30 Nisan’daki Irak’ın parçalanmasına doğru gidecek süreci başlatabilecek genel seçimler, Erbil-Bağdat arasında artan petrol payı gerilimi, Kırım’la Rus tehdidinin geri dönmesi sonrası Suriye’ye dönen ABD, Suriye ve bölgedeki dengeleri değiştiren Suudi İstihbarat Şefi Bender bin Sultan’ın görevden alınması, Rojava’daki durum, İran dış operasyonlar şefi Kasım Süleymani’nin PKK üzerindeki baskıları…
Ve tabii Türkiye’nin içeride Gezi ve 17 Aralık cemaat darbe girişimiyle içinden geçtiği altüst oluşlar…
Yurtta ve cihanda bu zorlu parkurdan Türkiye’nin 30 Mart’a sağ salim varıp, buradan yeni bir istikrar çıkarmasını sağlayan ana etkenlerin başında şüphesiz Erdoğan’ın politik liderliği, karizması geliyor. Listenin ikinci sırasına ise gönül rahatlığıyla çözüm sürecini, Kürt meselesinde Türkiye’nin içeride ve dışarıda attığı adımları koyabiliriz.
Uzun süredir AK Parti çevrelerinde “Bir de PKK ile çatışmalar devam etseydi, Kürt sokağı bu ayaklanmalara katılsaydı” sorusu her yerde yüksek sesle dillendirilip, cümlelerin sonu çözüm sürecine şükür ifadelerine bağlanıyor. Sadece içerideki istikrar ve barış ortamı açısından değil, Kürtlerle barış Türkiye’nin dış politikasına da bir cansuyu etkisi yaptı. Soğuk Suudi Arabistan denen Rusya’ya karşı Batı’nın Türkiye’yle canlanan müttefik devlet aşkının altından Kürt ve Doğu Akdeniz petrol ve doğalgaz kaynakları akıyor. Onların Türkiye’ye doğru akmasının arkasında da doğru ve cesur barış politikaları var ve olacak…
Biraz daha cesurlar bütün bunlardan sonra bir cümle daha kuruyor ve olan biten karşısında Öcalan’ın sağlam iradesinin hakkını teslim etmeyi de ihmal etmiyor.
O yüzden 30 Mart eşiğinin aşılmasından sonra Öcalan’la yapılan ilk görüşme önemliydi. Cumartesi günü üç HDP’li vekilin katıldığı 3 saatlik görüşmeden çıkanlar da öyle oldu.
Yazılı açıklamasında “Çok zorlanmama rağmen süreci bugüne taşımaktan pişman değilim” diyen Öcalan’ın şu cümlesi onun da barış sürecine benzer anlamlar yüklediğini söylüyor: “Süreç Türkiye'nin derinlikli, dışa açılımcı, demokratik hamlesine en önemli katkıyı sunacak bir yetkinliktedir.”
Ve sonra da ekliyor: Tüm tarafları bu temelde üzerlerine düşeni yapmaya davet ediyorum.
Peki nedir beklentiler?
Öcalan’ın vekiller eliyle yaptığı yazılı açıklamasındaki şu cümle sürecin geldiği ileri aşama hakkında bir fikir vermeye yetiyor:
“Eğer siyasi iktidar silahlı güçlerin topluma dönüş yapmasını istiyorsa gereken yasal çalışmaları hızla hayata geçirmek zorundadır. Dönüş yasası dahil olmak üzere tüm yasal düzenlemelerin bir an önce yapılması tarihî önemdedir."
Görüşmeye katılan vekillerden İdris Balüken’in Fırat Haber Ajansı’na yaptığı daha ayrıntılı açıklamadan Öcalan’ın kendisiyle görüşen heyete şöyle dediğini de öğreniyoruz:
“Daha önce devlet heyetiyle iki toplantı yaptığını, iki gündemin de önemli olduğunu, bu nedenle dikkatli notlar almamız gerektiğini söyledi."
Yani İmralı’daki görüşmeler yoğun bir şekilde sürüyor. Ve Öcalan, o görüşmelerdeki gündemi HDP’li vekillerle kamuoyuna paylaşıyor.
