Cennete Gideceğini Sanan Cehennem Yolcuları

​​​​​​​Bu dünyada korkmayanlar, o gün korkacaklar; bu dünyada sakınmayanlar o gün sakınacaklardır. Bu dünyadaki korku ve sakınma ahirette çok büyük fayda sağlarken; o günkü sakınma, ne dünyaya ne de ahirete en ufak bir fayda sağlamayacak.

Mustafa Siel / Haksöz Dergisi - Sayı: 278/279 - May/Haz 14

Mearic Suresinin 36-44. Ayetlerinin Tefsiri Işığında - Cennete Gideceğini Sanan Cehennem Yolcuları-

Mearic Suresinin, toplu olarak tek bir defada ve Mekke’de risaletin dördüncü yılı civarında indirilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Bu yıllar açık ve kitlesel tebliğin yapıldığı, karşılığında bireysel tepki ve işkencelerin söz konusu olduğu yıllardır. Ayetlerden de anlaşılacağı üzere, tebliğ Mekke’de büyük tepkiler doğurmakta, kitleler halinde tartışmalara sebep olmakta ve Mekke’nin ana gündemini oluşturmaktadır.

Surenin ana teması, ahiretin mutlak olması ve cehennemin dehşetidir. Ahirete imanın insan hayatı üzerindeki olumlu ve ahireti inkârın insan hayatı üzerindeki olumsuz etkilerinden de bahsedilir.

Surenin ilk 21 ayetinde kıyamet ve ahirette kâfirlerin düşeceği zorlu ve sıkıntılı durumları açıklayan bölümleri dergimizin Aralık 2013 tarihli 273. sayısında incelemiştik. Şubat 2014 tarihli 275. sayımızda da cehennemden uzak tutulup cennette onurlu konuklar olarak ağırlanacak musallin müminlerin en temel vasıflarının açıklandığı 35. ayete kadar olan bölümü inceledik. Bu sayıda ise cehenneme doğru bir gidişat içinde iken cennete gideceğini sananların gaflet, yanılgı ve akıbetlerini inceleyeceğiz.

Tevhid ve Ahiret Nimetini Zayi Eden Mekkeli Müşrikler

Nebe Suresinde anlatıldığına göre, Mekke müşriklerinin ahirete bakışı farklılık gösteriyordu. Yani ahireti tamamen inkâr edenler olduğu gibi ahiretin varlığını kabul edip onu tahfif eden ve de şefaat, fidye, dostluk gibi unsurlara sarılanlar da vardı. (Nebe, 78/1-5)

Meryem Suresinde anlatıldığı üzere, kendilerini İbrahim ve İsmail’in takipçisi olarak kabul eden Mekke müşrikleri, namaz ve hac konusunda olduğu gibi, tevhid ve ahiret konusunda da dinlerini bozmuşlar, namaz ve haccı zayi ettikleri gibi, tevhid ve ahirete iman nimetini de yitirmişlerdi. (Meryem, 19/54-63)

Bu ayetlerde geçen “namazların zayi edilmesi” ifadesi, hiç namaz kılmamak manasında değil, Meryem Suresinde geçen ayetlerde açıklandığı anlamda namazlarını muhafaza edememeleri anlamındadır. Yani tevhid ve ahirete iman konusundaki şirkle karışık inançları ve bu ayetlerde açıklanan salih amelleri yapmamaları manasındadır. Nitekim Meryem Suresinde “Namazı zayi ettiler ve şehvetlerine tabi oldular.” denmekte olup, bu ayet diğer bahsettiğimiz ayetlerde sayılan cennetlik musalline ait özelliklerin tam aksi bir özeti niteliğindedir. (Meryem, 19/22-35, 59)

