Cemevlerinde "cem ayini" icra edilir. Bunun çeşitli ritüelleri, zikir ve semahı vardır. Dede Veli Gülsoy, "Secde, zikir, kıyam ve duanın olduğu yer ibadethanedir" diyor.
Ancak bunlar "namaz kılma" ibadetinden başka bir şeydir. Aleviler, cem ayinlerinin "niyaz" olduğunu söyler ki, niyaz namazın alternatifi değil, belki ondan sonra ibadeti süsleyen unsurdur. Namaz kılmayıp niyazla yetinenler de var. Niyaz için dergâh, tekke, tarikat mekânı veya cemevi olabilir. Nitekim beş vakit, cuma ve bayram namazlarının eda edildiği yerlere, "mescit veya cami"; tasavvufi mekânlara "dergâh, tekke, zaviye, Mevlevihane, zikir meclisleri" vs. denir. Cemevleri de bu meyandadır. Söz konusu mekânlarda icra edilen şeyler ibadettir, ibadet niyetiyle yerine getirilmektedir. Ancak bu "geniş anlamda ibadet" olup "dar anlamda ibadet" mescitlerde yerine getirilir.
Alevi sözcüleri, kendilerini Sünni ve Şiilerden ayırt etmeye çalışırlarken, bir Alevi'nin prensip olarak, yani öğretisel anlamda namaz kılmadığını ve camiye gitmediğini söylerler. Altını çizdikleri husus şudur: "Beş vakit namaz kılıp camiye gidene kimse bir şey demez, ama Alevi İslam'ında namaz yoktur, niyaz vardır, dolayısıyla camiye gitmek gerekli değildir, bu yüzden Alevi köylerine cami yapılması Alevileri Sünnileştirme politikasının bir sonucudur."
Mademki, Aleviler ittifakla "Bizde namaz yoktur, camiye gitmeyiz, biz ibadetimizi niyaz olarak cemevlerinde icra ederiz, bu yüzden cemevlerine 'ibadethane' statüsü verilsin" diyorlar, bunu öylece kabul edip, bu talebi yerine getirmekten başka yol yoktur.
Cemevleri, kent Aleviliğinin mekânları olarak yirminci yüzyılın son 10 yılında hızla ortaya çıktı. Alevi kimliğinin tarihî kökleriyle bağını kurmak, kimliği yeniden inşa etmek gibi önemli fonksiyonları görüyorlar. 1925'ten beri süren "dergâh, tekke ve zaviye"lerle ilgili yasak olmasaydı, belki ayin-i cemlerin icra edildiği mekanlara "dergâh veya tekke" denecekti. Kimlik inşa etme işleminin tabii ki dinle ilgisi vardır, ama bu fonksiyonel değerde teşekkül etmiş bulunan cemevlerinin mescitlere alternatif, bir "başka dinin ibadet mekânları/mabetleri" gibi konumlandırılmaları İslam içinde derin bölünmelere sebebiyet verir diye endişelere yol açıyor.
Böylesine stratejik ve tarihî değeri olan bir karar verirken, a) Aleviliğin İslam bünyesi içinde, yani ana gövdeye nazaran alacağı şekil; b) Alevileri tarihsel olarak nereye götüreceği soruları üzerinde düşünmek lazım.
İslam nokta-i nazarından ana gövde akait, ibadetler ve muamelat zemininde oturur; bütün bunların somut sembolleri mescitlerdir. İslam'ın ana şemsiyesi altında gövdeyi teşkil eden mezhepler Sünnilik (Hanefilik, Şafiilik, Malikilik ve Hanbelilik); Şia, Zeydilik, Haricilik, İbadiye'dir. Bunların aralarında kelam ve fıkhî pratik farkları olsa da, ana çerçevede, yani "dar manada ibadet ve ibadethane"de birdirler, bu özellikleriyle "mezhep" olma sıfatını hak etmektedirler. Aynı şemsiyenin altında onlarca fırka da vardır: Kadıyanilik, İsmaililik, Dürzilik vs.
Aleviler bu tarihsel dönemeçte bir karar vereceklerdir: Biz, İslam'ın içinde yer alan ve kendimize özgü farklılığımız olan bir "mezhep" mi olacağız, yoksa marjinal bir fırka olarak mı yolumuza devam edeceğiz? Şu veya bu sorunun cevabını vermek tamamıyla Alevilerin bileceği bir iştir. Biz dışarıdan onlara herhangi bir kimlik empoze edemeyiz. Mezhep veya fırka olma yolunu da seçseler, biz onlarla barış içinde ve bir arada yaşama azmindeyiz. Sadece İslam'ın genel birliği ve bütünlüğü ile onların gelecekte alacaklarını düşündüğümüz toplumsal-dinî form konusunda zihnimizde beliren istifhamları belirtme zaruretini hissediyoruz.
Bunun yanında içlerinde beş vakit namaz kılan, Ramazan orucunu tutan ve hacca giden Alevilere gerekli toleransı göstermeleri, onların cami ile cemevi arasında kurdukları köprüyü berhava etmemeleri en büyük dileğimiz ve temennimizdir. Bu insanlar Sünni ve Alevi dünya arasında tearuf, teavun ve ittifakı kurma potansiyeline sahip kimselerdir.
ZAMAN