Birinci gündem seçimler ve HDP. Seçim sonucunu “demokratik siyasetin sağladığı imkanlar” olarak olumlu bulduğunu söylemesi, silahsız siyasetin rüştünü ispat etmesi açısından önemli. Öcalan’ın HDP’den “çok önemli bir stratejik proje” olarak bahsetmesi de öyle. Kürt siyasetinin Türkiye siyasetinin bir parçası olma çabasının hakkı ve değeri çözüm sürecine destek verenler tarafından bile yeterince verilmiyor çoğu zaman. HDP çözüm sürecinin en önemli adımlarından biri halbuki.
Fakat açıklamalardan anlaşılan kastedilenin HDP’nin bu olmadığı. Seçim sonrası Cemil Bayık’ın “HDP'nin kendini bazı yanlış hareketlerden arındırması gerekir. Örneğin bazı marjinal gruplar var, kendini bunlardan arındırması gerekiyor. Ben bunları dışlasın demiyorum. Ama sanki bunları esas alırsa sol olabilir, demokrasi gücü olabilir, Türkiye'ye demokrasi getirebilir gibi bir yanlıştan kendini arındırması gerekiyor” sözleri Türkiyeleşmek isteyen Kürt siyasetinin, bunu 40 yıldır Türkiyeleşemeyen Türk soluyla yapma hayalinin sonlarına gelindiğini gösteriyor.
Türk soluna daha yakın bir isim olan Bayık bile şöyle demiş: “HDP Türkiye toplumunda siyaset yapacaktır. Siyaset yaptığı zemini çok iyi tanıması, anlaması gerekiyor. Türkiye zemininde solun değerleriyle, İslam’ın toplumcu değerlerini birleştirmesi gerekiyor.”
Herhalde bunu Türk seküler modernist solunun iyi bir temsilcisi olan Ertuğrul Kürkçü’nün yerine onun kötü bir taklidi olmaya çalışan İhsan Eliaçık’tan beklemek gibi bir gaflete düşmezler.
Öcalan da mevzuyla ilgili benzer mesajlar vermiş:
“Tabii beklenti daha büyüktü. BDP'nin, HDP'nin örgütlü yapıları daha büyük beklentiyi açığa çıkarmada yetersizlikler gösterdi. Önümüzdeki dönemde bunların masaya yatırılması gerekli.”
Öcalan'ın ikinci gündemi, Türkiye'nin Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'na şerhini kaldırması ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi reformu.
PKK, buraya bağımsız devletten, üç yıl önce Diyarbakır’da ilan edilen Demokratik Özerklik’ten geldiği unutulmasın. Tabii bir de artık PKK’nın Rojava’da tarihinde ilk kez dağ, taş olmayan bir bölgeyi, şehirleri idare ettiği de…
99 yıl sonra 1915 taziyesi yayınlayan bir hükümet için 25 yıllık bir tabuya son vermek zor olmasa gerek. 1985’te İsveç’te imzalanan Avrupa Özerklik Şartı’nı Türkiye 1988’de imzaladı. 1991’de de SHP-DYP koalisyonunda şart yürürlüğe girdi. 7 maddesi ve 10 paragrafına çekince konularak. Ülkelerin şarta çekinceli imza hakkı var. Bunu yapan tek ülke de Türkiye değil.
Ama, Türkiye'nin 2003’ten bu yana yerel yönetim mevzuatında yaptığı düzenlemeler bu çekincelerin çoğunu geçersiz kılacak bir mevzuata sahip artık. Bunu ben değil, Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü’nün internet sitesindeki Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki çekincelerin artık aşıldığını madde madde gösteren resmî bir rapor söylüyor. http://www.migm.gov.tr/AvrupaKonseyiYeni.aspx?DetayId=1
Ayrıca yerel yönetimlerde reform fikri Öcalan’ın değil, 2004 yılında Meclis’ten Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartı’nı da aşan bir Yerel Yönetimler Reformu geçirmiş AK Parti’nin vizyonu. Bu reformu üniter devlete ters bulup veto eden Sezer’in temsil ettiği eski Türkiye’nin vizyonu olmadığı ise açık.
Valilerin seçimle işbaşına gelmesinden, eyalet sistemine kadar çok daha ilerilerini tartışmaya açan Başbakan’ın bir sonraki herkesi ters köşeye yatıracak hamlesi bir yerel yönetim reformudur belki de…
Ya samimi değilse… Tamam, gülmeyin, ciddi bir meseleden bahsettik...
Türkiye