Maun Suresinde namaz kılanlardan olduğu halde, yetimi itip kakan ve yoksulu doyurmaya teşvik etmeyen Mekkeli müşriklerin bulunduğu ve onların bu halleri nedeniyle namazlarının geçerliliği konusunda yanılgı içinde bulundukları, sözle inkâr etmeseler bile ameli olarak din gününü inkâr ettikleri bildirilmiştir. Bu sureden Mekkeli müşriklerin en azından önemli bir kısmının ahireti inkâr etmeyip düzenli namaz kıldıkları, ancak şirkten vazgeçmedikleri ve namazlarını salih amellerle ve bilhassa infakla takviye etmedikleri anlaşılmaktadır. (Maun, 107/1-7)

Salih Amelsiz Cennet Beklentisi, Ekmeden Biçmeyi Ummak Gibidir!

Kalem Suresindeki ayetlerde anlatılan bahçe sahipleri kıssası da infak, tevhid ve ahireti inkâr etmediği halde infak etmek istemeyen kişilere işaret etmekte olup, bu kişilerin ahiret inancına ve cennet beklentisine sahip olduklarını ifade etmektedir ki, şu anda işlediğimiz ayetlerde açıklanan aynı yanlış beklentiyi eleştirmektedir. Bu yanlış beklenti, cenneti salih amelsiz olarak bekleme, yani ekmeden biçme beklentisidir. (Kalem, 68/17-41)

Casiye Suresindeki ayetlerden, Mekkeli müşriklerin çok az bir kısmının ahireti tamamen inkâr ettiklerini (dehriler); ahireti tamamen inkâr etmeyen çoğunluğun ise ahiret hakkında şüphe, belirsizlik ve zanlar içinde bulunduğunu anlıyoruz. Yani Mekkeli müşriklerin çoğunluğu, ahireti inkâr ile kabul arasında bulanık bir inanca sahiptiler. Ahireti tamamen inkâr etmeyenler, dünyada hevalarına göre yaşasalar bile; şefaat, dostluk ve fidye gibi yollarla ahirette kurtulacaklarını ve cennete gireceklerini iddia ediyorlardı.

Kehf Suresinde, Mekkeli müşriklerin çoğunluğuna hâkim olan ahiret hakkındaki bu belirsizlik çok net ifade edilmektedir. Ayetlerde bahçe sahibinin ahireti inkârda olduğu halde “Ahiret olursa orada da dünyada olduğu gibi Rabbim bana ikram eder.” diye iddia etmesi, Mekke müşriklerinin çoğunluğunun ahiret anlayışı hakkında en iyi ipucunu vermektedir. Ayetlerde bu kişiye öğüt veren kişinin ise Mekke’de az bulunan ve Hanifler denen tevhid ve ahiret ehlini temsil etmesi muhtemeldir. (Kehf, 18/35-38)

36- Ne oluyor o kâfirlere ki, boyunlarını dikerek sana doğru yönelmişler.

37- Sağdan ve soldan gruplar halinde.

38- Ne yani, onlardan her birisi, bu inkârcı ve günahkâr haline rağmen, (müminlerin değil) asıl kendisinin nimet cennetine girdirileceğini mi umuyor?

39- Yo, asla giremeyecekler! Onlar birer hiçken, bildikleri basit şeyden biz yarattık onları. (Bize rağmen mi girecekler cennete?)

Hem Kel Hem Fodul Olup, Asıl Biz Cennete Gireceğiz Diyenler

Mearic Suresinde cennete ancak yine bu surede anlatılan vasıflara sahip olan musallinin girebileceği, böyle olmayanların asla giremeyecekleri net olarak ortaya konunca; bundan hoşlanmayan müşriklerin tepkilerini söz, tavır ve hareketleriyle belli ettikleri açıkça ifade ediliyor.

