Geçen gün genç bir kardeşim Milat’ta, Cemalettin Afgani hakkında kaleme aldığı ve gerek Afgani, Abduhve gerek Mehmet Akif’in toplum tarafından iyi okunarak ümmete yapmış oldukları tahribatların bilinmesi gerektiğinin altını çizmiş. Bu tahribatların neler olduğunu belirtmeyen yazar, Malatyalı Muhammed Reşat Bey’e ait “Cemaleddin Efgani Efsanesi” adlı kitabı ve Necip Fazıl’ın külliyatını tavsiye ederek en doğru bilgiye bu kaynaklardan ulaşılacağını belirtmiş. Kardeşimizin yazısından sonra bazı genç arkadaşlar Afgani ve Abduh hakkında yazar tarafından bilgilendirilmek istenmişler. Ben de bugünkü yazımda okumalarım, dinlemelerim ve araştırmalarım sonucunda tanıdığım ve toplumun ıslahı için büyük mücadeleler vermiş olan Cemaleddin Afgani hakkındaki görüşlerimi merak eden genç kardeşlerim için kısaca aktaracağım.
Öncelikle belirtmeliyim ki bir şahsı değerlendirirken yaşadığı toplumun koşullarını göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Cemaleddin Afgani, 18. ve 19. yüzyıllarda ümmetin sıkıntılarını görüp bu sıkıntılara vahyi ölçüler doğrultusunda çözüm aramaya çalışan öncülerden birisidir.
1838 doğumlu olan Afgani Arapça, Farsça, İngilizce, Türkçe, fıkıh, fıkıh usulü, mantık, tarih, matematik, felsefe, astronomi, teorik ve pratik tıp öğrenmiştir. Afgani, 1854 yılında Afganistan’dan Hindistan’a gider ve Şah Veliyullah Dehlevi’nin ıslah çizgisiyle bütünleşir. Batılı ve modernist fikirlerle fiili olarak burada karşılaşır. 1857 yılında hac maksadıyla Hicaz’a gider ve daha sonra Necef, Mısır, Yemen, Rusya, İngiltere ve Fransa gibi ülkeleri gezer. Ve tekrar Afganistan’a geri döner. Afgani bir yıl süren bu yolculuğu esnasında dinin doğru anlaşılması önünde engel olan muharref geleneği ve Batı’nın sömürgeci yüzünü daha iyi okumaya başlar. Afganistan’a döndüğü zaman devlet memurluğu yapar. Muhammed Han’ın başveziri olur. İngilizlerle çarpışır. Ama iktidar İngiliz yanlısı Şir Ali Han’a geçince tekrar Hindistan’a gider. Burada büyük ilgi gören Afgani İngilizler tarafından sömürgecilik karşıtı çalışmalarından ötürü 1870 yılında Mısır’a sürülür ve sekiz yıl Mısır’da kalır. Afgani’nin Mısır uleması ve münevverleri üzerinde gerek fikri ve gerek siyasi açıdan büyük etkisi olmuştur. Ayrıca sekiz yıllık Mısır yaşamında ıslah ve ihya, öze dönüş çabalarının topluma kazandırılması konusunda Muhammed Abduh ile tanışması ve birlikte yol alması en önemli kazançlardan birisi olmuştur. Burada Mısır’ın önde gelenlerin müdavimi olduğu Mason Locası’na girerek tebiğ ve diyalog imkanlarını araştırır; ama locanın İngiliz Kraliyet menfaatleri doğrultusunda çalıştığını iyice kavradıktan 6 ay sonra Masonlardan ayrılır ve hutbede bu kuruluşun İngiliz emperyalizminin bir aracı olduğunu ilan eder. (Bkz: Muhammed Ammara, “İslami Mücadelede Öncü Şahsiyetler”, Ekin)
Afgani Mısır’da kaldığı dönemde Hidiv İsmail Paşa’yı yaptığı zulüm ve haksızlıklarından dolayı uyarır, ancak bu uyarılar Hidiv Hükümeti’nin hoşuna gitmez ve Afgani 1880 yılında Hindistan’a sürülür. Burada ilmi çalışmalara yönelir ve özellikle İslam dünyası için büyük tehlike olarak gördüğü materyalizm fikrine eleştiri sunan “Dehriyyune Reddiye” (Tabiatçılığa Reddiye) kitabını kaleme alır.
