Bundan 400 yıl önce Avrupa Hıristiyanlar arasında yaşanan kanlı bir mezhep savaşının içindeydi. '30 Yıl Savaşları' olarak bilinen bu dönemde Avrupa'da 8 milyon insan hayatını kaybetti. Temelinde her ne kadar bir Protestan-Katolik çatışması olsa da, bu savaşa taraf olup giren Kutsal Roma İmparatorluğu'na bağlı çoğu ülkenin dahil oluş nedeni siyasiydi. Örneğin Fransa Katolik olmasına rağmen Protestanları destekledi. Bu nedenle 30 Yıl Savaşları aslında Avrupa'nın iç savaşıydı. Nitekim savaş bittiğinde imparatorluk küçük devletlere ayrılmış, merkez ise bir daha güçlenemeyecek şekilde zayıflamıştı.
Katolik mezhebini reddedince Fransa'dan ayrılmak zorunda kalan John Calvin'in yerleştiği şehir Cenevre de o dönemin zulmünden nasibini almıştı. Cenevre o dönemde adeta Protestanların Roma'sıydı. Calvin'i ve Calvinizm'i eleştirmek suçtu. Calvin günaha ve günahkarlara karşı toleranssız olmak gerektiğini savunuyordu. Toplum sade, çok sade yaşamalıydı. Kimse renkli kıyafet giymemeli, az yemeli, az içmeli, müzik dinleyip dans etmemeli, sadece çalışmalıydı. Ahlaklı bir toplum ancak dizginleri sıkmakla ve cezayla mümkündü. Calvin'in günahkar olmakla suçladığı insanlara karşı ortaya delil sunmasına gerek yoktu, sadece onun ağzından çıkması hapse, işkenceye, boğulmaya, kamçılanmaya, kor demirle yakılmaya, ayaklarından çivilenmeye ya da asılmaya ve kelle uçurmaya neden olabilirdi. Adeta IŞİD'in yöntemlerini anımsatan Calvin'in Cenevresi o sürecin bıraktığı hasarı yıllar boyunca silemedi.
O kanlı dönemden 400 yıl sonra Cenevre, bugün kanlı bir başka savaşın, mezhep çatışmalarının odağında bulunduğu bir başka siyasi savaşın toplantılarına ev sahipliği yapıyor. Liderler ilk iki toplantının başarısızlığından olsa gerek, bu müzakereleri Cenevre-3 olarak tanımlamaktan kaçınıyor ancak bu girişimin üçüncü girişim olduğu bir gerçek ve başlangıcı itibarıyla diğer ikisinden çok da farklı yürümüyor.
Suriye'deki girift savaşın taraflarından kimin katılıp kimin katılmayacağının görüşmelerin başladığı ana kadar tamamıyla netlik kazanamadığı süreçte, PYD Türkiye'nin baskıları sonucunda Cenevre'ye davet edilmedi. Suriye kolunun davet edileceğine kesin gözüyle bakan PKK'nin ve örgüte yakın isimlerin 'Lozan çöktü, Kürtler Cenevre'de' şeklindeki hevesleri kursaklarında kaldı özetle.
Sivillere ilişkin taleplerinin karşılanmayacağından neredeyse emin olan muhaliflerse görüşmeleri boykot edeceğini açıkladı ancak sonrasında ABD Dışişleri Bakanı John Kerry tarafından ikna edildi. Ancak hala o cephede, görüşmelerden iyi bir sonuç çıkacağına dair bir umut yok.
Zira, Cenevre'de masalar kurulurken Suriye'de akan kan hız kesmiyor. Kuzeybatıda Rus hava kuvvetlerinin büyük desteğiyle rejim ilerlemeye devam ediyor, Türkmen Dağı ve çevresinde siviller canını kurtarmak için Türkiye'ye geçmeye çalışıyor. Madaya gibi birkaç kasabada rejimin ablukaları devam ediyor ve yüzlerce insan hala açlıktan ölmeye direnmeye çalışıyor. Türkiye'nin IŞİD'den temizleyerek güvenli bölge kurmayı önerdiği Cerablus-Mare hattının etrafındaki çember daralıyor. Tışrin Barajı'nı IŞİD'den alarak kuzeye doğru ilerlemek isteyen PYD, bir yandan IŞİD'in Rakka'ya kaçış yolunu kapatıyor, öte yandan Afrin'den de ilerleme kat etmeye çalışarak IŞİD'i Halep'e, yani muhaliflerin üzerine yönlendiriyor. Bunu da bir cephede Rusya'nın ve öteki cephede ABD'nin hava desteğiyle yapıyor.
Suriye içerisinde şiddet herhangi bir azalma emaresi göstermezken, diğer taraftan mültecilerin yaşadığı dram da devam ediyor. Her gün Ege ve Akdeniz'den kaçakçı tekneleriyle geçip Avrupa'ya varmak isterken can veren onlarca insana, dün Çanakkale'nin Ayvacık ilçesi yakınlarında batan teknedeki 39 kişi daha eklendi. Yabancı düşmanlıklarını ve faşist ruh hallerini itiraf etmeseler de oldukça iyi bildikleri için 'Daha fazla mülteci gelirse Schengen yıkılır' diyerek durumu itiraf eden Avrupalılarsa 'Buraya geleceklerine gebersinler, daha iyi' diyerek bu zulmü normalleştiriyor.
Haliyle Cenevre'ye umut bağlayan, bir tek Rusya ve ABD'ymiş gibi görünüyor. 'Gibi'si fazla, zaten sahada şartları istedikleri şekle getirmiş olacakları için masayı üzerine kurdular. Amerikalıların muhaliflere 'Esad 2020'ye kadar yerinde kalacak' dediği medyaya yansıdı bu hafta. Bu CIA'in 2013'te de söylediği bir şey olduğu için yeni bir gelişme değil ancak her fırsatta 'Esat gitmeli' diyen bir süper gücün nasıl bu kadar kıvrak bir biçimde yalan söylediğini göstermesi bakımından önemli.
Türkiye ve Suudi Arabistan, Katar gibi Körfez ülkeleri de toplantılardan çok umutlu değil, zira ABD uzun zamandır müttefiklerini sırtlarından vuruyor, oyalıyor ya da arkalarından iş çeviriyor. Medya ve analistler arasında da, rejimin sivillere uyguladığı zulümden vazgeçmeyecek olması, bunun da muhaliflerin kabul etmeyeceği bir sonuç olması nedeniyle, bu toplantıların başarısız bir şekilde biteceği düşünülüyor.
Lakin sadece Suriye'de değil çevresindeki denizlerde de askeri varlığını artıran Rusya ve 'siyasi çözüm olmazsa askeri çözüm masada' şeklinde üstü kapalı bir tehdit de savuran ABD, aslında 'barış masası'nı üzerlerine doğrultulmuş silahlarla çevreledi bile. Yani müzakerelerde BM tarafından, ya da ABD-Rusya diyelim doğru olur, dayatılan koşulların sorgusuz-sualsiz kabulü için muhaliflerin üzerinde müthiş bir baskı olacağından emin olabiliriz Hatta, dayatılan çözümü kabul etmemeleri durumunda 'terör listeleri'nde yerlerini alabilecekleri şeklinde gözdağı ve tehditlerle de karşılaşabilirler.
Özetle Cenevre görüşmelerinden milyonlarca Suriyeli'nin beklediği müjdeli haberin çıkmayacağı muhakkak ama ABD ve Rusya istedikleri sonucu almak için daha önceki müzakerelerde hiç olmadığı kadar bastıracak, muhalifleri Esad'ı kabule ve ateşkese zorlayacak.
YENİ ŞAFAK