36. ayetteki boyunlarını dikip yönelmek ifadesi bu tepkiyi ifade ederken, 37. ayetteki sağdan ve soldan gruplar halinde ifadesi ise müşriklerin cennete kendilerinin de gireceklerine dair farklı gerekçeler öne sürdüklerini belirtiyor. Kur’an’dan anlaşıldığı üzere bir kısmı İbrahim ve İsmail’in varisleri olmaları, bir kısmı Kâbe’nin bakıcıları olmaları, bir kısmı namaz ve hac gibi şeklî ibadetleri yapıyor olmaları, bir kısmı ise daha farklı gerekçelerle musallin gibi kendilerinin de cennete gireceklerini iddia ediyorlardı.

Ve hatta günümüzde, Müslümanlıkla nüfus kâğıdında yazan İslam ibaresinden başka bir alakası olmayan bazılarının da iddia ettiği gibi, müminlerin değil asıl kendilerinin cennete gireceklerini iddia ederek Peygamberimize karşı çıkıyorlardı. Nitekim Kehf Suresindeki inkârcı bahçe sahibi, günümüzdeki hem kel hem de fodullara öncülük etmektedir. (Kehf, 17/35-36)

38. ayette, müşriklerin cennete girecekleri konusunda çok kuvvetli, neredeyse kesin derecesinde bir umut ve beklenti içinde oldukları (yetmeu) ortaya konularak bunun boş bir beklenti (temenni) olduğu, musallinden olmadıkça asla cennete giremeyecekleri net bir şekilde bir kez daha teyit ediliyor. Bu ayette geçen ‘yetmeu’ kelimesi, bir şeyi neredeyse kesin bir şekilde ummak anlamına gelmektedir. Bu ayet müşriklerin büyük bir kesiminin cennete gireceğini çok kuvvetli bir şekilde umduğunu ve böyle iddia ettiğini, kendilerine bunun aksi söylenince çok bozulduklarını ve öfkelendiklerini gösteriyor.

39. ayette ise musallinden olmayanların niçin cennete giremeyecekleri bir kez daha hatırlatılıyor. Bu ayette, İnsan Suresindeki, insanın bir hiçken sırf kulluk imtihanı için yaratılmış olduğu; Allah’ın insana bir borcunun bulunmadığı; insanın Allah’a karşı kullukla borçlu olduğu; bu imtihanı reddetmenin ya da gereğini yerine getirmemenin, insanın yaratılış gerçeğini yani Allah’ı ve ahireti inkâr anlamına geldiği, bu nedenle böyle olanların asla cennete giremeyecekleri gerçeğine atıf yapılmaktadır. (İnsan, 76/1-5)

40- Yo, asla onların umduğu gibi olmayacak! Yemin ederim ki, doğuların ve batıların rabbine ki, bizler bir ölçüyle gerçekleştirenleriz.

41- Onları yok edip, yerlerine onlardan daha hayırlıları getirmeyi. Bizler böyle yapacağımız zaman, asla önüne geçilip engel olunabilecekler de değiliz.

Her Şey Bir Ölçü İledir

Burada kabul edilmeyen şey, ayetin öncesi ve sonrası ile sure bütünlüğünden de anlaşıldığı üzere, Mekkeli müşriklerin tehdit edildikleri azabın başlarına gelmediği, bu nedenle kendilerinin haklı ve Müslümanların haksız olduğu yönündeki iddialarıdır.

‘Doğular’ ve ‘batılar’dan kastın, güneşin doğuş ve batış yerinin yılın her günü farklı olması, belli bir periyot dahilinde bu yerlerin değişmesi olsa gerektir ki, bu vakıa o günkü Arapların çok yakından bildiği ve takip ettiği bir şeydi. Nasıl ki, Allah güneşi belli bir periyot/ölçü dâhilinde her gün farklı yerlerden getirip götürüyorsa, bu yerler bir yıl içinde kuzeye ve güneye göre yer değiştiriyor ve her yıl bu yer değişiklikleri sabit olarak tekrarlanıyorsa, tehdit edilen kavimler için de böyle ölçü ve periyotlar söz konusudur.

