Şeyhülislâm İbnu Teymiyye’nin artık sloganlaşan bir sözü var: “Düşmanlarım bana ne yapabilir?
Ben cennetimi ve bahçemi göğsümde taşıyorum. Nereye gitsem onlar benimle gelir, benden ayrılmaz. Hapsedilmem halvet, öldürülmem şehadet, yurdumdan çıkarılmam ise seyahattir.” Bazıları bu sözün sahibine haksız ithamlarda bulunmuş ve ona ait olmayan birtakım sözlerle kendisini mahkûm etmiş olsalar da o gerçekten hayatıyla sözünün pratiğini de ortaya koymuştu.
Bu sözün pratiğini daha başka birçok insanın hayatında ve mücadelesinde görmek mümkündür. Onlardan biri de Kudüs davasının sembolleşen ismi Şeyh Râid Salah’tır. O, cennetini kalbinde taşıdığından işgal devletinin tutuklamaları, baskıları, şiddet uygulamaları, tehditleri bugüne kadar kendisine geri adım attıramadı. Kudüs ve Mescidi Aksa davasına sahip çıkma konusundaki kararlılığından vazgeçmedi. İşgalciler onu hapse attılar, çıktığında kendini biraz daha güçlenmiş ve cesaretlenmiş hissederek Kudüs’ün İslâmî kimliğini koruma çabalarını sürdürdü. İşgalciler onun önüne bir kapıyı kapattılar, o başka kapıdan girdi, ama her hal ü kârda Mescidi Aksa’ya sahip çıktı.
Şeyh Raid Salah, 1948’de işgal edilmiş bölgede faaliyet yürüten İslâmî Hareket’in lideridir. Siyonist işgal devleti kurulduğunda onun hâkimiyetine verilen bölgelerdeki Filistinliler, aynen Hitler’in metotları kullanılarak göçe zorlandı. Fakat bazıları bütün baskılara rağmen kalabilmeyi başardı. Sonra onlara “İsrail vatandaşı” kimliği verildi. Bu bölgedeki Filistinlilerin statüsünün farklı olması sebebiyle Hamas onların arasında çalışma yapmıyor. O bölgede Müslüman Kardeşler’in çizgi ve anlayışı üzere faaliyet yürüten oluşum İslâmî Hareket’tir.
Ancak Şeyh Raid Salah daha çok Kudüs davasıyla özdeşleşmiş, ismi bu davayla bütünleşmiş biridir. Kudüs’teki İslâmî mirasın ve özellikle Mescidi Aksa’nın korunması için muhtelif kuruluşlar kurdu. İşgal devleti bu amaçla kurduğu bir kurumu kapattığında o yenisiyle yola devam etti.
Gazetemizde 21 Mart 2009’da yayınlanan “Kudüs Filistin’in kapısıdır” başlıklı yazımızda da dile getirdiğimiz üzere bu sıralarda işgal devleti, Kudüs’te yoğun bir Yahudileştirme faaliyeti yürütüyor. Böylesine cüretkâr olabilmesinin sebebi İslâm âleminin sessizliği. Şeyh Raid Salah, İslâm âlemini uyarmak ve Kudüs’ün İslâmî kimliğine sahip çıkılmasını sağlamak amacıyla çabalarını artırdı. Muhtelif etkinliklerle bilgilendirme çalışmaları gerçekleştirdi. Bu çalışmalarından da işgal devleti ciddi şekilde rahatsız oluyor. Çünkü Yahudileştirme faaliyetlerini el altından, sinsice ve kademeli yürütmek istiyor.
Bundan önce de Kudüs ve Mescidi Aksa için tehlike oluşturan faaliyetlerden, ziyaret ettiği ülkelerde söz etmemesi için Raid Salah’a talimatlar gönderen işgal yönetimi 23 Mart Pazartesi günü onu tekrar gözaltına alıp hesaba çekti. Amacı gözdağı vermek ve Kudüs Şeyhini yerinde sessiz durmaya zorlamaktı. Uzun süre gözetim altında tutmasının da gürültü kopmasına, tutuklamanın asıl sebebinin kamuoyunun gündemine gelmesine ve tepkilerin artmasına sebep olacağından korkuyordu. O yüzden fazla bekletmeden serbest bıraktı.
Şeyh Salah dışarı çıktığında Siyonistlerin baskılarına boyun eğmeyeceğini ve Kudüs’ün İslâmî kimliğine sahip çıkma kararlılığından vazgeçmeyeceğini bir kez daha haykırarak, cennetini göğsünde taşıdığını tekrar gösterdi.
Bu olayın yaşanmasının hemen ardından, İslâmî Hareket’in kalesi olarak bilinen ve Raid Salah’ın daha önce belediye başkanlığını yaptığı Ummu’l-Fahm’da Yahudi göçmenlerin gösteri yapmaya ve ortalığı karıştırmaya kalkışmaları dikkat çekiciydi. Normalde burada gösteri yapma hakkına sahip olanlar, liderlerine yapılan muameleyi protesto etme konumundaki İslâmî Hareket mensuplarıydı. Fakat işgalci göçmenler güya kurnazlık ederek caddeleri doldurmaya ve hem suçlu hem güçlü havasına girip gürültü koparmaya kalkıştılar. İslâmî Hareket mensupları ise onların böyle bir ajitasyon yapmalarına fırsat vermedi. Bunun üzerine işgalci göçmenler, arkalarına aldıkları işgal polisinin de yardım ve desteğiyle saldırılar düzenledi ve ortalığı karıştırma planlarını uygulamaya kalkıştı; ama yine başarılı olamadılar. Ne kadar ilginçtir ki işgal polisi de saldırgan göçmenleri değil onlara engel olan ve haklarını savunan Müslümanları tutukladı. BM’nin ve uluslararası kurumların işgal devletinin ırkçılığını görmesi için başka bir delile ihtiyacı var mıdır? Ne var ki Siyonist devletin nükleer silahlarını, savaş suçlarını görmeyen göz ırkçılığını da göremiyor veya görmek istemiyor.
VAKİT