15 Temmuz direnişi birçok cephede, çok büyük kavgalar verilerek ve de çok büyük bedeller ödenerek kazanıldı. Siyasi ve toplumsal tarih açısından Türkiye’de önemli bir istikamet değişimi gerçekleştirildi. Tarih yapıldı ama tarih aslına, asıl ve asil kahramanlarına ne düzeyde sadık kalınarak yazılıyor, anlatılıyor ve anılıyor, tartışmaya açık bir konu. Çünkü tarih yazımı iddia edildiği gibi objektif olmaz genellikle. Tarih yapanların bir kısmı silikleştirilirken diğer bir kısmı oynadıkları rollerden daha fazla öne çıkarılır. Olayların önceliği sonralığı gibi gelişmeleri belirleyiciliği de yer değiştirebilir. Tamamen protokol kurallarına göre tanzim edilen resmi törenler ve kutlamalar da bu süreçte tarih bilincini ezer.
15 Temmuz’un üzerinden geçen iki yıla rağmen devlet ve toplumun üzerinde en çok yoğunlaştığı soru şu: “Darbe tehdidi geçti mi?” Geçti ya da geçmedi cevabına dair çok sayıda gerekçe okuyoruz, dinliyoruz. Mesela Haber Türk Gazetesi’nden Muharrem Sarıkaya’nın yaklaşımı şöyle: “Güvenirliğinden şüphe etmediğim güvenlik birimlerine göre henüz (tehlike) geçmedi…” Kanıt soranlara ‘güvenilir güvenlik birimleri’ 701 sayılı KHK ile ihraç edilenlerin sayısının 18 bine ulaşmasını gösteriyorlarmış, enteresan. Daha da enteresan olan TSK başta olmak üzere devletin tüm kurumlarındaki personel için ya da alınacak personel için ‘Fetömetre’ adında bir matris program uygulanıyormuş. Üstelik son birkaç yıldır süren ayıklama süreci aynı hassasiyetle tamamlanmaz ise önümüzdeki 10 yıl içinde general amiral kadrolarının tamamı Fetö ile bağlantılı kişilerden oluşacakmış. ‘Güvenilir güvenlik birimleri’ 15 Temmuz’un ikinci tekrarı olursa çok kanlı geçeceği kaygılarıyla medya mensupları üzerinden halkla paylaşıyormuş bunları.
Bu tür güvenlik analizleri okuyunca insan ister istemez kendi kendine şöyle söyleniyor: Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik ancak bir arpa boyu yol gittik! Tamam, Fetö son derece girift, bir o kadar sinsi, daha fazlasıyla emperyalizm adına 5. Kol faaliyeti yürüten bir örgüt de 15 Temmuz’da paçavraya çevirip rezil rüsva ettiğimiz, kanırta kanırta tarihe gömdüğümüz, meşruiyetini ve varlığını tümden sildiğimiz örgüt hangisiydi? Fethullah veya ona şu ya da bu derecede bağlı bir ferdin, grubun veya kurumun bu ülkede herhangi bir surette varlık göstermesinin milyonda bir olsun imkânı kalmış mıdır? Bu sorunun net cevabı, Avrupa ve Amerika tarafından Fetö’ye verilen desteğe rağmen “hiçbir imkânı kalmamıştır” şeklindedir.
15 Temmuz’da sergilenen toplumsal direniş ahlaki temelleri son derece yüksek bir cesarete dayanıyordu. Birileri için acı da olsa hakikat şudur: Fetö konusunda toplumdan çok devlet aldanmıştı ama Fetö’yü tasfiye konusunda toplum devletten çok daha erken ve cevval davranmıştır. Bu sebeple gösterimden inmeyen toplumu Fetö’ye karşı bilinçlendirme seferberliği lüzumsuz bir iştir. Toplum o bilinci ve o tavrı üstelik ağır bedeller ödeyerek çoktan kazanmış ve rüşdünü de ispat etmiştir zaten. İşin kötüsü bir takım sığ ve tutarsız istihbarat notlarıyla güya medya üzerinden toplumu bilinçlendirme faaliyetleri hız kesmeden sürdürülüyor. Daha da beteri kimi ahlaksız magazin figürlerine mikrofon uzatılarak onların ahmakça tavsiyeleri eşliğinde sözde milli birlik ve beraberlik, toplumsal dayanışma ve kardeşlik mesajları geçiliyor. Oysa birileri tehlikeyi büyüttükçe büyüterek kendilerine olan bağımlılığı arttırmaya diğerleri de reklam ve şöhret balonlarını şişirmeye bakıyordu.
Cesaret ve korku en tabii insan halleri olmakla beraber makul ölçüde tutuldukları oranda geliştirir, olgunlaştırır. 15 Temmuz ruhunu inşa eden bu cesaret ve korku dengesidir. İhaneti unutmayalım, ödediğimiz bedelleri unutturmayalım ama bizleri fikri sabit olmaya, saplantılarla yaşamaya, vesveselerle acze düşmeye itekleyenlere karşı da basireti, feraseti elden bırakmayalım. Şeytanın hilesi, tuzağı zayıftır eğer biz güçlü bir irade sahibi olabilirsek, adaleti ve merhameti kuşanıp bedel ödemeyi göze alabilirsek.
Yeni Akit