Güneşin doğuş ve batış yerlerinin rabbine yemin edilmesi ise buna işaret ediyor olsa gerektir.

Yüce Allah toplumları rastgele, hemen helak etmez. Belli bir periyot ve ölçüyü gözetir ve zamanı geldiğinde helak eder. Bu sünnetullah tüm insanlık tarihi boyunca tekrarlanmış olup, önceki kavimlerin başlarına gelenlerden bellidir. Ayetten, sizin için de bu periyot yürümekte olup, eğer bu süreç helak olmanıza kadar devam edecek olursa, helak zamanı geldiğinde kimse bunu önleyemez, anlamı çıkarılmaktadır.

Mekkelilerin Yerine Getirilen Hayırlı Kavim

Mekkeli müşriklerin iddiasına göre, Peygamber doğru, onlar yanlış yolda olsa idi, Allah onları helak eder ve Peygamber’e iman edenleri Mekke’ye hâkim kılardı. Bu ayetlerde müşriklerin bu iddialarına cevap veriliyor.

İzah ettiğimiz üzere, Yüce Allah’ın, müşrikleri yok etmemesinin hikmet gereği olduğu, gerektiğinde onları Nuh, Salih ve diğer peygamberlerin kavimleri gibi helak edebileceği vurgulanıyor. Bu takdirde hiç kimse ve hiçbir şey buna engel olamayacaktır.

Müşrikler Allah’ın mutlak rububiyetini ve geçmiş kavimlerin inkâr nedeniyle helak edildiklerini kabul ettiklerine göre, kendilerinin de zamanı gelince helak edileceklerini kabul etmeleri gerekir.

Mekke müşrikleri geçmiş kavimler gibi helak edilmek suretiyle yerlerine daha hayırlı bir kavim getirilmek yerine; Medinelilerin kendi iradeleriyle Peygamber’i ve Mekkeli muhacir müminleri kabullenip Peygamber’e tabi olmaları suretiyle Mekkeli müşriklerin yerlerine daha hayırlılar olarak getirilmişlerdir. Mekke’nin fethiyle de bu yerine geçirilme süreci tamamlanmış, böylece bu ve benzeri ayetlerde geçen, inkârcıların yerine daha hayırlıları geçirme vaadi/tehdidi, bu ayetin inmesinden yaklaşık 17-18 sene sonra gerçekleşmiştir.

42- Artık bu saatten sonra bırak onları kendi hallerine, geçici hazlarla oyalansınlar ve boş işlerle oynasınlar. Ta ki, vaat olundukları hesap ve ceza günüyle karşılaşıncaya kadar.

Tebliği Kavrayıp da Yok Sayanları, Siz de Yok Sayın!

Bu ayette Peygamberimiz ve nezdinde diğer davetçi müminlere bir uyarı/hatırlatma yapılıyor. Kendilerine yeterince tebliğ ve uyarı yapıldığı halde, nefsinin hevasına uyup dünya hayatının hazları nedeniyle bu uyarılara karşı çıkan ve kendince mazeretler uyduran kimselerin üzerine gitmeye gerek yok, deniyor.

Ayette geçen hazlara dalma (yehudu) ve oyun oynama (yel abu) tabirleri, açık haramlar olmasa bile, kulluk imtihanı ve ahirete yönelik olmayan her türlü uğraşı ve hedefi ifade etmektedir. Açık haram olan şeyler her şart ve durumda yasak ve kötü olup, bunlara dalan insanların kurtuluşu mümkün değildir.

Lakin açık haram olmayan tüketim, seyahat, kariyer gibi mubah şeyler; eğer kulluk ve ahiret hedefine yönelik olarak yapılmıyor, dünyevi hedefler ve tatmin gözetiliyorsa, bu ayette yapılan tehdide muhatap olunuyordur.

