Çengel…

Atilla Özdür

Kitabımız Kur’an’ı Kerim’in çok yerinde namaz ile zekat birlikte zikrediliyor… Allah’a (CC), O’nun tekliği ve hakim-i mutlaklığına inanacaksın, namazını kılıp zekatını da vereceksin… Bu ibadetlerinin edasının ardından kişi için ilahi, determist ve kendiliğinden meydana gelen bir gelişimdir oruç tutup, hacca gitmek… Bunlar yerine getirildikten sonra birbirleri ardından kendini mecbur hissedeceğin diğer ibadetlere doğrudan yönelmeyi...

Mesela toptancı ifadeyle namuslu olmak gibi… Namus da sanılmasın ki, uçkur disiplinine bağlı tek boyutlu bir ibadettir…

Laik felsefe ise hayatın sadece tek tarafıyla ilgileniyor… İlahi kuralların alternatifini vergi dairelerinin kapılarına kazıtıyor, Vergisi ödenmiş kazanç kutsaldır…

Dogma deyip çıktığı İlahı kuralları havi Kur’an’ı Kerim’e karşılık insan beyninden çıkma anayasaları hayata aktarıp toplum için huzur ve istikrar sağlayıcı hükümleri, fasıl fasıl açıklıyor…

Vergiler ödenip de ilan edilen kurallara uyum sağlandığında, burada da determinist netice kendiliğinden hasıl olacak ve hayat da yaşanmaya değer hale gelecek… Öyle söyleniyor…

Bakıyorsunuz, isterseniz Kitab’ı referans alın ister Anayasa’yı, toplumda ne huzur var ne de istikrar…. Hayat, sırtlarımızda azap yüklü bir kambur…

Namaz ve zekat, ardından sürükleyip getireceği umulan saadetin köşe taşlarını beşeri münasebetlerin temeline yerleştirmiyor... Ödenen vergiler, vergi dairelerinin kapılarına kazınarak yerleştirilmiş kutsallıktan nasipsiz…

Niye acaba dediğinizde, şu fotoğraf karşınıza çıkıyor…

Türkiyeli de, bir parçası olduğu dünyalı gibi, ne Müslüman ne de insan ve vatandaş… Başbakan Erdoğan, bu fotoğrafı çok net biçimde şöyle okuyor, ‘Yoksul ülkelerdeki içler acısı manzarayı izlediğimiz gibi zengin ülkelerdeki sınırsız tüketimi de biliyor ve görüyoruz’ gibisinden ilkmektep çocuklarının dahi yaşayarak hissettikleri sosyal manzarayı bir kez daha idraklere çaktıktan sonra, İtalya’da toplanan FAO zirvesindeki konuşmasına devam ediyor, ‘Bu manzaranın sürdürülebilir olmadığı açıktır. Dünyada oluşan bu dengesizliğin ve bu eşitsizliğin bir an önce giderilmesi, en azından bunun için çaba harcanması yoksulların olduğu kadar, refah içinde olanların da gelecekleri açısından hayati derecede önemlidir’…

Ahmet İnsel, bakkal ağzından bir başka fotoğraf okuyor… Dostlarından bir bakkala açılımın nasıl gittiğini sorunca, cevabını da şöyle almış.

“Nasıl gitsin ki, CHP’nin sosyal demokrat olduğu bu ülkede”, ardından vurucu değerlendirmesini dile getiriyor. “AKP bunların yanında komünist kalıyor, komünist kalıyor”…

Kala kala satılmadık elde bir tek şeker fabrikaları kalmışken, üç gün önce onların da tapularını özel sektöre devreden bir AKP, nasıl komünist olabilir…

İlginç değil mi…

İşadamı Remzi Gür çok daha enteresan bir başka fotoğrafı önümüze koyuyor… ‘Yahudiler yaptıkları işleri iyi yapıyor imişler’…

Her halde eski insanları kendilerine örnek almış olmalılar. Eski binalara bakın yüz yıllık üçyüz yıllık binalar, Müslüman yapmış Hıristiyan yapmış kale gibi ayakta… Surlara bakın, hamamlara bakın, camilere, kiliselere ve havralara bakın, vatandaş isek vatandaşlığımızdan, insan isek insanlığımızdan ve Müslüman isek Müslümanlığımızdan utanalım...

Amma Yahudilerin, Remzi beyin değerlendirmesine göre, kendileriyle tokalaşıldığında karşısındakinin parmaklarını ellerinden kopartıp cebellezi yapmakta üstlerine hiç kimseler de domino diyemezmiş…

‘Türkler ise Yahudiler kadar dürüst tüccar değil. Namazdan döner yalan konuşur, böyle olmaz.. Doğru olacaksın’, diyor, Remzi Gür…

Doğru, yani namuslu…

Anlaşılan o ki, insanlar namaz ve zekat’larına olduğu gibi vergi dairelerinin kapılarına kendileri için kazılmış temel referans noktalarına da sağlam basmıyor, basamıyor…

Vergiciler, namaz ve zekatına sağlam basamıyan bir Müslümanı gördüklerinde, Remzi Gür gibi hemen bütününe yapıştırıyorlar çürüklük etiketini… ‘Herif göbeğinde sakalı, hacca da gitmiş amma ahlaksızın hırsızın tâ kendisi’ gibi...

Az mıydı sayıları, Hüseyin Üzmez’in şahsında Müslümanlara ahlaksızlık sıvayanların… Hem sonra kim görmüş ki Üzmez’in bir halt ettiğini…

Vergi dairesi müşterilerini ise, bizlerin sıfatlamasına gerek yok… İstatistikler ve bürokratlar bizzat söylüyorlar, ‘toplanabilen vergilerin toplanması gerekeninin sadece üçte biri olduğunu’...

Anlaşılan, yer gök namussuz kaynıyor…

Huzursuzluğun, anarşinin ve bereketsizliğin tek kaynağı da bu namussuzluk…

Haydi bakalım tutalım kelin perçeminden…

Hangisi hangisine örnektir… Müslümanlar mı Türklerden etkileniyorlar yollarını şaşırmada, Türkler mi Müslümanlardan, kazançlarındaki kutsallığın içine su kaçırmada…

Kahvemiz Kurukahveci Mehmet efendi’den olsun. Kallavi fincanımız höpürdetilsin ve sakalımızdan da utanmadan Malboro’larımızdan derin derin nefeslenelim. Kafalarımızı da taktırdığımız çengelden kurtarmaya çalışalım…

İşadamı Remzi Gür, Başbakan’ın çocuklarının Amerika’daki tahsil masraflarını, üstlenmiş ise eğer, niye üstlendi acaba…

Yardıma muhtaç bir kişi mi idi, Başbakan…

Üstlenmemiş ve değil idiyse, namussuzluk değil miydi bu uydurmalar…

Faks: 0212 632 83 06…

VAKİT