlı kitap bu konuda zihinleri kurcalayan sorulara da cevap vermeye çalışıyor ve "İslam'da yönetim biçimleri" hakkında bilgi veriyor. İslam'da yönetim biçimi hakkında bir şablon sunulmadığı, adalete öncelik verildiği, adaletin ilke ve prensiplerinin ortaya konduğu, bu konudaki ilkelerin dışına çıkılmadığı takdirde insanlık tarihinin kazandığı tecrübelerden yararlanmanın bir sakıncası olmadığı hakkında şer'i delillerden ve hükümlerden de yararlanılarak bilgiler veriliyor.
Bu konularla bağlantılı olarak söz konusu devrimlerden sonra İslamî camiada yeniden ateşli tartışmaların merkezine oturan demokratikleşme konusuna da izah getirilmeye çalışılıyor. Bu meseleye kitapta epey bir yer verilerek demokrasinin sistem olarak tahlili yapıldıktan sonra sunduğu şablonun İslam'ın hedeflediği adaletin uygulanmasına ne kadar müsait olduğu üzerinde durulmuş.
Ben şahsen kitabın Türkçeye de kazandırılmasının faydalı bir hizmet olacağına kanaat ediyorum.
YENİ AKİT