Bu tür insanlara hak mesajlar en doğru şekilde ulaştırılsa bile, dünyevi arzu ve hedefleri nedeniyle bu mesajları kabullenmezler. Fakat gerçeği, yani bu mesajları dünyevi arzu ve beklentilerine ters olduğundan dolayı kabullenmek istemediklerini ne kendilerine ne de tebliğciye açıkça itiraf etmeyip, başka uydurma gerekçelerle tebliği ve tebliğciyi savsaklar ya da sürüncemede bırakırlar.

Böyle yapanlar sadece ibadetsiz ve açık haramlara dalmış insanlar değil, ibadet eden, hatta çeşitli İslami gruplar içinde olan insanlardır. Hatta kendini İslamcı ve tevhidi Müslüman olarak tanımlayan insanların bir kısmında bile bu tür marazlar söz konusudur.

Nereye Kadar Tebliğ?

Bu nedenle, kim olursa olsun, tüm insanlara tebliğ ve uyarı, mesajı anlamalarına değin yapılmalı; mesajı anladığı halde nefsinin hevasına uyduğundan dolayı karşılık vermeyenler, velev ki kendilerince makul gerekçeler bile uydursalar, kendi başlarına bırakılmalı. Çünkü onlar gerçeğin/hakkın değil, nefislerinin hevasını tatmin etmenin, dünyevi hazların ve boş hedeflere ulaşmanın peşindeler.

Böylelerine hesap ve ceza ile ilgili yeterince tebliğ ve uyarı yapıldığı halde, bu konudaki gerçeği anladıklarına göre; artık onlar bu tutumlarını değiştirmedikleri takdirde, bu tehditle karşılaşmalarına (ölüme) değin nefislerinin hevası ile baş başa bırakılmalıdırlar.

Lakin bu tür tiplerde uzaktan takip edilmek ve ara sıra yoklanmak suretiyle mesaja teslim olmak gibi belirtiler tezahür ettiği takdirde, tekrar kendilerine hikmetli ve güzel öğütlü tebliğe devam edilmelidir. Bu tebliğ de mesaja teslim olmalarına ya da tekrar mesaja karşı inkâr pozisyonuna girmelerine değin devam etmelidir.

Tebliğde İnandırmaya Değil, Açıklamaya Odaklanılmalıdır

Bu ve benzeri ayetlerden alınması gereken en temel ilke, müminlerin insanlara doğruları kabullendirmeye değil, doğruları en net (mubin) şekilde ulaştırmaya odaklanmaları gerektiğidir. Çünkü doğruların ulaştırıldığı insanların çoğu, bunu kavrasalar bile, ayette belirtilen batıl dünyevi beklentiler nedeniyle doğruyu kabullenmeyebilirler.

Bu nedenle, doğruların kabullendirilmesine odaklananlar, bu tür insanların tüm çabalarına karşın doğruyu kabullenmemesinden dolayı tereddüt ve yılgınlığa kapılıp, anlattıkları şeyin doğruluğuna ya da bunu doğru olarak anlatıp anlatamadıklarına dair şüphelere düşebilirler.

Tebliğe, yani doğru/hak mesajların açık ve net şekilde aktarılmasına odaklananlarsa, bunu gerçekleştirdikleri kanaatine varınca, muhatabın kabul edip etmemesini sorun etmeden, başka insanlara tebliğe yönelirler. Nitekim Peygamberimizin Mekke müşriklerinin inkârdaki ısrarı üzerine Mekke dışına yönelmesi, hac ve panayır gibi Mekke dışından gelen insanlara tebliğe gayret etmesi bu gerçeğin tezahürüdür.

43- Yatmakta oldukları yerlerden hızla çıkar ve sanki dikili taşlara doğru akıyorlarmış gibi, Rablerinin huzuruna doğru yönelip koşarlar.

