“Ortadoğu” yorumlarıyla öne çıkan bir yazarın işgalcilerle Abbas arasında yapılan son masabaşı görüşmelerle ilgili bir yorumunda siyasi beklentileri olmayan bazı Arap liderlerin cesurca adımlar atarak “barış” sürecine katkıda bulunduklarını ileri sürmesi dikkatimi çekmişti.
Bununla kastettiği halklarından gelecek tepkileri nazarı dikkate almadan siyonist işgal karşısında tavizde cüretkâr davranmalarıydı. Ortaya koyduğu görüş daha önce işgal yönetiminin stratejik hesaplarının önünü açmak amacıyla yorumlar yapan ve uluslararası siyonizmle ilişkili oldukları bilinen daha başka yazarların zaman zaman dile getirdikleri hususun aynısıydı. Yani siyonist işgalciler karşısında tavizkâr olmak, hakları gasp edilmiş bir halk adına diplomatik alanda görünerek işgali meşrulaştırmak için “cesaretli” olmak gerekiyordu. Bunu da oy endişesi olmayan, halklarından gelebilecek tepkileri önemsemeyen, gerektiğinde onlara karşı polis gücünü hukuki ve ahlâkî ölçü tanımadan kullanabilen yöneticiler yapabiliyordu. “Cesaret” ama, hakları gasp edilenlerin, toprakları işgal edilenlerin veya onlara destek veren ilkeli kitlelerin hesabına değil de onlara karşı işgalcilerin, gasıpların hesabına.
Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Hüsni Mübarek'in son dönemde attığı adımlar da giderayak “cesaretinin” epey arttığını gösteriyor. Artık bir ayağı çukurda nasıl olsa, siyasi beklentisi yok. Her ne kadar oğlu hesabına ataklar yapıyorsa da onun açacağı defterin tamamen yeni bir defter olacağını, oğul Cemal ile baba Muhammed Hüsni'nin aynı hesaptan sorumlu tutulamayacağını, her koyunun kendi bacağından asılacağını düşünüyor.
“O açıdan bakarsan Hüsni eskiden de cesurdu; daha dün Gazze'nin sınırına çelik duvar örüyordu. Dört yıldan fazla zamandır Gazze'ye uygulanan insanlık dışı ambargonun baş bekçisi de odur. Son kanun değişikliğine kadar tüm başkanlık seçimlerine tek aday olarak giriyordu ve oy kaybetme endişesi, seçilememe korkusu yoktu” diyebilirsiniz. Ama son dönemde tüm Arap âlemini kuşatan bir siyasi hava var ve bu havanın Mısır toplumunda da ciddi bir hareketliliğe yol açtığı, etkin bir siyasi rüzgâra sebep olması ihtimalinin bulunduğu hissediliyor. O da bizde daha çok “Mavi Marmara” adıyla ünlenen “Özgürlük Filosu” rüzgârıdır. “Bu işi fazla abartıyorsun” demeyin müşahedelerimi, intibalarımı söylüyorum. Arap toplumları Türkiye'den ve Avrupa'dan esen Özgürlük Filosu rüzgârının oluşturduğu duyguyla kendi yöneticilerini, özellikle de siyonist işgal devletinin kapı bekçiliğini yapanları ciddi şekilde mahkûm etmişler. Ondan dolayı bazı yöneticiler biraz siyasi denge oluşturmak, kitlesel bakışı yumuşatmak amacıyla Gazze'ye uygulanan ambargoyu kırma çabalarına destek verme veya en azından destek veriyormuş gibi görünme ihtiyacı duyuyor.
Mısır ise tam tersini yaparak geçtiğimiz günlerde umreden dönen Gazzeli ekibin içinde yer alan güvenlik şefi Muhammed Debabiş'i güya Mısır aleyhtarı bazı faaliyetlerden sorumlu tutarak tutuklamak suretiyle bu bölgedeki mağdur halka karşı kinini bir kez daha ortaya koydu. Tutuklamadaki “suçlama” tamamen saçmadır. Zaten suçlamanın hukuki bir yönünün olabilmesi için suçlamanın yapıldığı ülkede kanun hakimiyetinin olması gerekir. Mısır'da kanun hâkimiyeti diye bir şey olmadığına Hayat Damarları 2 konvoyunda birlikte olduğumuz tüm yol arkadaşlarımız yakînen şahit oldu.
Hüsni şimdi de yeni bir Hayat Damarları konvoyunu karşılamanın sıkıntısını yaşıyor. İsrail işgal devleti onu durdurması veya ciddi zorluklar çıkarması için baskı yapıyor. Özgürlük Filosu rüzgârının Arap dünyasının her tarafında bir Türkiye ilgisi ve sevgisi oluşturduğunu, bunun aynı zamanda siyonist işgalciler karşısında acze düşen yöneticilere tepkiyle kendini gösterdiğini dile getirmiştik. Dolayısıyla bu seferki tepki Mısır'ın daha önce Hayat Damarları 2'ye Ariş limanında uyguladığı vahşete karşı gösterilen tepki düzeyinde kalmayacak, belki Mısır toplumunu da ayağa kaldıracak bir fırtınaya dönüşecek. Bunun işaretleri de zaten son günlerde Mısır içinde yaşanan hadiselerle, çalkantılarla alınmaya başlandı. Ondan dolayı Hüsni'nin herhangi bir siyasi gelecek ve oy endişesi taşımaması işgalci siyonistler ve onların arkasında duran ABD açısından büyük önem taşıyor. Ama eğer işgalciler ve ABD hesabına çok fazla cesaretli olmaya kalkışırsa “İzak Rabin'in Arap âlemindeki kopyası” sıfatıyla tarihin mezbeleliğine atılabilir.
Bence Hüsni kalan şu üç beş günlük ömründe en azından biraz olsun imajını düzeltmeye çalışarak haktan ve haklıdan yana cesur olabilse gerçek ve tarihe geçebilecek bir cesaret göstermiş olur.
VAKİT