Türk dış politikasında kritik bir dönemden geçilirken, Kürt sorunu, Türkiye'deki demokratikleşmenin kilit sorunu olma önceliğini koruyor. Başbakan, duygusal bir dille Mavi Marmara gemisinde İsrail komandoları tarafından vahşice öldürülen Furkan'ı anlatıyor.
Türk dış politikasında kritik bir dönemden geçilirken, Kürt sorunu, Türkiye’deki demokratikleşmenin kilit sorunu olma önceliğini koruyor. Başbakan, duygusal bir dille Mavi Marmara gemisinde İsrail komandoları tarafından vahşice öldürülen Furkan’ı anlatıyor. Çok da etkili konuşuyor. Buna bir itirazım olamaz. Ancak o konuşmayı dinlediğimiz saatlerde, hepimiz biliyoruz ki, binlerce Kürt çocuk, Güneydoğu hapishanelerinde tutuluyor. Onların haklarını koruyacak yasal değişiklik bir türlü Meclis’ten geçip kanun haline dönüşemiyor.
PKK’nın silahlı eylemleri yaygınlaşarak sürüyor. Hemen her gün asker cenazeleri yurdun dört bir yanını acıya boğuyor. Güneydoğu’da Kürt kimliği siyaseti üzerindeki baskı ağırlaşıyor. BDP’li yöneticiler tutuklanıyor, yargılanıyor. Başbakan, İran ve İsrail konusunda Batı’nın çifte standardına haklı eleştirilerini sürdürüyor. İran konusunun görüşmeler yoluyla çözülmesi konusunda yerinde uyarılarda bulunuyor.
Başbakan Erdoğan’ın öncülüğünde yürütülen dış politikanın kişilikli ve bölge gerçeklerine uygun bir dış politika olduğunu rahatlıkla söylenebilir. Bazı çevrelerin keyif içinde, ‘dış politikanın ekseni kaydı, biz Arap siyasetinin, İslamcılığın esiri olduk’ değerlendirmelerini ancak ‘mizahi bir saptama’ olarak görebiliriz. Onların asıl beklentisi şu: Erdoğan hükümeti Batı’yla, ABD’yle bir kopuş içine girsin, köşeye sıkışsın ve Batının da bastırmasıyla CHP-MHP hükümeti kurulsun.
CHP-MHP hükümeti kurulmasını istemenin anormal bir yanı yok. Bu da bir tercihtir. Fakat bu tercih, giderek siyasi gerçekleri ters yüz eden bir ‘eksen kayması’na dönüşmüş durumda: ‘İyi de yapsa, kötü de yapsa olanları olumsuz tarafından yansıtalım, AKP’den kurtulalım’ ruh hali giderek bu anlayışa egemen oluyor.
***
Başbakan dış politikada risk alıyor. Eski ezberleri bozan bir yerden siyaset yapıyor. Ancak, Kürt sorununda aynı cesareti, aynı ataklığı göstermek yerine, Türk iç siyasetinin geleneksel muhafazakâr yapısının kabuklarını kıramıyor, onların esiri oluyor.
‘Kürt açılımı’ önemli bir başlangıçtı. Umudumu yitirmiş değilim. Ancak, yapılan onca güzel konuşmaya, iyi niyetli başlangıçlara rağmen şu anda gelinen nokta, umut verici değildir.
AKP hükümeti, Güneydoğu’daki Kürt kimliği hareketini düşman gören bir noktaya doğru savrulmuş durumda. Hadi düşman sözcüğü ağır kaçtı diyelim, ‘rakip’ olarak görüyor.
Bu rekabet, Kürtlerin yasal alanını daraltırken, PKK’nın alanını genişletiyor. Dış politikada geniş ufuklu ve tehlikeleri göze alan bir siyaset izlenirken, Kürt sorununda korkaklık ve vurdumduymazlık egemenliğini sürdürüyor. İç barışı ve demokratikleşmeyi engelleyecek yeni gelişmelerin kapısı açılıyor.
AKP hükümeti, içeride bu kadar kritik bir konuda toplumsal gerçeğe gözlerini kapatmakta ısrar ederse, dışarıda etkin, barışçı bir aktör olmayı başaramaz. Kürt sorunu, aynı zamanda bölgesel bir sorun. Kürt sorununda devam eden çözümsüzlük uluslararası arenada Türk dış politikasını zaafa uğratabilir.
İsrail gibi ülkeler bu durumdan yararlanabilir.
Türkiye, kendi Kürtleriyle kavgalıyken, dış politika hamlelerinde hedeflediği başarılara ilerleyemez.
Türkiye’nin bölgesel siyasetlerde yeni hamleler yapmaya kalkışması Güneydoğu’da yaygınlaşan ve can yakan PKK eylemleriyle aynı döneme denk gelmesi tesadüf müdür? Yoksa, Kürt kimliğine yönelik baskılara karşı Kürtlerde oluşan öfkeyi PKK, bu siyasi ortamda bir sıçrama hamlesi olarak mı kullanıyor?
Sonuç olarak, Kürtlerini kazanmayan, onlarla yeni bir anlayış temelinde barış sağlayamayan bir Türkiye’nin dış siyasette büyük hamleler yapması kolay değildir, hatta mümkün değildir.
Erdoğan hükümeti, dış politikada risk alan siyasetini Kürt sorununda da çözümden yana siyasetlerde birleştirmek durumundadır. Furkan’ın acısına ortak olurken, Güneydoğulu çocukları da gözeten adımlar atmakla yükümlüdür.
İçeride demokrasi olmadan, demokratikleşme konusunda adımlar atmadan kişilikli bir dış siyaset güdük kalmaya mahkûmdur...
RADİKAL