Dünyada Allah’ın Huzuruna Gelmeyenler, Ahirette Koşarak Gelecekler

Bir önceki ayette mesajı net olarak anladığı halde dünyevi arzu ve beklentiler nedeniyle hakka teslim olmayanların, vaat olundukları güne değin kendi hallerine bırakılmaları tavsiye edilmiştir. Bu ayette, inkârcıların vaat/tehdit olundukları şeyin, yeniden dirilme ve hesap verme olduğu ortaya konuluyor.

Bu ayette, inkârda ısrar edenlerin dünyevi hazlar ve hedefler peşinde koşmaları ancak mezarlara (ecdas) kadar olacağına göre, bunların tehdit edildikleri yeniden dirilme ile ölüm/mezara girme arasında hemen hiçbir aralığın olmadığı ortaya konmuş oluyor.

43 ve 44. ayette korku ve dehşet ile dirilip hesap yerine koşanların önceki ayetlerde anlatılan, “Cennete asıl biz gireceğiz!” diyen inkârcılar olduğu çok açıktır. Nahl Suresinde açıklandığı üzere, ölüm meleğinin onlara cehennemlik olduğunu bildirmiş olması nedeniyle, yeniden diriliş esnasında bu bilgi nedeniyle korku ve dehşetle dirilir ve hesap yerine koşarlar. (Nahl, 16/28-29)

Ayette geçen, “Yattıkları yerden hızla sıyrılıp çıkarlar.” ibaresi, yeniden yaratılışın ne kadar kolay ve hızlı olduğunu, inkârcıların iddia ettikleri gibi imkânsız olmadığını ifade etmektedir.

Dirilişin ardından ‘dikili taşlara akar gibi’ hızla hesap yerine koşacaklarının ifade edilmesi bir benzetmedir. Muhtemelen Arapların hac ya da başka zamanlarda, özellikle çarpmasından korktukları bazı putlarına sığınmak için yönelmelerini ifade etmekte olup, ayette muhtemelen, bu dünyada çarpmasından korkarak sahte ilahlara yönelip sığınmanız, ahirette hesap için korku ve dehşet içinde Allah’ın huzuruna yönelip koşmanızı engelleyemedi, bilakis bunun sebeplerinden biri oldu, denmek istenmektedir.

44- Korku ve dehşetten gözleri büzüşmüş, benliklerini altından kalkmalarının mümkün olmadığı bir zillet kaplamıştır. İşte dünyada tehdit edildiklerinde hafife alıyor oldukları hesap ve ceza günüdür bugün.

Cehennemliklerin Korkusu Ölüm Meleğinin Gelişiyle Başlar

Açıkladığımız üzere, cehennemliklerin ölümleri esnasında ölüm meleği tarafından getirilen, dünyadaki tutumları nedeniyle daimi cehennem azabını hak ettiklerine dair Yüce Allah’ın mesajını almış olmaları nedeniyle; bu ayette ifade edildiği gibi, daha yeniden diriltilir diriltilmez akıbetlerini hatırlayarak, gözlerinin korkuyla büzüşmesi ve tüm benliklerini bu korkunç akıbetin sıkıntı ve dehşetinin kaplaması söz konusu oluyor. Ve bu durumlarıyla hesap yerine gidip, hesaplarını veriyorlar.

Yani, cehennemlikler için ölüm meleğinin cehennemlik oldukları mesajını iletmesinin ardından ta cehenneme gidene değin korku, dehşet ve zillet söz konusu olacağı gibi, cehennemde de kesintisiz ve hiç bitmeyecek korkunç bir azap içinde yaşamaları söz konusudur.

İşte surenin girişinde, inkârcılardan birinin alaycı ve hafife alıcı bir tavırla istediği ve mutlaka gerçekleşecek olan vaat edildikleri azap, ölüm meleğinin gelmesiyle başlayan sürecin tümünde söz konusu olup, cehenneme girinceye kadar korku, dehşet ve panik şeklinde psikolojik; girişten itibarense cenneti kaybetmenin ve cehenneme girmiş olmanın hüznü şeklinde psikolojik ve cehennemin maddi azabı şeklinde olacaktır.