Ve Afgani’yi gözaltına alarak 1883 yılında Hindistan dışına sürülür; o da Paris’e geçer. Afgani bu arada “el- Urvetu’l Vuska” isimli cemiyeti kurmuştur. Mısır’dan Hindistan’a kadar uzanan ve ümmetin ıslahını amaçlayan bu cemiyetin kurulmasıyla beraber Afgani arkadaşı, dostu ve talebesi olan, Beyrut’ta sürgünde bulunan M. Abduh ve M. Muhammed Bakır’ı Paris’e çağırır. Bu isimlerle beraber Kur’an’ın ilkeleri doğrultusunda amel edip, İslam kardeşliğinin yayılması için çaba sarfetmek düşünceleriyle, cemiyetle aynı ismi taşıyan “el- Urvetu’l Vuska” isimli derginin çıkartılmasını organize eder. Urvetu’l Vuska dergisi İngiliz sömürü politikasına aykırı olduğu gerekçesiyle 18. sayısından sonra İngilizlerin baskısı nedeniyle kapanmak zorunda kalır.
Afgani 1885 yılında İran ve 1886-1889 yıllarında Rusya’da kalır. Ruya’da kaldığı zaman diliminde Rus Çarı ile görüşmeler yapar. Rus Çarını ikna ederek Kur’an’ın Rusça mealinin basılmasına vesile olur. Ayrıca Rusya’da kaldığı sürede emperyalizme, sömürüye karşı kurtuluşun İslam birliğinde olduğu tezini içeren bir gazete çıkartır. Londra, Amerika ve Cezayir yolculuklarından sonra Osmanlı padişahı 2. Abdülhamit Afgani’nin birikiminden yararlanabilmek için onu İstanbul’a çağırır. Ve Afgani 1892 yılında ikinci defa İstanbul’a gelir. Abdülhamit’in teşviki üzerine Şii-Sünni diyaloğu için çalışmalar yapar ve raporlar hazırlar.
Ancak hayatının son beş yılını İstanbul’da geçiren Afgani’nin ümmeti diriltmeye yönelik olan İttihad-ı İslamfikriyle Abdülhamit’in Osmanlı iktidarını korumak için savunduğu İttihad-ı İslam fikri tamamen birbirinden ayrıydı. Ayrıca İran Şahı’nın öldürülmesi ve Şah’ın ölümünden Afgani’nin sorumlu tutulması şüphelerine Padişahta ortak olmuştu. Ve bütün bu gelişmelerin sonucunda Afgani göz hapsine alınarak ömrünün son 3-4 yılını evinde hapis hayatı sürerek geçirdi. 9 Mart 1897 yılında boğaz kanseri sonucunda hayatını kaybetti.
Cemalettin Afgani sahih dinin anlaşılması ve Kur’an ve mütevvtir sünnete yönelmenin önünde engel teşkil eden geleneksel din algısına karşı çıktığı için gelenekselleşmiş İslam mensupları tarafından iftira ve eleştirileri maruz kalır. Mehmet Akif’in Sebulürreşad’da anlattığına göre Daru’l Fünun’da yaptığı bir konuşma devrin Şeyhülislam’ı tarafından tamamen saptırılıp iftiraya dönüştürülür. Sultan Abdülaziz’in 1870’te çağırdığı Mısır’a geri sürülür.
Afgani için ikinci eleştiri ise modernist hareketler tarafından yapılır. Bu insanlar ise İslam’ı tam olarak kavrayamamış ve her geçen gün Batı’dan kurtulmak adına Batı’nın bataklığına saplanan kesimdir. Yani Afgani hayatı boyunca Şiilikle, mezhepsizlikle, masonlukla, dinsizlikle, modernist ve işbirlikçi olmak suçlamalarıyla karşı karşıya kalmıştır. Afgani’nin karşısında duran kişi veya kurumlar hiçbir zaman Afgani’ye fikirleriyle karşı koymamış, duygusal reflekslerle hareket etmişlerdir.
Hamit İnayet ve Mutahhari Cemaleddin Afgani’nin mücadelesini şu maddeler ile özetlemektedir.
1- Kur’an ve Sünnet’e dönüş.
2- İslam öğretilerinin ve hayatın Kur’ani bir akılla yorumlanması.
3- Sömürgeciliğe ve istibdata karşı savaşım.
4- Kaza ve kadere boyun eğmeyi ve köşeye çekilmeyi, uyuşukluğu yaratan ruh haliyle mücadele.
5- İslam dininin Müslümanlara klavuz olmada yeterli olduğu inancı.
Evet Cemaleddin Afgani yaşadığı topluma fikirleriyle vahyi ölçüleri öne çıkartmakta ışık olmuş, ömrünü insanların ıslahı ve ihyası için mücadele ederek geçirmiş, Akif’in de şiirinde “inkılap istiyorum ben de, hem de Abduh gibi.” diye zikrettiği Muhammed Abduh, Reşit Rıza, Bin Badis, Mehmet Akif, Elmalı Hamdi Yazırhatta Said Nursi gibi önemli düşünürlerin yetişmesine katkısı bulunmuş, öze dönüş çabalarının öncüsü ve örnek bir şahsiyettir.
MİLAT