Son Gülen İyi Güler

Bu ayetlerde, nefislerinin hevasına uymaları nedeniyle Peygamber’e iman etmeyen ve tabi olmayan müşrikler, akıbetleri konusunda son kez uyarılıyorlar. Onlar bu halleriyle en fazla mezarlara kadar gidebilirler. Mezarlara bir kez girdikten sonra, artık kaçınılmaz akıbetleri başlarına gelecek, yeniden diriltilişin ardından, korku ve dehşetle hesap yerine doğru; dünyada çarpmasından korktukları putlarına doğru, bu çarpmayı önlemek için sığınmak amacıyla yöneldikleri gibi hesap yerine doğru korku ve dehşet ile yönelecekler ve adeta akarcasına koşacaklardır.

Yeniden diriltilişle beraber suçlarını ve karşılığında uğrayacakları muamele ve cezayı bildiklerinden dolayı, gözleri korku ve dehşetten dolayı kısılmış/büzüşmüş olacak; bütün benliklerini hiçbir şekilde altından kalkamayacakları bir aşağılanma bürüyecektir.

Bu dünyada korkmayanlar, o gün korkacaklar; bu dünyada sakınmayanlar o gün sakınacaklardır. Lakin bu dünyadaki korku ve sakınma, dünyada ve ahirette çok büyük fayda sağlarken; o günkü sakınma, ne dünyaya ne de ahirete en ufak bir fayda sağlamayacak, yani son pişmanlık fayda vermeyecektir. Dünyada gülen değil, ahirette gülenlerden olmak, son gülüp iyi gülenlerden olmak için, hemen şimdi hakka yönelmek ve bu surede temel vasıfları açıklanan musallinden olmak gerekir.

Cehennemliklerin Mezara Kadar Yolu Var

Bu ayetlerle, surenin ilk ayetlerinde ele alınan konuya tekrar dönülmektedir. İlk ayetlerde müşriklerin iddiaları (uhrevi azabı hafife almaları ve tehdit edildikleri azabın dünyada ve hemen yerine getirilmesi gerektiği) söz konusu edilmişti. Ayetlerde, her şeyin bir sırasının olduğu, hiçbir şeyin ölçüsüz ve rastgele olmayacağı gibi, sırası gelen şeyin de mutlaka gerçekleştirileceği, lakin insanların çok sabırsız olduğu anlatılmıştı.

Bu ayetlerde, insanların boşuna acele ettiği, aslında tehdit edildikleri cehennem azabının sandıklarından çok daha yakın olduğu anlatılıyor. Sizler onu uzak görüyorsunuz ama sizinle onun arasında mezara girişinize kadar bir süre var sadece. Kiminiz için bir yıl, kiminiz için elli yıl. Üstelik kimin ne kadar süresi kaldığını da kimse bilmiyor. O halde cehennem ile aramızda birkaç saatiniz bile kalmış olabilir.

Durum bu kadar açıkken, tehlike bu kadar büyük ve tehdit bu kadar korkunçken, ne büyük bir gaflet ve delalettir ahiret azabını hafife almak. Haydi, son gülenlerden olmak için, ağlayın bu dünyada. Sonsuz nimetlere kavuşmak için, geçici ve gerçek manada tatmin vermeyen dünya nimetlerinden yüz çevirin.

Dünyada bile gerçek mutluluk ve huzur vermeyen, üç beş günlük zevk-i sefa için, korkunç ve devamlı cehennem tehlikesine atmayın kendinizi, titreyin ve kendinize dönün. Çünkü dünya hayatı ve nimetleri asla böyle bir tehlikeye atılmaya değmez.

 

İslam Düşüncesi Haberleri

Felah; fıtrat ve vahiyle yeniden buluşmamızda!...
Diyanetten hatırlatma: Tüm kumarlar haramdır!
Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı